ANA SAYFAKitaplık

İsmail Kılınç | Bahaeddin Özkişi’nin “Sokakta” Romanına Dair Bir Tahlil Denemesi

İsmail Kılınç "Bahaeddin Özkişi'nin 'Sokakta' Romanına Dair Bir Tahlil Denemesi" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

İsmail Kılınç | Kültür Aktarımı
İsmail Kılınç | Ahmet Şükrü Esen’in “Anadolu Âşıkları-1 / Karacaoğlan” Kitabına Dair
İsmail Kılınç | Bir Töre Romanı: Gök Orda

İsmail Kılınç | Bahaeddin Özkişi’nin “Sokakta” Romanına Dair Bir Tahlil Denemesi

[sharethis-inline-buttons]

Yazar Hakkında

Bahaeddin Özkişi, 1928 Haziranında İstanbul Fatih’te dünyaya geldi. Babası Manisa Demirci ilçesinin Nakşi şeyhlerinden Hacı Halit Efendi’nin oğlu Ömer Lütfi Efendi’dir. Aileden gelen Nakşîlik, evde düzenlenen sohbetler vasıtasıyla Özkişi’yi de derinden etkiledi. Evde düzenlenen sohbetler, onun için ilk okul deneyimine dönüştü. Her olayın derinindeki hikmetleri kavraması açısından yazarı besledi. Varlıklı bir ailede değildi; ama kanaat hazinesine sahip bir çevrede yetişti.

Karagümrük Ortaokulunu bitirdikten sonra Sultanahmet Sanat Enstitüsü’nde okudu. Sanatkâr ruhu burada kendini gösterdi. Bir patlama neticesi okul atölyesinde ölen ve yaralananlar onu roman denemesine sevk etti. Artık küçük hikâyeler de yazıyor, beğenmiyor yeniden yazıyordu. Bu arada durmadan okuyordu. Mezun olunca Haliç Tersanesi’nde ustabaşı oldu. Orada karşılaştığı değişik tipler, olaylar, gemi sintinelerindeki zehirli havada ekmek parası kazanan küçük çıraklar, mahallesi, semt sakinlerinin ahlakları, sergüzeştleri ve kişilikleri Onda derin etkiler bıraktı. Askerliğini 1947’de Erzurum’da yaptı. Yeşilköy hava alanında çalıştı. Bu sıralarda okumaya, yazmaya ve kendi varlığıyla ilgili hakikatleri araştırmaya olan yoğun ilgisi nedeniyle tanıştığı edebiyat ustaları kendisiyle yakından ilgilendiler. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın evindeki bir sohbette yazdıklarını dinleyen Tanpınar, “Devam et evladım. Sen on tane Sait Faik edersin!” diyerek beğenisini bildirdi. Böylelikle hikâye yazmaya daha bir şevkle devam etti. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi’ne kaynak atölye şefi olur. İki yıl Almanya’da kaldı. Orada Kaynak Öğretmen Okulu’nu bitirdi ve incelemelerde bulundu. Bir yandan Batı dünyasının iç yüzünü yakından öğrenme fırsatı bulurken, öte yandan fikrî anlamda daha derinleşmiş olarak döndü oradan. Yazmayı ara vermeden sürdürürken bir yandan da Süheyl Ünver’den tezhip dersleri aldı. Cam üzerine tezhip çalıştı. Bir yandan da eski İstanbul evlerinin maketlerini üç boyutlu ve dört cepheli olarak yapmaya uğraştı. Aksesuarına en ince teferruatına kadar dikkat ederken malzeme olarak yıkılan eski ahşap evlerin tahtalarını kullanarak asıllarına çok uygun bir şekilde yapıyordu. Bu nedenle emsallerinin fevkinde büyük sanat eserleri çıkabiliyordu ortaya.

1959’da hikâyelerini “Bir Çınar Vardı” adlı kitapçıkta topladı. Yirmi dokuz küçük hikâye ve bir ithaf hikâyesiyle otuz hikâyecikten meydana geliyordu bu kitapçık. 1960-1969 yılları arasında hikâye yazmaya devam etmiş ancak bunları kitap halinde bastırmamıştır. 1969’da, evlendikten sonra eşinin teşvikiyle yazmasını sürdürdü. O söylüyor, dikkatli bir okuyucu olarak ve yapıcı tenkitleriyle sürekli ona cesaret veren eşi el yazısıyla yazıyordu. Vefatından iki gece öncesine kadar yazmaya bu şekilde devam ettiler. Bu yoğunlaşmaların ardından 1970-1971 yılları arası “Köse Kadı- Uçdaki Adam – Sokakta” olmak üzere üç roman ve ilk hikâye kitabının haricindeki hikâyelerinin yeniden gözden geçirilip ilavelerle “Göç Zamanı” adıyla basılması mümkün olmuştur. Aynı zamanda Anadolu’da ahilik teşkilatı ve sünni-şii çatışmalarını içeren bir roman yazmaya başlamış fakat ömrü vefa etmemiştir.

