Rüveyda İlhan Yazdı: Dorian Gray’in Portresi

ANA SAYFAKitaplık

Rüveyda İlhan Yazdı: Dorian Gray’in Portresi

Rüveyda İlhan, Oscar Wilde'ın sarsıcı romanı Dorian Gray'in Portresi üzerine yazdığı yazısıyla edebiyatdaima.com'da.

Şükran Varol Kır | Ahmet Büke’nin Deli İbram Divanı Romanını Yazdı
VAN-ÖZALP’TAKİ KÖY OKULLARI İÇİN KİTAP TOPLAMA KAMPANYASI
KUŞLU SÜVETER: SESLER, HATIRALAR VE ÖLÜMLÜNÜN ÇELİŞKİLERİ

DAİMA KENDİNE TUTKUN: DORIAN GRAY’İN PORTRESİ
Rüveyda İlhan

Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde, 16 Ekim 1854 tarihinde Dublin’de doğmuştur. Oscar Wilde, iğneli üslubu ile Geç Victoria Dönemi Büyük Britanya’sının en başarılı ve ünlü yazarları arasına girdi.

Everest Yayınları’nın baskısında Dorian Gray’in Portresi’nin 1890’da dergiye teslim edilen sansürsüz nüshası esas alınmıştır. Böylece Dorian Gray’in hikâyesi, “düzelti” adı altında hoyratça yapılan budamalardan, “ahlaksızca” olduğu düşüncesiyle “yumuşatılmış” ifadelerden arındırılıp ilk defa Wilde’ın asıl kurguladığı biçimiyle hayat bulmuş oldu. Yaşadığı çağda zulüm gören ve “uygunsuz ilişki” suçu gerekçesiyle iki yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Wilde, sonrasında yokluk içinde yaşadı ve 1900 yılında Paris’te, fakir bir otel odasında öldü.

Dorian Gray’in Portresi, insanın güzellik anlayışı üzerine dramatik bir hikâye anlatır. Yaşlanmamayı dilerken aslında yaşlanmaktan daha acı verici bir deneyimle yüzleşmek zorunda kalır. Basil Hallward Dorian’ın portresini çizmesi ile başlar. Dorian güzelliği ile Basil’in hayranlığı ve kıskançlığını ortaya çıkartır. Basil’in arkadaşı olan Lord Henry Wotton ile tanışır. Bu güzellik ve gençliğin önemini kendisinin de fark etmesini sağlar. Dorian, zihninden Basil’in yaptığı resmin yaşlanması ve kendisinin ölene dek genç kalması isteğini geçirmiştir. Yapılan resim eve geldiğinde, Dorian tablonun yaşlanmaya ve çirkinleşmeye başladığını görür. Dehşete düşer ve bunun gerçek olamayacağını düşünerek bunu kimseye söylemez ve tabloyu saklar. Dorian, hazzın ve anlık zevklerin peşinde koşar ve bu uğurda birçok kişinin canını yakar.

Oscar Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi” romanı, estetik, ahlak ve gençliğin geçiciliği üzerine kapsamlı bir meditasyon sunar. Romanın merkezinde, gençliğini ve güzelliğini sonsuza dek koruma arzusuyla lanetlenmiş genç bir adam olan Dorian Gray bulunur. Dorian, sadece dış görünüşüyle değil, aynı zamanda saf ve masum bir karakter olarak da tanıtılır. Bu özellikleri onu, ressam Basil Hallward için mükemmel bir ilham kaynağı yapar. Basil, Dorian’ın güzelliğine derinden hayran olup onun portresini çizer, bu portre daha sonra Dorian’ın kaderini şekillendiren bir simge haline gelir.

Romanın diğer önemli karakteri Lord Henry Wotton, Dorian’ın hayatına Basil aracılığıyla girer. Lord Henry, zeki ve dilinden düşürmediği hedonist fikirleriyle Dorian’ı etkiler. Dorian’ın kişiliği, Lord Henry’nin dünya görüşünden ve Basil’in yarattığı portreden etkilenerek değişir. Bu üç karakter arasındaki etkileşim, Wilde’ın eserindeki temel dinamikleri oluşturur: estetik ve ahlak arasındaki çatışma, gençliğin ve güzelliğin geçiciliği.

Oscar Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi” romanı, Sigmund Freud’un psikanalitik teorisinde tanımlanan id, ego ve süperego kavramlarıyla paralellikler gösterir. Wilde’ın kendisi de bu karakterlerin farklı yönlerini temsil ettiğini belirtmiştir.

Basil Hallward, Dorian’ın masumiyetini ve güzelliğini temsil eden bir süperego olarak görülebilir. Basil, ahlaki değerler ve toplumsal normlar doğrultusunda hareket eder, Dorian’ın davranışlarına anlam verememesi ve onu düzeltmeye çalışması, süperegonun id ile olan çatışmasını simgeler. Basil’in Dorian’a karşı hissettiği hayranlık ve endişe, onun vicdanının sesi olarak işlev görür.

