ANA SAYFAKitaplık

Muhammet Erdevir | “Bayan Mira’yla Ufak Bir Gezinti”de Kendi Çıkmazını Yaratan Dil

Muhammet Erdevir "'Bayan Mira'yla Ufak Bir Gezinti'de Kendi Çıkmazını Yaratan Dil" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Muhammet Erdevir | Edebiyat Gerçekten Bir İşe Yarar mı?
Kitaplık Önü 2. Bölüm Şimdi Yayında: Muhammet Erdevir & Hakan Sarıpolat
Mehmet Erdevir | Dağlardaki Ter

Muhammet Erdevir | “Bayan Mira’yla Ufak Bir Gezinti”de Kendi Çıkmazını Yaratan Dil

[sharethis-inline-buttons]

Bir öykücüden ne bekleriz? Bu sorunun cevabı 1950’lere kadar oldukça basitti. Öykücü bize birtakım hikâyeler anlatan, ilgi çekici olayları sözcüklere döken kişiydi. Ancak 1950’lerden sonra edebiyata bakışımız değişti. Artık edebiyat, sadece bir anlatma değil aynı zamanda bir anlatım sorunu haline de gelmişti. 70’lerin politik ortamından 80 sonrasının apolitik atmosferine geçerken edebiyatta işlenen konular değişse de bu sorun metinlerde ağırlığını hissettirmeye devam etti. Hem postmodernizmin etkisi hem de modern tekniklerin uygulanmasının doğal bir sonucuydu bu. Edebiyat metinleri olaydan çok anlatımla ilgilenmeye başladı. Bunun etkisini 80 sonrasında daha somut biçimde görmek mümkündür.

Öykücü varoluşu anlamlandırırken olaydan çok imgelere, göndermelere, bağlama bel bağlar. Bu durumun somut örneklerinden biri de Semra Topal’ın öyküleridir. Bu yazıda onun ilk kitabı olan Bayan Mira’yla Ufak Bir Gezinti üzerinde durmak ve buradaki öyküler üzerinden Semra Topal’ın anlatım önceliklerini ortaya koymak istiyorum.

Semra Topal 1964’te Eskişehir’de dünyaya geldi. Yükseköğrenimini Anadolu Üniversitesinde tamamladı. 1990 yılında “Çaydanlıklı Tanık” başlıklı öyküsüyle Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü’ne layık görülen yazar 1992 yılında “Bayan Mira’yla Ufak Bir Gezinti” adlı öykü kitabıyla Varlık Dergisi Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Yazarın öykü ve yazıları; kitap-lık, Varlık ve Adam Öykü gibi dergilerde ve çeşitli süreli yayınlarda yer almıştır. Bayan Mira’yla Ufak Bir Gezinti 1996’da basıldı. Mani (1998), Kürklü Gece (2000) ve Sevgi S.nin Gülüşü (2014) diğer öykü kitaplarıdır.

Öykücü için dil ve atmosfer öykünün omurgasıdır. Çağdaş öykü bir dil ve anlatım sorunu etrafında biçimlenir. Bunu, Semra Topal’ın öykülerinde de görürüz. İnsan ve eşya ilişkisini dillendiren içsel sesin olanakları çok katmanlı bir öykü dilinin yaratılmasının önünü açar. Tablolar’da bilim ve sanatın disiplin işi olması üzerinde durulur. Anlatıcı bunu yaparken ikilik çatışması üzerinden kendine bir alan açar:

“J. S. Mill’in neden öyle çok hasta olduğu aklıma geliyor birden, tabii nedeni de belli aslında, neyle kurtulduğu da, çünkü hep ikilik var her şeyde ve iyi ki de var. Ama ikisinde de elden bırakılmayacak tek bir şey biliyorum ben, disiplin. Bilim ve sanattan bahsediyorum ama siz biliyorsunuz bunları zaten. Her ikisinin de yüzde yüz aynı derecede bir disiplinle bir işe yarayacağını.” (s.3)

