Şükran Varol Kır | Ahmet Büke’nin Deli İbram Divanı Romanını Yazdı

ANA SAYFAKitaplık

Şükran Varol Kır | Ahmet Büke’nin Deli İbram Divanı Romanını Yazdı

Şükran Varol Kır, Ahmet Büke'nin Deli İbram Divanı romanı üzerine yazdığı inceleme yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Berna Karakaya | İyi Bir Hikâye İyi Bir Roman: Ercan Başer’in “İyi Bir Hikâye”si
Nahid Sırrı Örik’in Tüm Öyküleri İlk Kez Tek Ciltte
50 SORUDA LOZAN KONFERANSI VE BARIŞ ANTLAŞMASI KİTABINA DAİR

SÖZLÜ EDEBİYATIN İNCELİKLERİNİ GÜNÜMÜZ MUHTEVASIYLA HARMANLAYAN KİTAP: DELİ İBRAM DİVANI

Şükran Varol Kır

Türk edebiyatında denizcilik ve balıkçılığı anlatan yazar sayısı bir elin parmaklarını geçmezken 2022 Vedat Türkali Roman Ödülü’nü alan Ahmet Büke’nin Can Yayınları’ndan çıkan Deli İbram Divanı bu türe yepyeni bir soluk getirmeyi başardı. Yazarın “Kırk yıllık okurluğumun ve yirmi yıllık yazarlık hayatımın getirdiği bir kitap” dediği Deli İbram Divanı, denizcilik kültürünü ve balıkçıların kullandığı özel dili ayrıntısıyla verir. A. Büke, kurgusunu ilmek ilmek ördüğü sonradan romana evrilen hikâyesini mit, efsane, destan ve masal gibi sözlü edebiyat motifleriyle zenginleştirmiştir. Belki de bu sebeple kitap “biz”den birini anlattığı için adaletsizlik, sebepsiz zenginleşme, rant, yolsuzluk, doğayı, hayvanları fütursuzca katletme ve dini her şeye aracı etme sorunlarına okurla aynı yerden bakan en akıllı deliyi, Deli İbram’ı, merkeze koyarak geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır.

Hikâye, Osman’ın asker ocağında komutanıyla sohbet ettiği sırada başlar ve ilerleyen sayfalarda Osman’ın ağzından Köstence’den İzmir’e dayısı Yusuf Reis’in yanına gelmesiyle devam eder. Osman’ın balıkçı babası, açlığın ve sefaletin tüm adayı pençesine düşürdüğü sert geçen bir kış ayazında ailesinin karnını doyurabilmek için on iki yaşındaki oğlu Osman’ı da yanına alarak yunus balığı avına çıkar. Avda kullanacakları zıpkını da eski dostu ve silah arkadaşı Demirci Asım’a yaptırır. Ada halkının inancına göre “yunus” balık değildir, Allah’ın mahlûkatıdır ve avlanmaz. Ancak açlıktan ölmek yerine yunus balığını öldürmek Balıkçı ve oğlu için kaçınılmaz bir vebalin laneti sayılacaktır. Osman, o geceyi hayatı boyunca unutamaz ve çektiği vicdan azabını yaptığı hiçbir şey hafifletmez. Adanın tek geçim kaynağı dalyancılıktır. Ada sakinlerini bu yokluktan kurtaracak çözüm ise Eczacı Süleyman’ın kuracağı yunus balığı işleme fabrikasının bir an önce açılmasıdır. Zira Avrupa kozmetik sanayisinin ihtiyacını karşılamada Karadeniz yetersiz kalmaktadır. Köstence bu haberi duyar duymaz önce karşı çıkar yunus avına. Ancak midelerinden geçemeyen ekmeğin yunusların yağında saklı olduğunu bildiklerinden “hayır” diye kestirip atamazlar da. Eczacı kurnaz bir esnaf kafasına sahip olduğundan halkı yunus avlamanın günah olmadığına inandırması gerektiğini çok iyi bilir. Müftüyü bunun bir batıl inanç olduğu konusunda vaaz vermesi için ikna eder. Adada bu projeye karşı çıkanlar Balıkçı, Demirci Asım ve Deli İbram’ dır. “Ölmeyi marifet sandılar. Hayır, evlat, hayır! Birinci vazifen yaşamak! Eğer azsan, zayıfsan tutunacağın ilk dal hayat olacak. Ölmek de var ama netice alıyorsan öl. Öyle boşa sıkı kahramanlık kendine zarar.” Nihayetinde adadaki kaos ortamı Demirci Asım, Balıkçı ve ailesinin öldürülmesiyle bir nebze de olsa sakinler. Deli İbram, bu fabrikaya Dolungaz Koyu’nun habitatı değişeceği, dalyancıların iş yapamayacağı ve karın tokluğuna çalışan adalıların üstünden rant sağlanacağı için karşı çıkar. Ama en çok da giderek daha çok zenginleşeceğini bildiğinden kendi tabiriyle adanın “deyyus-u ekber”i Eczacı Süleyman’ı eleştirir. Ancak boynunda deve çanıyla gezen bir delinin ne fikrinin ne de zikrinin ada eşrafı üzerinde bir hükmü vardır. Fabrika açılır ancak yedi yıl kadar varlık gösterip sonrasında kapanır.