Bahaeddin Özkişi seçkin ve pırıl pırıl bir insandı. İçi nasıl ise dışı da öyleydi. Her kitabı için nefsini muhasebeye çeker, “Büyük hesap gününde suçlu düşmeyeyim.” derdi. En verimli çağında iken, beyni yüklendiği mana yüküne takat getiremedi. “Bu terazi bu kadar sikleti çekmez.” diyen yazar beş günlük bir mücadele sonunda yenik düştü. 10 Kasım 1975’te (47 yaşında) hakkın rahmetine kavuştu.[1]

“Sokakta” Romanı Üzerine[2]

İlk baskısı 1975 yılında Ötüken Neşriyat’tan yapan Sokakta, yine aynı yayınevinden 20. baskıya (Eylül 2020) ulaşmıştır. Romana sadece bu yönüyle baktığımızda toplumsal hassasiyetlere kırk beş yıldır seslendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca roman, yayınlandığı yıl, “Peyami Safa Roman Yarışması”nda “Başarı Ödülü” almıştır.

Türk modernleşmesi, birçok sahada olduğu gibi edebî ürünlerin muhtevasını da derinden etkilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, beraberinde birçok edebî tür kazanmamızı sağlamıştır. Sözlü gelenekten bugüne kadar “anlatı” konusunda (destan, masal, halk hikâyesi vs), ilgisi ve yeteneği olan Türk milleti, yeni bir tür olarak romanı kabullenmiş ve hatta benimsemiştir denilebilir. İlk ürünlerini Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı’nda  (1860-1895) gördüğümüz “roman” türü, konu olarak bahsetmiş olduğumuz modernleşme sancılarına eğilmiştir. Modernleşmenin baş aktörü ise “Batılılaşma” sorunudur. Bu noktada Prof. Dr. Mehmet Narlı’nın kapsamı genişleten şu değerlendirmesi önemlidir: “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar roman, çok genel bir ifade ile söyleyecek olursak, Batılılaşmanın doğurduğu problemleri, geleneğin ailedeki, toplumdaki, siyasal hayattaki çözülme emarelerini, yenileşmenin zaruretlerini ve yollarını işlemiştir.[3]

Bütün Batılılaşma çabalarının yansıması olarak romanlarda artık klâsik sayılacak bir Doğu-Batı çatışması söz konusu olacaktır. Sadece Batılılaşma sorunsalını merkeze alan birçok roman, günümüze kadar “kült” olma özelliğini koruyacaktır. Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye ve Yalnızız’ı ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanlarını bu sorunsala değinen eserler olarak örnekleyebiliriz. Bahaeddin Özkişi de Sokakta romanı ile Batılılaşmanın ahlâki çöküntüye sevk eden taraflarını anlatan romanlar kervanına katılır.

