KÖKÜ MİTOLOJİDE GÖZÜ BENGİ DAĞLARDA: BEN DENİZLERDEN HANGİSİYİM?

ANA SAYFAKitaplık

KÖKÜ MİTOLOJİDE GÖZÜ BENGİ DAĞLARDA: BEN DENİZLERDEN HANGİSİYİM?

Muhammet Erdevir, M. Fatih Kutlubay'ın ikinci öykü kitabı Ben Denizlerden Hangisiyim'i inceledi.

MUHAMMET ERDEVİR’İN İKİNCİ ÖYKÜ KİTABI “PRELÜT” YENİLENEN BASKISIYLA
Merve Yurtsever Yazdı: Türkü ve Şiirlerle Örülü Öyküler
Mehtap Gül’den Gençlik Romanı: 309 Kayıp Gün

KÖKÜ MİTOLOJİDE GÖZÜ BENGİ DAĞLARDA: BEN DENİZLERDEN HANGİSİYİM?

Muhammet Erdevir

M. Fatih Kutlubay Çukurovalı. Ailesinin kökleri Gaziantep’e dayanan Kutlubay’ın hayatı Adana ve Gaziantep arasında şekillenmiş. Halk hikayelerinin, masalların, destan parçalarının ve kökü mitolojiye uzanan anlatmaların “harman” olduğu bu coğrafya onun öykücülüğünü de şekillendirmiş durumda. İlk öykü kitabı Misak’ın Aynaları’yla dikkatleri üzerine çeken M. Fatih Kutlubay’ın ikinci öykü kitabı Ben Denizlerden Hangisiyim? Şubat 2021’de Ketebe Yayınlarından okurla buluşmuştu. Sekiz öyküden oluşan bu ikinci kitap, Kutlubay’ın öykücülüğündeki ana izlekleri; mitoloji, kültür, uzak coğrafyalar ve fantastiği selamlayan büyülü gerçekçi tavrı işaret ediyor.

Kutlubay öykülerinde coğrafyadan, dağlardan, nehirlerden, göllerden sıklıkla yararlanır. Onun öyküleri bu yönüyle pastoral yönü güçlü öykülerdir. Bununla birlikte dağlar ve dağ manzarası, daha çok mitolojik ve masalsı yönleriyle öykülere konu olur. Dağlarda yaşayan kavimlerin mitolojik anlatıları Kutlubay’ın inşa etmek istediği büyülü gerçekçiliğin temelini oluşturur. Bu öykülerde okur uzun soluklu bir maceraya hazırlanır. Ancak okurun yavaş ve aşama aşama değil de bir anda girdiği bu öykü evreninde olaylar zaman ve mekânla bağlarından koparak yüksek bir ritimle gerçekleşir. Ritmin yüksekliği, anlatım temposunun hiç düşmemesi okurun metne olan ilgisini diri tutar. Bu açıdan değerlendirildiğinde Kutlubay öykülerinin sinematografik yanının güçlü olduğunu söyleyebiliriz.

Kitabın ilk öyküsü olan “Kuyruk Doğru Tuz Nehir Kuyruk Doğdu Bal Kuyusu” masalsı ve büyülü atmosferiyle ilginç bir deneyim sunar okura. Biçimsel olarak üç bölüm ve bir “Sondeyiş”ten oluşan bir öykü olan “Kuyruk Doğru Tuz Nehir Kuyruk Doğdu Bal Kuyusu”nda olaylar Doğuyurd adlı büyülü bir evrende geçer.  Kalzem’in iki oğlu iki yüce dağdır. Mûrgzar ve Mâhizar isimli bu dağlarda kendine has özellikleriyle farklı kavimler yaşar. Mûrgzar halkı kara bedenli olmalarına karşın bembeyaz suratlıdır. Göğüslerinin tam ortasında kuşa benzer beyaz bir lekeyle doğarlar. Bu halk kuşların dilini bilir ve ağaçların tepesindeki evlerde yaşarlar. Mâhizar Dağı’nın halkı ise göllerin içine inşa ettikleri dev küplerde yaşarlar. Boyunlarından aşağısı balık pullarıyla kaplıdır.

