Sezer Erdem “Aptallar” Filmini İnceledi

ANA SAYFASinema

Sezer Erdem “Aptallar” Filmini İnceledi

Sezer Erdem, Danimarkalı yönetmen Lars von Trier'in ikonik filmi Aptallar (Les Idiots) üzerine yazdı.

Serap Yalçın Pamuk | Bir Adalet Öyküsü: 12 Öfkeli Adam
Ayşe Şahin | Bir Arayış Hikâyesi: “Annemin Şarkısı” Filmi
Segâh Gümüş | Kusursuzluğa Mahkûm Bir Kuğunun Hikâyesi “Black Swan”

Sezer Erdem | Bir Lars von Trier Çığlığı

Hüzün ve dram… Birbirlerinin yerine bu kadar tereddüt edilmeden sıkça kullanılan başka iki kelime var mıdır? Oysa ilkinden çok daha rahat anlatılabilir ikincisi. Hüzün biraz da aktarılamayandır çünkü. Edinilebilir sadece. Fark edilir ya da. Milyonlar bu hikâyede drama; bahçenin ayrık otları ise hüzne aşina. İlkinde öyle ya da böyle bilinciniz eşlik eder size. Ağlarken yumruklayacağınız bir sineniz olduğunu hatırlarsınız mesela. Acıyı taşırmak istersiniz kendinizden çünkü. Hüzünde ise her şey kelimenin tam anlamıyla hüznün dediği gibi olur. Devinim onu yaşayanı ele geçirir. “Ölenle ölünmez” naralarıyla yatıştırılacak haşarı bir çocuk, o yere göğe sığmaz dram. Hüzün Herakleitos; dram Sokrates!

Aptallar filmi de Lars von Trier’in en hüzünlü filmlerinden hiç kuşkusuz- yazımıza o yüzden yukarıdaki öndeyişimizle başlamak istedik. Tekniğiyle değil belki ama anlatmaya çalıştığı şeyi bu kadar çarpıcı yorumlamasıyla bir başyapıt bize göre. Hiçbir şey anlatmaz gibi görünür ilk başta. Genelde klasikler böyledir; bir olay yok sanırsınız ortada- hak verecek misiniz bilmiyoruz ama yaşam da böyledir! Hatırlayınız lütfen, Goriot Baba’yı okurken yaşlı bir adamın alelade bir ölümüyle kapatırsınız sayfalarını. Buna rağmen kitabı göğsünüze basıp uzunca düşünmeden kalkamazsınız masanızdan. Aptallar filmi de şüphesiz böyle bir zirveye ait duman bulutunu taşıyor…

Lars von Trier

Lars von Trier’in seyircisinden her şeyden önce istediği iki şey: sabır ve en çok da cesaret! Yönetmenin bütün filmleri gibi Aptallar da üzerine konuşmak için oldukça zordur. Bunun yanında epey can sıkıcı bir filmdir. Yönetmenin izlerken de üzerine düşünüp yazarken de hem bu kadar rahatsızlık verip hem de göz yaşınızı dökmenize sebep olacak nadir filmlerindendir. İlk defa izleyecekler filme böyle bir duygunun eşlik edebileceği düşüncemizi oldukça kişisel bulabilir. Dürüst olmak zorundayız; uzun zaman boyunca biz de Aptallar’ın böylesi bir etkilenimi ıskaladığını düşünüyorduk. Okuyacağınız bu yazı böylesi bir ters köşeyi değerli bulduğumuz sahneler üzerinden çözümlemeye çalışacaktır. Başlayalım.

Katrine: “(Karen’in) bizimle kalması belki bir meydan okumaydı. Bilemiyorum.” Lars von Trier korkusuzca bir savaş açar Aptallar ile. İlk defa izlediğimizde bu savaşın bir tarafında aptalı oynayan bir grup insanın diğer tarafında ise akıllıların olduğunu düşünmüştük. Ne klişe bir tahmin değil mi ama! Lars von Trier gibi bir yönetmene bu sığ simgeselliği yakıştırdığımız için utanmıyor değiliz. Film, aptal gibi görünmeye çalışanlar ile Karen isimli gerçek bir aptal karakterin üzerinde çalışır. Lars von Trier’in dehası buradadır işte. Her sahnede izleyicinin gözüne sokmaya çalışır bunu. Seyirciyi utanmaya zorlar. Sürekli kızarır suratınız. Kendi hikâyemizi önümüze atarak ne karakterlere ne de seyirciye acır yönetmen. Gerçek bir aptalla, aptal gibi davranıp sözüm ona akıllılarla dalga geçen bir grubu karşı karşıya getirerek bir sahicilik eleştirisi yapar. En azından teoloji ve felsefe tarihine aşina olanlar için söylüyoruz: Bir ve Çok’u seyrederiz artık!