Sokakta romanı, 1970’lerin Türkiye’sinde geçmektedir. Ancak tarih, eserin arkasında bir fon teşkil etmektedir. Nitekim ele alınan konu, Türkiye’nin yüz elli yıllık sorunlarına işaret etmektedir. Romandaki olay, sokakta, konağın yanında yaşayan yaşlı bir kadının öldürülmesiyle başlar. Bu cinayetin perde arkası ve sonrası birlikte anlatılır. Eserde fikirler çatışır ve bu anlamda eser durağandır. Polisiye unsurlarla entrikalarla nisbeten hareket kazansa da hareketten çok fikriler ön plana alınır. Roman, yapısı itibarıyla diyaloglarla örülmüştür. Kahramanlar birbirleriyle diyalog hâlindedir. Özellikle psikanaliz seanslarla karakterlerin hayat serüveni, hatıraları ile zenginleştirilmiştir. Roman, Komiser ile komiserin çocukluk arkadaşının bir cinayetten dolayı polis karakolunda otuz yıl sonra karşılaşmasıyla başlar. Ancak anlatılanların hepsinin anlatıcıya komiser tarafından aktarılmakta olduğunu romanın sonunda anlarız. Anlatıcı kişi “son söz”de karşımıza çıkar. Polis tarafından katil olarak görülen kişi, ölen yaşlı kadının küçük oğlu, katilin “ONLAR” olduğunu söylemektedir. Komiser ise arkadaşının kendi annesini öldürmediğinden emindir. Bu mahallede böyle bir cinayetin olduğuna da inanmamaktadır. Soruşturmayı başlatır. Önce suçlu olarak görülen arkadaşı ile görüşür. Oldukça esrarengiz biri olan arkadaşı cinayetin bir insan tarafından yapılmadığını “ONLAR”ın yaptığını söylemektedir. Dürüst, hiçbir zaman kötülüğün değiştiremediği bu adamın katil olamayacağından emindir. Artık cinayetin aydınlanması gerekmektedir. Komiser arkadaşını temize çıkarmak ve suçluyu bulmak için yanına görevlendirilmiş bir doktorla eski sokağına, cinayet yerine gider. Sokakta, pek çok şey değişmiştir. Komiser, geçmişini özlemle hatırlar… Cinayet işlenen evde ve odada araştırma yapar. Sessizlik ve fakirlik hâkimdir. Doktor gittikten sonra komiserin kulakları vınlamayla dolar. Metalsi bir ses “Onu biz öldürdük.” der ve kendilerini Allah’ın yarattığı insana secde etmeyen varlıklar olduğunu söyler. Cin ve şeytan romanın bütünü içerisinde önemli bir metin halkasını oluşturur. Katil olduğu sanılan komiserin arkadaşı hastaneye yatırılır ve komiser onu ziyarete gider. Komisere sokakta değişimin başladığından beri ONLAR’la tek başına savaş hâlinde olduğunu söyler. ONLAR, Batı medeniyetini maşa olarak kullanır. İnsanlığı, para ve madde ile yoldan çıkardığına inanır. Doktorun da “sohbet adını verdiği aslında birer psikanaliz seansı”(s.41) olan konuşmalarla eserin fikri boyutunu dikkatlere sürülmüş olur. Metin halkası içerisinde yer alan diyaloglar, olay örgüsünün çatışma atmosferinde biçimlendiğine işaret eder. Bu çatışma da -Sezai Karakoç’un ifadesiyle- “biri Peygamber medeniyeti, öbürü Şeytanlar Medeniyeti[4]  olarak görülebilir.

Sonraki günlerde komiser, cinayet aletini aramakla meşgul olur. Önce cinayetin işlendiği eve gider. Daha sonra bilgi almak için konağın sahibi Küçük Bey’le görüşür. Küçük Bey, materyalist olduğu için sokaktaki değişimi kabullenmeyen tek kişi olan katil zanlısını hiç sevmemektedir. Küçük Bey, komisere katil zanlısının suçlu olmadığını, olay sırasında onu türbede ibadet ederken gördüğünü söyler. Komiser bunu tutanakla imzalatır ve arkadaşı temize çıkar. Şahıs kadrosu ikiye bölünür. Batının fikirleri benimseyen ve onları yaymak için uğraşanlarla buna karşı direnenler. Küçük Bey; bir Fransız mürebbiye, kendini, milletini, insanları inkâr etmiş bir ana baba elinde yetişmiş ve etkilendikleri bu fikirler, yaşama biçimine, değer yargılarına tesir etmiştir. Komiser, arkadaşı temize çıktığı için mutludur. Şimdi katili bulmak zorundadır. Mahalle bakkalını sorgular ve kadında çok değerli olan bir şey olduğunu öğrenir. Komiserin araştırmaları sonucu cinayeti büyük oğlanın işleyeceği düşünülür. Yanına bir yardımcı alarak onun evine gider. Katilin onun olduğunu öğrendiği zaman yanındaki yardımcısıyla birlikte vurulur. Yardımcısı ölür kendisi de yaralanarak hastaneye yatar. Komiser iyileştikten sonra hastanede çocukluk arkadaşını ziyarete gider. Komiser, arkadaşı ve doktor işbirliği ile savaşı kazanmaya azmeder. Doktor karakterinin seçilmesi bilimi temsil ettiği içindir. Çünkü Doktor, cinleri, şeytanları masallarda kalmış yaratıklar olarak görür.