Bir gün bu diyara bir falcı gelir. İki dağdan iki çırak gelir yanına. Mûrgzarlı Feres ve Mâhizarlı Delfin. Çıraklarla ustanın ilişkisi, bir itimat ve suistimal hikayesine kapı açar. Çıraklar ustalarının güvenini sarsar. Bu noktada hikâye kadim bir anlatıya bağlanır. Tuz Nehri ve “yemin günü” etrafında sözlerine/yeminlerine sadık kalmamaları sonucunda cezalandırılan bir toplum görürüz. Anlatıya göre Tanrı yedinci gün nehirden balık tutmayı yasaklar. Fakat açgözlü insanlar altıncı günden ağlarını nehre atarak Tanrı’yı kandırmaya çalışırlar. Tanrı çok kızar ve nehrin üzerini tuzla kaplar. Balıklar tuz tabakasının altında rahatça yüzerken insanlar nehirden su bile içemez olurlar. İşte bu anlatı Kuran-ı Kerim’de A’raf Suresi’nin 163. ayetinde anlatılan olaya açık bir göndermedir. Diyanet İşleri Meali’nin bu ayetteki dipnotu olayı şöyle açıklamaktadır:

“Allah Teâlâ, İsrailoğullarının cumartesi (sebt) günü dünyevî işlerden ve dolayısıyla balık avından sakınmalarını ve o günü ibadete ayırıp tatil yapmalarını emretmişti. Balıklar cumartesi günleri akın akın sahile geliyor, diğer günler o derece gelmiyorlardı. Bu, bir imtihandı. İsrailoğulları, bu yasağı ihlal ederek cumartesi günleri de balık avlamaya başladılar.”

Görüldüğü gibi Kutlubay, Kuran’da anlatılan bir olaydan esinlenerek öyküsünü zenginleştirmiş, sadece mitoloji değil dinler tarihi ve İslam kültürüne hakimiyetini göstermiştir.

Kutlubay’ın öykülerinde Kafkas kültürünün, mitolojisinin, coğrafyasının etkisi büyüktür. Sözgelimi “Bir Bulut Asılı İhtiyar Dağı’nda” öyküsü Kafkaslarda geçer. Dağların ve dağlarda yaşayanların kahraman olarak karşımıza çıktığı büyülü bir hikâyesi vardır bu öykünün. Oysa “İçinde Karaçay Türküleri Dışında Komünist Enternasyonal” Kafkas halklarının Sovyetler Dönemi’nde yaşadığı trajedilere eğilen gerçekçi bir öyküdür. Köylülerin Bengi Dağ olarak adlandırdığı Elbruz’un yamaçlarındaki bir kolhozda çalışan Giray’ın hikâyesi üzerine kuruludur bu öykü. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne savaş açması ve Azerbaycan petrollerine ulaşmak üzere Kafkaslara doğru ilerlemesi Kolhoz’da çalışanlar tarafından sevinçle karşılanır. Bir yaz ve bir güz, kendi cumhuriyetlerine kavuşur köylüler. Ama sonra Sovyetler ilerlemeye, Almanlar çekilmeye başlar. Bunun üzerine Sovyetlerin eline düşmek istemeyen savaşçılar Almanlarla birlikte Avrupa’ya doğru yola çıkar. Ancak bu kez başka bir trajedi bekler onları. Almanlar yenilmektedir. İngilizlerin eline esir düştükleri anda Sovyetlere teslim edileceklerini ve türlü işkenceler altında can vereceklerini bilen Kafkasyalı savaşçılar esir düşmektense intihar etmeyi düşünür.

“İçinde Karaçay Türküleri Dışında Komünist Enternasyonal” adlı öykü Kafkas insanının son iki yüzyılda yaşadığı trajediye eğilmesi bakımından kayda değer bir öyküdür. Dil, inanç ve gelenekle bağları kopartılmış bir toplumun özlerini koruma mücadelesi, titizlikle kurulmuş bir olay örgüsü ve dil işçiliği ile okura ulaştırılır.

