Muhammet Erdevir | Şiirli, Şarkılı, Çiçekli Yazı

ANA SAYFADeneme

Muhammet Erdevir | Şiirli, Şarkılı, Çiçekli Yazı

Muhammet Erdevir "Şiirli, Şarkılı, Çiçekli Yazı" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Muhammet Erdevir | Sonuna Mim Konmuş Masallardan
Muhammet Erdevir | Hatırla O Mermer Kafesi
Zeynep Neva | Taş

Muhammet Erdevir | Şiirli, Şarkılı, Çiçekli Yazı

İşbu yazı Birtakım Mektuplar’ın ilkidir.

“Ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi”

Ah kıymetlim ah… Işığım, gözümün nuru, kalbim, ruhum, her şeyim…

Sensiz geçen bir gün daha tamama eriyor. Ben bir kez daha sensizliğin sızısını duyuyorum. Bir kez daha kalbimde acı. İçime saplanan bir şeyler, belki ruhumun aynasından saçılan cam kırıkları… İnsanın kalbi ruhsal bir acıyla gerçekten yanar mı? Yanarmış demek. Hatta içten içe kor olup tutuşurmuş.

Ben o saplanan cam kırıklarını da içimdeki ateşi de çok iyi biliyor ve hissediyorum. Neler gelip geçiyor içimden sana dair, her saniye kaç hayali karşılıyorum sana anlatabilsem. Böyle yazarak değil, gözünün içine bakarak. Varlığını duyumsayarak.

Olmaz. Yüzünü bile görmemişimdir, sesini duymamışımdır, şarkılar ve şiirlerle sarhoş olmuşumdur. Olmaz.

*

“Sen benimsin bahar gözlüm
Yarınlar da ikimizin
Yürüyoruz”

Aramıza bin tane dağ çekebilirler, bin nehrin sularını akıtabilirler yalçın vadilerden. Çağlayanlar delirip köpürebilir sana ulaşmamı engellemek için. Ne önemi var? Sen benimsin, ben seninim. Ve bahar ikimiz için, yalnız ikimiz için geliyor dünyaya. Kuşlar kanatlarını sana ulaşmak için çırpıyor, güneş tenini okşamak için doğuyor. Engellerin, sınırların, aşılmaz sarp kayalıkların ne kıymeti var?

*

“Sen bir yerde ben bir yerde
Ayrı düştük aynı yerde
Senden önce bilmiyordum
Şimdi düştüm ben bu derde”

Ah bu gurbet eller…

İnsan bir düş kuruyor, bir hayale kapılıyor. Uzaklığı aşmak, yaklaşmak, yakın olmak, bir olmak ve dahi “bir” kalabilmek istiyor. Seviyor, sevilmek istiyor. Yanıyor, ateşi harlansın istiyor. Ayrılığı aşmak, mesafeleri geçmek, engelleri bir bir yıkmak için hayal denizlerine yelken açıyor. Ama ne mümkün!

Ah kıymetlim, ışığım, yaşam kaynağım…

Hasretinle yanıyor bütün dünya. Bir nehir akıyor aramızda ki kaynar bir volkandan doğuyor adeta. Harareti gözlerimi yakıyor, gözlerim hasret ıstırabıyla daima nemli. Ne zaman seni düşünsem gönlümde fay kırıkları, yokluğun kalbimi bin parçaya bölüyor. Aklımda bana ait ne varsa söküp alıyor, aklım bile bende değil. Akıllı biri değilim artık. Deli desen değilim, o makama almazlar bencileyin bir garibi.

*

“Her şey seninle güzel yolda yürümek bile
Olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile
Her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile
İçimdeki bu korku gözümdeki yaş bile”

Seni düşünmek, beklemek, özlemek… Her şeye rağmen güzel şey. Hiçbir güzellik bedelsiz değildir. Bu da öyle. Bir bedel ödemem gerekiyor ve ben anbean yanarak ödüyorum bu bedeli. Her an yok olmanın eşiğine varıp geri dönüyorum gözlerinin ışığına sarılıp. Gözlerinin hayali ile tutunuyorum hayata. Yokluğunla geçen ve seni beklediğim her gün ayrı bir ıstırap ve ayrı bir imtihan. Sensizlik, sessizlik, kimsesizlik ve belirsiz bir süre beklemek imtihanına girip duruyorum. Yorucu değil ama insanın ciğerini söküp alıyor sanki. Acısı büyük ve derinde.

Şimdi desen ki, niye sustun, gölgemle bile olsa konuşabilirdin. Evet, haklısın. Sustum. Ciğerimi parçalama pahasına sustum. Kendimi yok edecek kadar sustum. Kalbimi söktüm attım da öyle sustum. Ama gözlerime baksan görürdün suskunluğumun sebebini. Deniz kabarır kabarır da bir anda dalgaya dönüşür ya, benim susuşum işte o kabarma anıydı. Oysa şimdi gürül gürül akıyorum adımını attığın koyaklara. Tüm limanları işgal ediyorum, tüm sahillerine koşuyorum. Dörtnala geliyorum sana kimsenin engelleyemeyeceği şekilde.

