ANA SAYFADeneme

Kadriye Çiçek | Dört Mevsim Yorgunluk

Kadriye Çiçek "Dört Mevsim Yorgunluk" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da

Barış Erdoğan | Mutsuzluğum Karun Hazinesi
Muhammet Korhan | Derin ve Aktif Düşünmek Üzerine
Rahmi Kızıltoprak | Vicdan Meşaleleri
[sharethis-inline-buttons]

Kadriye Çiçek | Dört Mevsim Yorgunluk

“Neden gülmüyorsun hiç?”

“Niçin gülecekmişim?”

“İnsan olduğun için olabilir mesela.”

“Ruhum doldu, bedenim doldu. Bu da insan olduğum için. Ne içim içime ne de dışım dışıma sığıyor. Anlıyorsun değil mi? İşte bu da insan olduğum için.”

“Bir tür iç sıkıntısıdır, geçer. Kaybetme kendini.”

“Hmm, anlamadın sen beni. İşte esas mesele bu!”

“Bilmece gibi konuşuyorsun…  Her şeyi derince düşünmenin gereği yok. Yaşıyorsun, bu yeterli değil mi? Neyse ne vaktim yok, gitmem gerek.”

Yaşamak mı diye sordu kendi kendine. “Yaşıyor muyum? Çıldırmak üzereyim; müthiş bir sıkıntı. Gözle görülmüyor, anlayanı yok, anlamı ne bilmiyorum. Kelimelerle karmaşıklaşıyor, acı ve mutluluklarla bütünleşiveriyor. Çıldırmamak elde değil. Ürkütücü, bir bilinen bir bilinmeyen müthiş bir sıkıntı.”

Nasıl da çatışıyor insan kendisiyle, ruhuyla, aklıyla değil mi? Kayboluyor kendi içinde, varla yaşamak arasında nasıl da cebelleşiyor. Kendisine yöneliyor ama korkuyor. Kendisini bulmaktan mı korkuyor? Yok, sadece kendi kendisini düşünen ama kendisinin farkında olmayan insan mı korkacak?

Huzursuz ama sakin, sessiz bir ahenk hepimizin içinde. Herkes birbirine yabancı, birbirinin hikayesine, en çok da kendine. Sahiden de çıldırmamak elde değil. Ah bu müthiş iç sıkıntısı; tasa ve koşuşturmaların, ihtiras ve korkuların, endişelerin, zulümlerin, açgözlülüğün, merhametsizliğin bol bol olduğu bir tünel ve buğday öğütür gibi öğüten bir döngüsün sen. Bu yüzden yaşamaya mecal az, mahal çok, zaman ise bir varmış bir yokmuş. Gerçekten var mıdır içimizi kemiren bu sıkıntının adı, gerçek bir sebebi? Tabi, her şeye bir sebep illaki vardır.

Belki de Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan kitabında söylediği gibidir: “İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum  bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan yok… İçimizde aciz… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…”

  Her yanımız; ruhumuz, bedenimiz, iç sıkıntımız dinmek bilmeyen dört mevsim yorgunluk şimdi oysa. Kurtulmak için gayret ettiğimiz ve uzaklaşmak için olabildiğince koştuğumuz, değiştirmek istediklerimizin önünü sanki surlarla kapatan, sırtımıza altında ezileceğimiz yükler aldıran, bilmeksizin konuşturan, yargılayan hissettiğimiz her şeyden kaçıran dört mevsim bir yorgunluk. Peki ya sebebi olduğu gibi bir çözümü de var mıdır acep?

    Bunlar gibi daha nice soru ve muallak cevaplar. Vaktimiz yok, ne bu soru ve cevaplar için ne de anlamaya, dinlemeye, anlatmaya, hem kendi hikayemize hem de başka hikayelere değmeye vaktimiz yok. Üretip tüketiyor, tüketip üretiyoruz. Hulasa, durup bakmaya, huzurlu, samimi bir gülmeye vaktimiz yok. Bir de kalkmış yaşadıklarımıza bir sebep, bir ad, bir tanı koymaya çalışıyoruz. Üstelik huzurla güleceğiz öyle mi? Artık sessizce katılaşıyoruz.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0