ANA SAYFADeneme

Barış Erdoğan | Mutsuzluğum Karun Hazinesi

Barış Erdoğan "Mutsuzluğum Karun Hazinesi" adlı denemesiyle Edebiyat Daima'da.

Merve Yıldız | Gecenin Tılsımı
Zeynep Neva | Taş
Muhammet Erdevir | Hatırla O Mermer Kafesi
[sharethis-inline-buttons]

Barış Erdoğan | Mutsuzluğum Karun Hazinesi

Zehrin dermanı başkadır.

-Mutsuzluk sevilir mi?

-Evet, sevilir. Çünkü yaratıcılığımı kışkırtıyor.

Mutlu olup da farkında olmayan, mutsuz olup da farkında olandan daha mutsuzdur.

Romanya’da Bir Çoban (Kaynak: Wikipedia)

Masalcı sözcüklerin değil, dile gelmezin büyücüsüdür.

İnsanda Çinli çoban şansı (!) olacak, derdi babam. Adam tükenmez bir hazineydi. Hani, Arap, Fars ne bileyim Afrikalı çoban şansı dese aklıma yatar da Çin Maçin’le ilgili masalı nerden duymuştu?

Aklımda ne kaldıysa onu anlatayım: Çinli çobanın biri koyunlarını otlatırken bir ses duyar, sesin geldiği yöne koşar, çağıl çağıl akan ırmakta genç kızlar çimmekte. Aklına bir hınzırlık gelir, kızlardan birisinin elbisesini alıp bin arşın uzaklıkta saklanır. Bir kara bulut çöker, bir yağmur boşalır, derken bir de ne görsün? Gelinlik giymiş kızlar gökyüzünde uçuşuyor. Çoban şaşkın, çünkü genç kızların elbiselerini kaşla göz arasında soyundukları yerden alıp giyinmeleri imkansız. Varıp bakar, elbiseler yerli yerinde duruyor. Şaşkınlığı bir kat daha artar. Teselli imdadına yetişir: Irmaktan güzel mi güzel bir kız çıkar, eş olur. Çoban mutlu, kız mutlu. Mutsuz olan masalın devamını unutan anlatıcı.

Mutsuzluğunuzu boyayıp gelin demişler, aynı renkte mutsuzluk bulunamamış.

Mutsuzluğun en karasını kaçırıp bir mezarlığa defnetmişler, yeter ki insanoğlu onu görüp de mutsuz olmasın. Bir kendini bilmez, çırpınmaya başlamış: “Benim bir eksiğim var, ama bilemiyorum, mutlu da değilim.” Komşuları: “Anlat hele. Ne ola ki?” demişler. Bilsem çırpınır mıyım efendim, feryatları uzadıkça uzamış. Adam çırpınmayı kestikten sonra bir filozofa danışmış: “Efendim, işim var, param haddinden fazla, çocuklarım da okuyor, çorbam da kaynıyor.” Filozof, adamı karşısına almış, “Sen bir dağa sahipsin, onu ovaya yıktıkça dağı yitireceğinden korkuyorsun. Terazinin bir gözünden diğerine aktarmak gibi bir şey bu durum.”

Tess Gerritsen

Düşündüm de benim mutsuzluğum masalın devamını unutmam üstüne mi, felsefi sözlerin altında kalmam mı? Hayır! Ödül s’avcıları üstüne. Çin asıllı Amerikalı doktor Tess Gerritsen (Yörünge ve Kemik Bahçesi adlı yapıtları sarsıcıdır.), ödüller konusunda şöyle der: “En tatmin edici ödül beklemeye mecbur kaldığındır.” Gerçekten beklenendir en güzel ödül. Yaşar Kemal’in Nobel’i beklemesi gibi ya da bizim onun alması gerektiği konusundaki çabalarımız gibi. Karakterler’de bin kırk dört karakter çizen ünlü Fransız yazar La Bruyere ödül konusunda -zihnimi okuyarak- tek dozluk bir reçete yazar: “Kişiye hak ettiğinin altında ödül vermekten daha kötü bir şey olamaz.”

Kendimi bulduğum gün büyük bir ödülün (Ben ona Nobel değil, NO BEL diyorum.) peşine düşeceğim, büyük avcıların en güzel ceylanı avladığı gibi avlayacağım. Önce bir muhasebe yapmalıyım. Nasıl?

Herkes bir yerlerde birileriyle buluşuyor, ben kendimi bulmaya çalışıyorum. Kendime ihtiyacım yok. Aslında ben başkalarından kalanım. Biraz dağları eritiyorum, biraz denizlerin kabarmasını sağlıyorum, biraz da düşüncelerimin kabuğunu soymaya çalışıyorum.

Dört kutsal kitabı okumadığım için mutsuzum. Birbirinin devamı niteliğinde gördüm. İyi insan, dürüst insan nedir, nasıl olunur, hepsinin özü… Her insana özel kitap inse hiçbirinin değişmeyeceği kanaatindeyim, ben de dahil. Çevrem Thersites’le dolu. Hani Truva Savaşı’nda çirkin bir adam vardır, herkesi aşağılama hastalığına tutulan, onun gibi. Birkaç güzel insanın hatırı için kötülükleri görmezden geliyorum. Kısaca mutsuzum. Başı parmaklığa sıkışmış bir çocuk gibi…

Bulutu çizerler, gökyüzünü unuturlar.

Çocukken yaramazlık çemberimiz geniş olduğundan yeni oyunlar icat eder, kendimizi sıkıntıya sokardık. En acımasız tuzak ahşap parmaklıklardı. Başımızı yarım saatlik yorucu bir çalışma ve gayretle ahşap parmaklıklardan geçirir, dönüşünü yapamadığımız için Pyhrro’yu (annemizi) beklerdik. Onun sözü şu olurdu: “Başınızı nasıl soktuysanız öyle çıkarın.”

Pyhrro’yu merak eden olursa… Hikâyesi, Bertrand Russell’dan: “Öyküye göre gençliğinde bir akşam yürüyüşü sırasında, felsefe hocasını (ilkelerini ondan almıştı) kafası bir çukura sıkışmış ve kendini kurtaramayacak bir durumda görür. Bir süre onu seyrettikten sonra, yaşlı adamı dışarı çekmenin bir yararı olacağını düşünmek için yeterli neden olmadığına karar verip yoluna devam eder. Onun kadar kuşkucu olmayan çevredeki insanlar hocayı kurtarırlar ve Pyhrro’yu acımasızlıkla suçlarlar.”

Ne zaman çevrede bir parmaklık görsem başım sıkışmış Pyhrro’yu bekliyorumdur. Geleceği umudu beni mutlu ediyor.

Zehir bana derman.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0