Chicagolu sanatçı Ivan Albright, Oscar Wilde'ın 1891 tarihli romanı Dorian Gray'in Portresi'nin1945 yılındaki film uyarlaması için bu tüyler ürpertici çalışmayı gerçekleştirdi . Wilde'ın romanında, genç ve çekici Gray'in portresi, kahramanın giderek daha asi bir hayat sürmesi ve ahlaki yozlaşmasının boyutlarını kaydetmesini çürüyen bir beden olarak betimliyor.
Chicagolu sanatçı Ivan Albright, Oscar Wilde’ın 1891 tarihli romanı Dorian Gray’in Portresi’nin1945 yılındaki film uyarlaması için bu tüyler ürpertici çalışmayı gerçekleştirdi. Wilde’ın romanında, genç ve çekici Gray’in portresi, kahramanın giderek daha asi bir hayat sürmesi ve ahlaki yozlaşmasının boyutlarını kaydetmesini çürüyen bir beden olarak betimliyor.

Lord Henry Wotton ise ego’yu temsil eder. Karakteri, saldırganlık ve cinsellik gibi ego’nun güçlü yönlerini yansıtır. Dorian’ı hedonizme ve bencil yaşam tarzına teşvik eder. Henry, Dorian’ın kendi arzularını keşfetmesine ve bunlara göre hareket etmesine neden olur, bu da id’in tatminine yönelik bir davranıştır.

Dorian Gray’in kendisi ise, bu iki karşıt gücün etkileşim alanında bulunan bir karakter olarak id’i temsil eder. Dorian, haz odaklı ve dürtüsel bir yaşam sürer, bu da id’in temel özellikleridir. Portrenin sihirli etkisi altında, Dorian, kendi içsel arzularını ve dürtülerini özgürce takip eder ve bu süreçte ahlaki değerlerden ve toplumsal kurallardan uzaklaşır.

Bu üç karakter arasındaki etkileşim, Freud’un psikanalitik teorisindeki id, ego ve süperego arasındaki dinamik ilişkiyi yansıtır. Wilde’ın romanı, bu karakterler aracılığıyla insan doğasının karmaşıklığını ve içsel çatışmalarını keşfeder. Dorian’ın hikayesi, id’in arzularının kontrolsüz bırakıldığında nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini gösterir. Öte yandan, Basil ve Lord Henry’nin Dorian üzerindeki etkileri, bireyin sürekli değişen iç dünyasını ve dış etkilere olan duyarlılığını vurgular. Wilde, bu karakterler üzerinden insan ruhunun derinliklerine bir yolculuk yapar ve okuyucuya ahlak, güzellik ve gençliğin geçiciliği hakkında düşündürücü sorular sunar.

 “Dorian Gray’in Portresi”Freud’un psikanalitik teorisiyle paralellikler taşıyan zengin ve çok katmanlı bir eserdir. Wilde, karakterler aracılığıyla insan psikolojisinin derinliklerini keşfeder ve okuyucuya insan doğasının karmaşıklığı üzerine düşünme fırsatı sunar.

Kitaptan Alıntılar

“İyi etki diye bir şey yoktur. Bay Gray bütün etkiler ahlakdışıdır… Bilimsel açıdan ahlakdışı.”

“Neden?”

“Çünkü bir insanı etkilemek demek, o insana kendi ruhunu vermek demektir. Etkilenen kişi kendi doğal düşünceleriyle düşünemez ya da kendi doğal tutkularının ateşiyle yanamaz. Erdemleri kendisine gerçekmiş gibi gelmez. Günahları -günah diye bir şey varsa- ödünç günahlardır. Bir başkasının müziğinin yankısı haline, kendisi için yazılmamış bir rolü oynayan aktör haline gelir. Hayatın amacı kendini geliştirmektir. İnsanın kendi doğasını etkisiz biçimde geliştirmesi… hepimiz işte bunun için buradayız. Bugünlerde insanlar kendi kendilerinden korkuyorlar. Görevlerin en büyüğünü unuttular, bir insanın kendine karşı görevini. Elbette yardım etmeyi seviyorlar. Yoksulları doyurup dilencileri giydiriyorlar. Ama kendi ruhları aç ve açıkta. Bizim soyumuzda cesaret diye bir şey kalmadı. Belki de hiçbir zaman olmamıştı. Ahlakın temelinde Tanrı korkusu yatıyor ve bizi bu iki korku yönlendiriyor.” (s. 108)

-“Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, insanlar bilge olamayacak kadar çok okuyor, güzel olamayacak kadar çok düşünüyor.” (s. 182)

– “Dünyadaki büyük olayların beyinde meydana geldiği söylenmiştir. Evet, beyinde, bu yüzden dünyadaki büyük günahlar da yalnızca beyinde işlenir.” (s. 110)

YORUM

WORDPRESS: 0