Batuhan Çağlayan | Şairin Kişiliğinin Şiiri Üzerindeki Etkisi

ANA SAYFADeneme

Batuhan Çağlayan | Şairin Kişiliğinin Şiiri Üzerindeki Etkisi

Batuhan Çağlayan "Şairin Kişiliğinin Şiiri Üzerindeki Etkisi" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Muhammet Erdevir | Işık, Gölge, Ürperiş
Muhammet Erdevir | Düş Serinliği
Muhammet Erdevir | Şiirülke

Batuhan Çağlayan | Şairin Kişiliğinin Şiiri Üzerindeki Etkisi

“ben kendimi zehirlemeye devam ediyorum
oğlum kendini zehirlemeye devam ediyor” ([1])

Şairin bir gözü bedenin içinde, diğer gözü ise projeksiyon olarak yerkürenin (kendi bedeninin kapladığı alanı oluşturan kubbenin – dünya = kişinin kendisi) tam da üstündedir. Bu sebeple, doğurduğu-doğurttuğu melez bir narsisttir.

Kendisi hummalıdır. Hummalı bir görüş çabası içerisindedir. Bu görüş, çoğunlukla bedenin içindeki, organlar-sindirim-boşaltım-sinirler, seyri takip eder. O ateşi, o hastalıklı ve iğrenç, garip, aynı zamanda çok da sıradan zihin yolu/düşü üzerinde yakar. Nitekim o ateşten çıkan duman şiirdir ve çoğu zaman bir silüete benzer – yaratıcısının simasını taşır yüzünde, her yerinde. Yani şiir, şairinden bağımsız değildir.

Şair narsisttir ve sonucunda şiiri de öyle doğar. Şiiri şairinden bağımsız olması mümkün değil ancak DNA’sını taşımak zorunluluğu noktasında şüphelere sahibim. Doğan şiir ya da sadece aracılık ya da formalite olarak doğma işlemini gören şiir, var oldurulurken ya da varlığına etki edilirken şair, kişiliğini ona aktarmaya çalışır. Bu “kişilik” aktarımı sonucunda şairin kimliği artık yok olur – orada şair’in dışında bir “birey” vardır; bu birey gerçek değildir – başkalarının oluşturduğu, nesnelerin yonttuğu, süzmelerin boyadığı bir yürüyen heykeldir. Bu heykel, bir sürü yanılgıya, safsataya, alınganlığa sahiptir ve bunları yazdığına da yansıtır. Bunun sonucunda şiiri, sosyal bilimlerin herkesin doğru olduğu düzlemine ve hakikat kavramına uzak merdivenine tırmandırır, yani kendi alanından çıkarır; hükmettiği zaman akışından ve hakikate en yakın olma konumundan; yapaylaşır, gruplaşır, düşünceleşir, duygulaşır yani bir nevi dokunulmaz olur – kötünün dokunulmazlığına erişir. Şiir, şairin gözetiminden çıkmamalı, çıktığında ortaya şiir değil “inançların” anakronik-zamanını kaybetmiş metinleri ([2]) ortaya çıkıyor.

Bu kutsallık ve zamanını kaybetmiş metinler, şiir adı altında ortaya çıkıp zamanını kaybetmiş ya da mahremiyet alanında olduğunu sanan akıllara sunuluyor. “İnanacak”, “benimseyecek”, “özdeşleştirecek” malzemeler çok olduğundan, insanların bu gibi şeylere ihtiyacı olduğundan, bizim çakma ve kapitalist düzendeki kabile şefi, yalvaç arkadaşımız da kendine, yazdığına, yaklaşılmasın ve laf edilmesin diye hendekler kazıyor. Bunu görünce de aklıma ne güzel masallar geliyor; mağaradaki örümcek, fil vakası, çarmıh, Kızıldeniz ve evet, ıslıkçı cinler.

Şiir, şairinden bağımsız değildir ancak ona yargılar gözde bakmalıdır. Tanrı yoktan var ve kullarını da yoktan var ediyor – kendisinden; benzememesi mümkün mü? Ancak sorgu sual var.

Ve bir ses duyulur şairden: “Bedenimin sözcüklerden oluştuğunu gördüm düşümde.” ([3])


([1]): Cem Yavuz, 20 Ölümsüz Şarkı, EstNon, 2014

([2]): Antik zamanlarda, henüz düzyazıya saygı duyulmamışken, ne hakkında yazılırsa yazılsın şiir formatında ve onun ölçülerine uygun şekilde yazılırdı.

([3]): Abdelkebir Khatibi

YORUM

WORDPRESS: 1
  • comment-avatar
    sertan 2 yıl ago

    Bunun bir genelleme mi yoksa yalnızca narsist bir şairin üretim sürecine dair bir soyutlama mı olduğunu anlayamadığım için sadece nehrin öte yakasından bahsedeceğim.

    Bunun geçerli bir genelleme olabilmesi için şiirin 21. YY’ın ideolojik atmosferine doğan yabancı/yalnız şiirden ibaret olması gerekirdi. Böyle bir yorumu genellemek, şairi de böyle bir genelleme ile tanımlamak için şiirin sözlü geleneğini, halk şiirini ve halk ozanını, gerek feodal gerek kapitalist toplumun toplumsal mücadelelerinin bir parçası olan toplumcu şiiri tamamen dışlamak gerekir.

    Narsisizm bir hastalıktır, şiirde de.