Ahmet Büke

Osman iyi bir terzi olmuştur ama ailesinin acısını unutamaz. Aynı evde yaşadığı kendinden birkaç yaş büyük Leyla’ya sevdalanır. Leyla’nın babasını Yusuf Reis’in öldürdüğünü öğrenen okur; şoke olur, zihninde şimşekler çakar ve babasının katiliyle aynı evde yaşamak zorunda kalan Leyla’nın durumuna kafa yorar. Birkaç sayfa sonra bu durum kendiliğinden açıklığa kavuşur. “Anasızlık, kuyunun dibinden sessiz dünyanın gürültüsünü dinlemekti. Yukarısı günlük güneşlik ama uzanıp Leyla’yı oradan çekip alacak ana eli yok.” Yusuf Reis, Leyla’nın hayattaki yalnızlığına hem şahit hem ortak olmuştur. Osman, yangından sonra harabeye dönmüş evlerini onarmak için köylünün de malzeme desteğiyle Deli İbram ’la kolları sıvar. Geçimini sağlamak için baba mesleğini devam ettirmeye kararlıdır. Bu sırada Eczacı Süleyman da fabrikayı kapatıp Söke’de gaz bayiliği açmış, servetine servet katmıştır. Rüzgâr nereden eserse yelkenini oraya açan Eczacı değişen koşullara ayak uydurup her şeyi kitabına uydurmayı, uzun vadeli menfaatlerinin derdine bugünden düşüp her daim devrin kabına göre şekil alan adamı olmayı başarmıştır. Adanın geleceğini de çoktan görmüş ucuza arazi kapatmayı ve buradan gelecek rantın kaymağını tek başına yemeyi kafasına koymuştur. Osman, geçmişin intikamını almak yerine kendine yeni bir hayat kurmaya çalışsa da Eczacı Süleyman, bu hayale taş koyacaktır. Osman’ın babasından kalan evi, toprağı değerinin çok üstünde almak istediğini söyleyince işin rengi değişir. Osman tek başına ve güçsüzdür, aynı zamanda da tek destekçisi adanın en akıllı delisi Deli İbram’dır. Osman, ne yapacağını bilemezken Deli İbram şöyle der: “Azsan çok olmaya bakacaksın. Bir de zayıfsan hile düşüneceksin. Hile zayıfın dostudur.” Yaptıkları planla Eczacı’ yı tufaya düşürürler ve Deli İbram tarihi yürümeye devam eder. Böylece kitabın başlangıcı ve bitişi Karacaoğlan’ın deyişi ile okuru önce selamlamış sonra da uğurlamış olur. “Dirilirler dirilirler gelirler / Huzur-ı mahşerde divan dururlar.” Deli İbram ile Osman divanımahşere bırakmadan, halkın kanını türlü bahanelerle yıllarca emen Eczacı Süleyman’ın hesabını bu dünyada kesmişlerdir. Her devirde Eczacı Süleyman’lar olmuştur, olacaktır da… Okur, onların karşısına düzene kafa tutan, sisteme çomak sokan Deli İbram’ların çıkacağı umudunu Ahmet Büke sayesinde hep hatırlayacaktır.

Denizle altı yaşında tanışan Ahmet Büke, her defasında deniz çocuğu olmadığını yineler. Yazar, bu açığı kapatmak için kitaba başlamadan önce; bir buçuk yıl denizcilik, balıkçılık, dalyancılık, ada hayatı,1950’li yıllar, İzmir’inin tarihi, siyasi, kültürel ve demografik yapısını edebiyat araştırmacısı titizliğiyle çalışır. Kitabın bazı sayfalarında denizcilik terimlerinin zenginliği, kelimelerin yan yana gelerek oluşturduğu tamlamaların ahengi okurun zihninde yer etmeyi başarmıştır. Ahmet Büke, aynı zamanda ezgi ve şiirin iç içe geçtiği Karyolamın Demiri gibi bazı türküleri okurun kulağına fısıldamıştır. Yazar, ada hayatını anlatırken halk deyişlerine ve kalıplaşmış cümlelere sıkça yer vermiştir. Özellikle ilk bölümde gözleri görmeyen adama Deli İbram’ın Köstence tarihini anlattığı bölümlerde “Aldı Kör Derviş…” deyişi ve Osman’ın Dolungaz Koyu’na giderken Saruhan Hatun’un Don Değiştirmesi hikayesiyle Kör Derviş’i yeniden hatırlatması tesadüf  değildir elbette. Ayrıca ilk bölümde sıkça tekrarlanan “boz’ kelimesi destanlardaki leitmotivi andırmaktadır. “Açlık, boz bir köpek ağzı olmuş dolaşıyor bizim evde.”

Ahmet Büke, kendini hikâye anlatıcısı olarak tanımlasa da bu romanından sonra okurlar adının önüne bir sıfat daha eklemeyi uygun görmüş olmalılar. Yazar “çağdaş halk hikâyesi anlatıcısı” sıfatını çoktan hak etmiştir. Sözlü geleneğin malzemesini yazın tekniğiyle harmanlamış üstelik bunu yaparken de eskinin özgünlüğünü bozmadan çağdaş edebiyatın tüm inceliklerini metinde eğreti durmadan yedirmeyi başarmıştır. Yazarın bundan sonraki kitabı hangi türde olursa olsun bizi başka iklimlerde soluklandıracağı, eğip bükmeden kaleminin lezzetini okurun zihin dünyasında hissettireceği muhakkak.

YORUM

WORDPRESS: 0