Çok fazla sıfata sahip olmakla ilgili dokundurmalar öykünün ironik yanını besler. İnsanların yeni sıfatlara, unvanlara, nitelemelere ihtiyaç duyması bir bağımlılıktır zira. Bu belirleme gündelik yaşamda gözden kaçan detaylardan biridir. İroninin yanında eşya ve zaman arasında gidip gelen bir sarkaç temposu yakalanır. “aynı zamanda” söz grubunun tekrarıyla durağan bir akış halindeki öyküye tempo kazandırılmaya çalışır yazar. Bunda başarılı da olur. Eşyaların somut dünyasıyla soyut zaman düzlemi iç içe geçer ve boyutlar arasında bir denge hali aranır.

Uyku hali bilincin kapalı olduğu bir haldir. Bilinçle uyku arasındaki sınır insanlar için her zaman çekici olmuştur. Çünkü bilinenden bilinmeyene geçiş merak uyandırır. Bir Yolculuğun Sağlam Şeması’nda uyumak için gül, kabak, tekerlek, at ve altın gibi birtakım nesneleri sayan öykü kahramanının seçimleri insanın anlam arayışını temsil eder. İçsel ve uzun bir söyleşi havasında, kendi kendiyle konuşmaktan ziyade başkasıyla konuşurmuş gibi bir yöntem izler anlatıcı. Öyle ki tüm sözcükler o ketum duruma rağmen içeride kalır. İçeriden bir sesle dış dünyayı anlamlandırmak öyküye derinlik katar.

“Doğru, doğru şimdi geldim. Doğrudan buraya geldim. Galiba ayaklarımı ısıtmak için dosdoğru buraya geldim. Ama işte yeşil yorganınız bana göre, ne kalın ne ince, istediğim gibi bir yorgan. Yani bunu almama bir şey diyen olmaz herhalde.” (s.11)

Modern dünya düzenle beraber düzensizliği de içerir. Şehirlerimiz bir plan dâhilinde yapılaşır, kâğıt üzerinde her şey mükemmeldir ancak büyük kentler keşmekeşi de beraberinde getirir. Sonsuz telaş sonsuz karmaşıklığı doğurur. Bir yandan her şey bir saat gibi tıkır tıkır işlerken bir yandan da bu düzen kaos doğurur. Tekrarlar, şaşırtıcı söz oyunları, alışılmamış bağdaştırmalar modern hayatın düzensizliğinin öykü düzleminde dışavurumudur.

Ev ve Yazılar’da akşam vakti duran bir trenden bahseder yazar. Duvara top atmak ve tutmak imgesi çocukluk anılarından izler taşır. Zaman ve eşyayla olan ilişkinin sorgulanması bu öyküde de devam eder. Bir sarkaç gibidir duvara atılıp tutulan top.

Ev ve Yazılar öyküsünde yazma eylemi evin birçok parçasında somutlaşır. Pembe duvara, bacaklarına, cama, oturma odasının eşiğine sürekli bir şeyler yazmaktan bahsedilir. Bunlar önemsiz şeylerdir ancak yazma eyleminin kendine has çekiciliği devreye girer: Yazı iz bırakır, yazılan unutulmaz. Silinse bile ardında bıraktığı iz bir yaşanmışlığın kanıtıdır. Öyküdeki bir başka güçlü imge sarı kâğıtlara yazılan mektuplardır. Mektup önemli bir araçtır. Çağrışımı zengindir. İletişim kurmanın çok ötesinde anlamlar taşır. Sarı kâğıtlara yazılan mektuplar unutulamayan anılarla ilişkilidir zira.