M. Fatih Kutlubay, komşu coğrafya ve halkların gelenek göreneklerine, mitoloji ve yaşam tarzlarına ilgili bir öykücüdür. İran’ın kadim şehirlerinden Isfahan, Kutlubay’ın “Kan Bağı” öyküsünde sırf mekân olarak değil aynı zamanda bir kahraman olarak da karşımıza çıkar. Isfahan, “Kan Bağı” öyküsüyle kahramanlaştırılan epik bir mekâna dönüşür. Öykünün girişinde metroda havaalanına giderken kendini bir çevganın ortasında bulur. Çevgan, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de kendine yer bulmuş çok eski bir Türk oyunudur. Bugün Azerbaycan ve İran’da halkın ilgiyle takip ettiği bu oyun binicilik ve cesaretle özdeşleştirildiği için zaman içinde gençlerin hünerlerini sergiledikleri bir sınava dönüşmüştür. Yolculuk ve menzil, yaşanan yerle ait hissedilen yer, modern kimlikle kadim kimlik sarmal bir anlatımla “Kan Bağı” öyküsünde hep bir arada kendine yer bulur.

Kutlubay, konusu Akdeniz tarihiyle bağlantılı öyküler de yazmaktadır. İskenderiye Limanı’nda geçen “Zeytin Çölü Kuşbakışı” ve Ayas (Yumurtalık) Limanı’nı konu alan “Güneşref” bu öykülere örnektir. “Güneşref” öyküsünde kara yelkenli, ejderha bayraklı bir gemiden inen deniz eşkıyalarının Ayas’ı yakması ve Güneşref’in onlardan intikam almak uğruna yola çıkması anlatılır. Güneşref bir handa dinlendirken rüyasına giren bir Derviş ona yol gösterir. İntikam yolculuğu ruhsal bir arınma ve olgunlaşmanın kapısını açar. Öyküye konu olan Ayas, bugün Adana’nın Yumurtalık ilçesidir. Bir zamanlar İpek Yolu’nun en önemli limanlarından biri olan Ayas Limanı, Marco Polo’nun meşhur Doğu yolculuğunun da başladığı yerdir. Marco Polo 1269 yılında Ayas’a ayak basmış, buradan da Çin’e doğru yolculuğuna devam etmiştir.

İskenderiye Feenri

“Zeytin Çölü Kuşbakışı” İskenderun İskelesi ve İskenderiye Feneri etrafında bir arayış öyküsüdür. İskender’in ismiyle kurulmuş iki kadim şehri selamlayan bir öyküdür bu. Makedonyalı Büyük İskender, Mısır’daki İskenderiye şehrini MÖ 332’de kurdurmuştur. İskenderun’u ise MÖ 333’te kurdurmuştur. Bu iki liman şehri Akdeniz ticareti için her zaman kritik önemde olagelmiştir. Zeytin ağacı ve meyvesinin Akdeniz kültürü için ne denli önemli olduğunu, zeytin etrafında gelişen mitolojik anlatıları odağına almaktadır. MÖ 279’da yapılan İskenderiye Feneri’nin sönmeyen ateşinin zeytinyağıyla yakılıyor olması öykünün merkezindedir. Zeytinyağının ateşi ve fenerdeki ayna insanın hakikat ve anlam arayışına “ışık” olur tabiri caizse.

Ben Denizlerden Hangisiyim’deki öyküler M. Fatih Kutlubay’ın oldukça zengin bir hayal gücü, renkli bir öykü dünyası olduğunu kanıtlıyor. Onun öykülerinde okur, Anadolu coğrafyasını besleyen komşu kültürlerle hızlıca bağ kurabiliyor. Kafkaslardan İskenderiye’ye, dev ve cin masallarından kutsal kitaplarda anlatılan kıssalara varıncaya kadar hemen her alandan beslenen bu öykü evreni okur için şaşırtıcı ve keyifli bir deneyim sunuyor.

YORUM

WORDPRESS: 0