Melek Temur | Miyasa

ANA SAYFAÖykü

Melek Temur | Miyasa

Melek Temur "Miyasa" adlı öyküsüyle Edebiyat Daima'da

Hatice Yıldırım | Uçamayan Bornoz
Öğrenci Öyküleri: Yiğit Hikmet Bircan | İki Duvar Arasında
Çiğdem Erben | Yoksulun Türküsü

Melek Temur | Miyasa

“Dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş, insanlarmış” -Franz Kafka

Soğuk karlı bir gün, elbette sabaha varmıştı gece ve insanlık değil, gökyüzü kurtarmıştı artık onu, Miyasa’ yı…

Dükkânın önünde toplanmış çocuklar hep bir ağızdan Miyaa Miyaa deli Miya…  diye bağrışıyorlardı. Sonra içlerinden biri Miya bak sana ne aldım sen şeker seversin deyip avucuna bırakmış, Miya sevinecek olmuş ki şekerin içinde taşlar çıkmaya başlamış saydırmış Miya onlara,  onların da istediği bu ya eğlence cümbüş onlar kaçmış Miya kovalamış ve her seferinde bu tür arsız oyunlarla Miyayı çileden çıkarmayı başarmışlar. Bu sefer haklarından geleceğim diye söylenirken sendeledi Miya, yaşlı vücudu kamburlaşmış sırtını taşıyamayacak durumdaydı  ki buna yemeninin içinden kaçan beyaz saçlar ve alnından dökülen soğuk terler eşlik etmeye başlayınca Miya olduğu yere yığılıvermişti ve nihayetinde o sevimsiz eğlence güruhundan bu şekilde bile olsa kurtulmuştu.

Ahmet Mithat gibi  “ey kâri!”  deyip araya girmek isterdim haklı tarafı savunarak,  lâkin “Yazar öldü” deyip dizeleri akışına bırakmak gerekirdi…

Pazar günü gelip çatmıştı nihayet,  mahalleli sokağın sonundaki dilek tepeye kurulmuştu, bir yandan çekirdek çitleniyor, öbür taraftan kekler börekler yeniliyor hep bir ağızdan şarkılar söyleniyordu.  Miya da karşıdan göründü işte, birden tüm mahalleli suspus oldu,  kimse Miya’yla  konuşmak istemedi ve o orda yokmuş gibi davrandılar.  Miya kimsesizliğin vermiş olduğu acıya ve soğukluğa alışkındı elbette, sicim gibi akan yaşlar eşlik etmişti ona  ve hiç hatırlamadığı geçmişi sisli bir hava gibi örtmüştü tüm hayatının üzerini… Mevsim tüm sertliğiyle hüküm sürüyordu yine yollar kardan kapanmış dağ başından yiyeceğini bulamayan kurtlar mahalleye akın etmişti  ve gökyüzü pamuk renkli bulutlara bırakmıştı kendini çoktan ve daha çok kar yağacağını salık veriyordu aslında bu hava. Miya’nın oğlu Samir’den bahsediyordu iki kadın kendi aralarında fısıldaşarak,  annesi o soğukta üstü açık bir harabede sabahlarken onun sıcak evinde rahat bir uyku çektiğini söylüyorlardı;  kendince kınıyorlardı da bir kap yemek vermediklerini ve ona ne kadar kötü davrandıklarını unutmuşçasına…

Ve ekliyorlardı Miya’nın aklını kaçırma sebeplerini;  rivayete göre başka bir oğlu da varmış ona araba çarpmış ve oracıkta ölmüş, o olaydan sonra Miya bu hale gelmiş,  kimi de Samire hamileyken eşi onu terk edip gitmiş, ailesi de sahip çıkmamış diye bu halde deyip dedikodunun en ağırını hiç sıkılıp utanmadan arsızca hep beraber yapmışlardı, ʻʻ Miya insanların gözünde öcüdür yaklaşmayınız…” tabelasının diri ve canlı haliydi sanki. Ya çocuklar için onların körebesinden yakan topundan çok daha eğlenceliydi Miya, eski zamanların Hacivat ve Karagöz’ünü tek başına canlandıran bir sanatçıydı âdeta, ama bir farkla yaşadıkları oyun değildi, gerçek yaşam hikâyesiydi.

Kaç gündür Miya görünmüyordu etrafta, bunun üzerine mahalleli geceyi geçirdiği harabeye baktı, sonra korkunç bir çığlık göğe yükseldi; soğuk Miya’yı  bir elbise gibi iki büklüm etmiş dudakları mosmor kesilmiş ve aşağı sarkan cansız bir kol evet mahallelinin aklında en son kalan hali bu olmuş Miya’nın…  Akıllarda sorular bırakarak hayata veda etmişti Miya, onu bu hale getiren gerçek sebebin ne olduğunu kimse bilememişti,  rivayetler gerçeğe dönüşememiş ve Miya hayata başladığı gibi kimsesiz ve soğuk veda etmişti;  artık mahalleli için geceleri görünen bir kâbus olarak belki de ölümsüzleşecekti Miya…

YORUM

WORDPRESS: 0