ANA SAYFADeneme

Emel Bulut | Kendimize Ayrılmış Anlar

Emel Bulut "Kendimize Ayrılmış Anlar" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da

Beyza Yazıcıoğlu | Yalnızlık Diyeti
Muhammet Erdevir | Hatırla O Mermer Kafesi
Rahmi Kızıltoprak | Vicdan Meşaleleri
[sharethis-inline-buttons]

Balkon kapısından adımımı atar atmaz serin bir güz meltemi karşılıyor beni. Sandalyemi çekip gökyüzüne karşı oturuyorum. Sanki sahil kenarında bir akşamüstü esintisine denk gelmiş gibi hissediyorum kendimi. Bu defa deniz mavisinde değil de göğün derinliklerinde hayallere dalıyorum. Elimde bir fincan kahvem; kafamın içinde milyon tane düşünce öylece uzaklara dalıp gidiyorum.

İçine düştüğüm derinliklerden yine kendim çekip çıkarıyorum kendimi. Eğer yalnızlık, uzun süreli bir birliktelik ise hayatında, tüm duygularla tek başına başa çıkmayı öğretiyor sana. Geceyi keyiflendirmek adına bir şarkı mırıldanıyorum, dilimde dans etmeye başlıyor “Benim hala umudum var!” güftesi.

-GÜZEL GÜNLER BİZİ BEKLER. EYVALLAH DERSEN OLUR BİTER.

Sonra arkama yaslanıp Mazhar Ağabey’in sesinde, beynimi kurcalayan mülahazaları kısa bir sürede olsa güz akşamının esintileriyle uğurluyorum.

Biraz gevşemiş olacağım ki gözüm sokağın akışına takılıyor. El ele dolaşan sevgilileri, çocuklarını eğlendirmek için koşuşturan anne babaları, hayatı sokaklarda arayan gençleri.

Bir dönem en büyük sefahatim sokağın başında beliren suretin hayat hikâyesini sokağın bitimine kadar kurgulamak olurdu. Görünenin altında yatan görünmezliği tahmin etmek mümkün müdür bilemesem de zihnimi birazcık olsun oyaladığına emindim.

Böyle zamanlarda sokak, gözüme bir tiyatro sahnesi gibi görünürdü. Sergilenen oyununda adına  “yaşamdan kesitler” diyebilirdik. Elinde şişesi olmayanların hep bir acelesi olurdu. Zaman mı insanlara yetişmeye çalışıyordu yoksa insanlar mı zamana,  yukarıdan bakılınca bile belli olmuyordu. Kim daha çok zorlanıyordu acaba uyum konusunda?  Dördüncü katta oturan Ayşe Teyze de bir üst kattan benim halime bakıp ne yorumlarda bulunuyordu acep? Hayat bir döngü halinde sürüp gidiyordu böyle işte.

İnsanın kendisi ile baş başa geçirdiği anlarda saracak başka bir şey olmadığından zihnine çok yükleniyordu belki de. Oradan oraya ışık hızı ile geçip gidiyordu düşünceler, hayaller. Ama ömür denilen şu süreçte, hele ki böyle kargaşalı bir çağda belki de herkesin yapması gereken bir şeydi bu. Durup bakmak gerekiyordu;  kuytu bir köşeye çekilip, film şeridi gibi akıp giden yaşamlara. O zaman kendi yaptığımız hatalarında bir ihtimal doğrultusunda farkına varabilirdik kim bilir? Bütün kötülüklerin başı, insanın hep başkalarını suçlamasından doğuyordu belki de. Yani iğneyi önce kendimize çuvaldızı başkasına batırmalıydık.

Beynimin içinde oradan oraya atlarken tenimi ürperten soğuk havayı hissedip kalkıyorum yerimden. Sokak da üşümüş olacak ki içini şarabıyla ısıtmaya çalışanlardan gayrı kimse kalmamış.

İçeriye giriyor kendimi sıcacık suyun altına bırakıyorum. Sonra başucu kitabımdan birkaç sayfa okuyup kapatıyorum lambamı. Gözlerim kapanırken kendime ayırdığım bir gecenin daha huzuru içinde uykuya dalıyorum.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0