*

“Kime sorsam dönüşüm yok, nereye gitsem mavi
Yelkenimde deli rüzgâr, her yanım tuz, deliyim”

Uzaklarda bir ağaç hayal ediyorum, yalnız ve ıssız. Etrafında papatyalar açmış, gökyüzü masmavi. Buram buram kır çiçeği kokuyor dünyam. Hava ılık, taze bir dağ meltemi okşuyor tenini. İkimiz o ağacın gölgesinde oturmuş, kelebekleri ve arıları izliyoruz. Yanımda, yanı başımdasın. Ellerin o kadar yakın ki ellerime o kadar olur. Nefesini duyuyorum, sesini. Kalbinin atışını dinliyorum en ahenkli musiki yerine. Gözlerin doluyor bana bakarken, gözlerim dolu dolu bakıyorum ben de sana. Yıllar öncesinin hayalleri dolaşıyor başımızda, güzel hatıraların birinden kalkıp öbürüne konuyor gönül kuşu. Mutluyuz, ancak bir rüyada yakalanacak bir mutlulukla dolmuş tüm hücrelerimiz. Sözcükler dökülüyor dilinden şeker şerbet. Sesin ninni gibi yayılıyor etrafımıza. O kadar mesuduz ki o kadar olur!

Ellerini tutuyorum, sımsıkı tutuyorum. Asla bırakmayacağım şekilde sıkı sıkı alıyorum avuçlarıma. Bir kelebek gelip konuyor omzuna. Kanatlarını birkaç kez açıp kapatıyor. O da mutlu halinden. Göz ucuyla bakıp gülümsüyorsun. Tebessümünü bir cennet müjdesi kabul ediyor ruhum, huzurla doluyor içim. O kelebeği bir uğur kabul ediyorsun, her şey daha güzel olacak diyorsun bana. Ben de o uğuru kabul edip tasdik ediyorum seni: Her şey çok daha güzel olacak gönlümün sultanı diyorum.

Aynı rüyayı paylaşıyoruz seninle. Aynı rüya senin kalbinden geçip dokunuyor kalbime. Kalplerimiz aynı ritimle çarpıyor. Saadet, huzur, bitmeyecek mutluluk… Sen varsın, iyi ki varsın. Huzur ve yaşam kaynağımsın.

*

“o kadar sevdim ki resmini
işte bugün konuştu benle
yorulmuştum çalışmaktan
karda uzun yürüdük senle”

Uzun ve gönderilmemiş mektuplar yazıyorum sana. Öksüz kelimelerimi geçtiğin yerlere serpiştiriyorum. Boynu bükük çağrıcılar gibi ismini fısıldıyorlar gelip geçen herkese. Bense bekliyorum. Hiçbir şey ummadan, istemeden, dilemeden uzak ve belirsiz bir gelecekteki bir vuslatı bekliyorum kalbimde bin bir özlemle.

Zaman kendini çoğaltıyor. Gün doğumları ve gün batımları birbirini kovalayıp duruyor. Bense büyük bir girdabın akıntısına kapılmış bir şekilde kaderime razı olmaya çalışıyorum. Başka türlüsü yok kanaatimce. Varsa da bilmiyorum. Beklemek… Beklentisiz bir şekilde beklemek… Ne kadar zor ve çetin bir yola girdiğimi düşünebiliyor musun?

*

“geceleri resmine baktım
olanları anlattım
seni bir görsem diye diye
uyudum yağmurun sesiyle”

Bunca söz, sanma ki sitem. Asla! Sana sitem etmem, edemem. İnsan gözünden sakındığına sitem eder mi hiç? Allah günah yazmaz mı böyle bir cinayete? Sitem değil lakin kalbimde sızlayıp duran bir acı var ki dermanı da ilacı da tedavisi de yok. Beni değirmen taşı misali inim inim inleten işte bu. Senden başka hiçbir şey düşünemez hale getiren, aklımı başımdan alan, ayık kafayla sarhoş eden işte o eski yaradır.

O yara, sensizlik hançerinin paslı ağzıyla açılmıştır kalbimin tam orta yerine. Sensizlik… Derin bir kesik halinde kanayan bir zehirdir içimde. Susuzluktan beter, ölüm korkusundan çok daha kesindir. Ah o sensizlik yok mu ah! Seni benden esirgeyen, uzakta tutan, değil görmeyi sesini duymayı bile kısıtlayan o zalim yoldaş yok mu! Bekletir, erişilmez. İnletir, duyulmaz. Süründürür, görülmez. Sensizlik öyle bir dağdır ki çöker ben gibi bir garibin omuzlarına. ıstırapla tutuşup yanarım da bir Allah’ın kulunun haberi bile olmaz.

*

“okuduğum her cümlede
konuştuğum her insanda
gördüğüm her güzellikte
sen de varsın
sen hep varsın”

Sitem değil, asla sitem etmem. Şikâyet değil, şikâyete dilim varmaz. Fakat bil ki aradaki bunca mesafe ve engele rağmen seni gece gündüz anar, düşünürüm. Aklımı, gönlümü, ruhumu sana vakfetmişim bir kere. Gayrısını bilmem, anlamam. Kara sevdaya düştüm ya, severim hem de çok severim. Tüm hücrelerimle sever ve seni Yüce Allah’tan dilerim.

Sevdam, kolum kanadım, ışığım…

Sen daima mutlu ve huzurlu ol. Yanmak icap ediyorsa ben dünden razıyım, yanarım. Yolundan ayrı bir ömür sürmektense bırak ayağının tozu olayım. Belki bu sayede içimde çoğalıp duran ıstırabı anlatacak kadar yakın olabilirim sana. Belki de…

Daha Eski Gönderiler

YORUM

WORDPRESS: 0