“Artık uyuyacaktık ve sabah, Kurumlu’yu sokaktaki diğer taşların arasına atacaktık, yoksa şimdiden çöp kutusuna mı atmalıydık, ondan hemen kurtulmalıydık. Ve o olmayınca, taşlar eksileceğinden uyuyabiliriz de, Kurumlu’dan hemen şimdi kurtulmalıydık. Öyle de yaptık, küçük taşı karanlığa attık.” (s.40)

Öyküde “Kurumlu” adında küçük bir taşı sokağa fırlatırlar. Animist bir bakışın izi olarak yorumlayabiliriz bunu. İstenmeyeni sembolize etmenin yanında öfkenin dışavurumu olarak da değerlendirilebilir taşı sokağa atma eylemi. Ayrıca fırlatma, atma imgesi istenmeyeni bünyeden uzaklaştırma düşüncesiyle de bağlantılıdır elbette. Fakat bu öyküde yazar istenmeyenin, arzulanmayanın ne olduğunu açıkça ifade etmekten kaçınır. Kitabın genelinde olduğu gibi bu öyküde de yazar dilin örtük anlatım olanaklarına yaslanır. Olaya değil dile ve anlatıma dayanarak kurar öykülerini.

Bilinecek Şeyler adlı öyküde A. Börekçi’nin ailesi etrafında bir kurgu biçimlendirilmiş. Ev içi hallerin somutlaştığı bir öykü bu. Günümüz yaşam tarzının aile tipi olan çekirdek ailenin yaşam ve sığınma alanı olan eve dair gözlemler öykünün atmosferini belirler. Kasvetli bir ortamdır bu. Sökülen, dağılan, bozulan ayrıntılar kuşatır öyküyü.

“Ev, otuz otuz beş metre sonra başlayan ve upuzun tek katlı, pembe boyalı okul binasıyla karşı karşıyaydı. Sütlüce’den gelen çocukların yan duvarını söktüğü kulübe, okulun tarım bahçesinde kullanılan malzemelerin durduğu kulübeydi.” (s. 45)

Evin çocuğu Ömer, evin köpeği, ev içi halleri, eşyalara dair yer yer mistik ve şüpheci denebilecek bir bakışla örülü Bilinecek Şeyler. Eşyaya mistik bakış özellikle saf şiir anlayışına bağlı şairlerde görülen bir tavırdır. Bunda Bergson’un görüşlerinin de etkisi vardır şüphesiz. Yazarın da öykülerinde en çok yaptığı şeylerdendir eşyalara odaklanmak.

Ev, toplumsal hafızada aileyi derleyip toplayan bir mekân olarak kodlanmıştır. Ancak yazar burada farklı bir yol izler. Evin dağınıklığı, aile üyelerinin birbirinden kopukluğu dilin ve anlatımın savrukluğuyla birleştirilerek verilir. Böylece okur karmaşadan nasibini alır. Zaman ve mekân birbirinin içinde erirken öykü kişileri kendi yaşamları içinde farklı yönlere savrulurlar.

Değer Olarak Uğraşı ya da Değer Alan Uğraşı’da yazarın modern zamanların getirdiği düzensizlik ve iç içe geçmişlikle olan çözümleme mücadelesi devam eder. Modern hayat insan yaşamını belirgin bir biçimde düzenlerken beraberinde şaşkınlık, dağınıklık, amaçsızlık getirmesi ilginçtir ve sorgulanmaya değerdir. Yazar dilin alışılmış kalıpları dışında söz dizimleri kullanarak öykü atmosferinin içine çeker okuru.

“Tozları yoketmek geçici bir şey olmasaydı düzen diye bir şey kalmazdı. Tozlar geçici bir süre yok edilebildiği için düzen de tozlarla, hatta onların verdiği ufacık arayı bile vermeden yuvarlanıp gitmekte. Burada şu olabilir, yuvarlanmaz da yuvarlar. Ama böyle teslimiyetçi görüşlerin bir faydası yok. Şimdi, neden dolabı gene silmeye kalktığını anlayamadım. Hiç uğraşma.” (s.64)

Semra Topal’ın ödüllü öykü kitabı Bayan Mira’yla Ufak Bir Gezinti, alışılmış öykü kurguları dışında bir yenilik arayışının ürünü. Yazar bu kitabındaki öykülerinde küçük olay parçaları etrafında yarattığı çok katmanlı öykü atmosferi ile öykü dilinin olanaklarından yararlanıyor. İnsana, hayata, eşyaya dair incelikli gözlemler öykü dilinin katmanlı yapısı içinde okura yeni anlam ve sorgulama alanları açıyor.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0