Aptallar (Les Idiots)

Henrik: “Karen ne olursa olsun gruba katılmaya hazırdı zaten.” Aptalların grubu bir tercihtir çünkü belirli bir formasyonla çalışır. Aptalı daha iyi oynamaları için geceleri toplanıp birbirlerini eleştirirler. Geometriktir ilişkileri. Dışarısı ve içerisi vardır. Lars von Trier bu toplantı için grup üyelerini geceleri mum ışığının etrafına dağıtır. Ateşin önüne yani. Hiç kuşkusuz Platon’un mağarasına! Birer gölge insandırlar artık. Gerçeği konuşmuş olmazlar bu toplantılarda. Böyle bir kendini kandırmanız gereken oyunun en açık kanıtıdır bu sahneler. Bu grup mağaranın içinde alaya aldıkları insanlardan ne kadar farklı olabilirler ki diye sorar yönetmen. Çünkü “düşünüp taşınmaya” çalışırlar bu karanlıklarda. Soruyoruz: bile isteye aptal olabilir mi insan? Delirebilir mi ya da? Mantıksal olarak aptal olmaya çalışmanın her anı öyle olmadığınızı imler. Aptal, aptal olmakta ısrar etmez çünkü. Oysa diğer tarafta Karen olduğundan başkaca olamayan saf bir karakter olarak belirir. Stoffer, bu yanılsama vakitlerinin birinde Jeppe’yi şöyle uyarır: “Aklını başına topla ve uyumlu davranmaya çalış”. Aptalı oynamaya çalışan bir grupta böylesi cümleler duymak çelişkinin hası değil mi! Ped’den dinleyelim: “(Karen) Şaka yapıyorsunuz dediğinde haklıydı. Evet, biz şaka yapıyorduk”.

                                                Stoffer: Ne düşünüyorsun?

                                                Karen: Bana pek komik gelmedi?

                                                Stoffer: Neden komik gelmedi?

                                                Karen: Alay ediyorsunuz.

Josephine, üzerinde I’m a teaser (Ben bir fragmanım) yazan bir tişört giymiştir sahnelerden birinde. Yönetmen gruptan olmayanları alaya alan insanları yani bizatihi yarattığı grubu alaya alır gerçekte. Seyircisini ters köşeye yatırır. Aptalı oynayan bir grup insanın dürüstlüğünü kamerasıyla çiğner adeta. Nasıl mı? İçlerine bir Pandora gönderir: Karen.

Stoffer’in, kaldıkları evi satıp grubu bölgeden çıkarmak isteyen bir belediye çalışanını kovalamaya çalıştığı gürültülü bir sahne vardır. Hem de üstünü başını soyarak! Çıplaklık bir kültür/medeniyet (!) karşıtlığıdır. Kendilerine yapılan böyle bir ukalalığı ancak çıplaklıkla kovabilirdi Stoffer. Doğa ile yani… Böyle bir sahnenin ne önemi var peki? Erdem (kültür) bir yaratımdır. Müfredatını ellerimizle yazabiliriz. Okullarda okutabilirsiniz böylece. Diğer tarafta tutku (doğa) hoca kabul etmez. Ortada öğrenci olabilecek bir muhatap yoktur çünkü. Leyla ile Mecnun’u yolundan çevirip aşk üzerine kuramsal nara atmak ruhunuzun kofluğundan başka neyi imler?

Lars von Trier film boyunca seyircisine işkence ettirircesine anlatmaya çalıştığı şeyi filmin sonuna doğru karakterlerinden tek tek ister. Stoffer gruptan arkadaşlarını şöyle sınamak ister: “Ailenize ve işinize dönüp aptalı oynar ve gurur duyarsanız ciddi olduğunuza inanırım.” Gruptaki hiç kimse değer verdiklerine gidip aptalı oynayacak cesareti bulamaz kendinde. Lars von Trier böylesi bir vicdana sahiptir, görüyorsunuz ya. İnsanın değer verdiklerinden olmayanlara aptalı oynamasının övünülecek bir yanının olmadığını karakterlerin yüzüne vurur! Mağaranın ateşi neyi ne kadar aydınlatabilirdi zaten? Sevdiği insanlara karşı aptalı oynayabilen bir tek kişi kalacaktır: Karen. Gruptan olmamasına ve aptalı oynamayı bir “oyun” olarak görmesine rağmen neden sadece Karen bunu başarabilmiştir peki? İzleyici bu soruyu sorarken Lars von Trier bize ilk kez acıyıp şu cevabı verir. Çünkü aptallık ancak geri getirilemeyecek bir bedel ödenince sahiciliğine kavuşur der. Trajedilerin en kahredeni bu değil mi? Yönetmen filmin sonunda bu gerçeği şöyle gösterecektir: Karen birkaç gün önce bebeğini kaybetmiştir. Cenazesine bile katılamayacak biricik evladını!

Karen: Bunu neden yapıyorlar?

Stoffer: İşte bu çok iyi bir soru. İçlerindeki aptalı arıyorlar, Karen. Bunu kimse onlar için yapamaz.

Karen: Demek istediğim bu şekilde aptal rolü yapmak nasıl haklı gösterilebilir?

İncelememiz Lars von Trier’in en azından ülkemizde bize göre köşede kalmış bir filmini ustaca yorumlama niyetinden çok filmi öncelikle sinema severlerin dikkatine çekebilme amacı taşımaktadır. Sinema severlerin Dionysos kültürüne eğilmeleri filmdeki sex, dans, grup duygusu gibi çılgın ritüellerin daha iyi yorumlanması için kolaylık sağlayabilir diye düşünüyoruz. Zira filmdeki aptallık asla bildiğimiz anlamıyla aptallığı imlememektedir. Karen gibi biz de sahip olduğumuz çok değerli bir şeyimizi kaybedince buradaki aptallığın neye işaret ettiğini anlayacağız sanıyoruz. Yorumlarımıza bir ipucu olarak iliştirebileceğimiz şu düşüncemizi de sinema severlerle paylaşmayı borç biliyoruz. Lars von Trier bize göre bu filmiyle, “Koçu milyonlar kurban edebilir; bıçağı oğlunun boynuna dayayabilecek kaç İbrahim var aramızda?” diye sorar.

Stoffer: İyi de bugün benim gerçek doğum günüm değil ki.

Axel: Biz de gerçek aptal değiliz.

YORUM

WORDPRESS: 0