Komiser, araştırma için Küçük Bey’in evine gider. Küçük Bey, dadısının tuhaf ölümünden bahseder. Komiser bu ölüm ile son ölüm arasında bağlantı kurar. Dadı ona verilen ifrit kılı yüzünden ölmüştür. Büyülü kıl büyük bir güce sahiptir. Savaş başlamıştır. Komiser sonuca iyice yaklaşmıştır. İşin içinde “Onlar”ın olduğu anlaşılmıştır. Küçük Bey’de evinde ölü bulunur. Küçük Bey’in odasını araştıran komiser şeytana tapma ayininin düzenlendiği gizli bir yer bulur. Doktor ve komiser saklanarak büyük oğlan ile yanındaki kadının şeytana tapma ayinini izlerler. Gerçeği gören komiser onları tutuklar. Şeytanın dostluğu yine insanı darağacına götürmüştür.

“Son Söz”de Komiser’den anlatıcı hikâyeyi dinler. Gizemleri çözülmeyen bu hikâyeyi öğrenmek için araştırmaya başlar. Fakat Komiser, ona her şeyi anlatmaz. Komiser’in çocukluk arkadaşı öldürüldüğünden anlatıcı bu hikâyenin bir sonu olmadığına inanır. Komiserin çocukluk arkadaşı arkada bıraktığı kâğıtlarla insanın son yüz elli yıldır nelerle karşı karşıya olduğunu ifade eder.

Eserde geçen temalar, maksadına uygun olarak pozitivizmin ve materyalizmin eleştirisine yöneliktir. Özkişi romanda, başta Batılılaşma olmak üzere, maddecilik, bireyselleşme, kadın ve metafizik temaları üzerine yoğunlaşır. Modern ahlâk ile ilâhi takdir savaşı veren bir toplumsal yapı çizilir. Bu anlamda değişiklikler romanın birçok yerinde vurgulanır. Öyle ki bu romanın imlâsına bile yansır. Yazar değişiklik kelimesini büyük harflerle yazar. Batılılaşma fikri, en güçlü şekilde Küçük Bey vasıtasıyla aktarılır. Küçük Bey üç dil bilen ve pozitivist anlayışta bir kahramandır. Onun değer yargılarında metafizik hiçbir durum yoktur. Her şey sebep-sonuç (determinizm) içerisinde gerçekleşir. Ona zıt giden Tesbihçi ise geleneği temsil eden bir yere konumlandırılır. Yazar her ne kadar Küçük Bey’in fikirlerini benimsemediğini belli etse de kendi dilini bile zor konuşan Tesbihçi üzerinden bir özeleştiri yapar. En azından görünen ve bilinen yanıyla devlet ve gazeteler de Küçük Bey’den yanadır. Romana konu olan sokak, artık eski kimliğinden çok uzaktır. Birlik ve beraberliğin yerini bireyselleşme almıştır. Birçok postmodern romana konu olan bireyselleşme, Özkişi’nin eserinde manasını kaybetmiş bir derviş ruhuna dönüşür. Ona göre sokaktaki insanlar artık ilkesi ve ülküsü olmayan basit bir mekanizmaya dönüşmüştür. Bu noktada en derin eleştiriler, Komiser’in çocukluk arkadaşı vasıtasıyla yapılır. Onun için değişim, sokağı eski güzelliklerinden sıyırmıştır: “Hatırlıyorum, sakin sokağımızda ilk değişme, inanı sersem eden bir biçimde kendini göstermişti. O günden başlayarak her şey, itibar edilen bütün değerler, evler, evin içinde yaşayanlar, kadınlar erkekler, gençler, hep değişmiş durmuşlardı. Değişme, sokağımızda durmak bilmeyen ve devamlı büyüyen bir yuvarlanma şeklinde başladı, sonra da durmadı dinlenmedi. Hâlbuki insan böylesine sakin ve kenar bir sokakta bu kadar köklü değişiklikler olmaz sanırdı.”(s.12) Geleneksel bir uygarlıkta, “bir insanın, bir düşüncenin mülkiyetini kendine mal etmeye kalkışması neredeyse akıl almaz bir şeydir; yani her halükarda insan böyle bir şey yaparsa, kendisinin bütün itibarını ve nüfuzunu bununla ortadan kaldırmış olur.” [5] Geleneksel topluma alışmış ve değişimden nefret eden Komiser’in arkadaşı tam da bu minvalde şu cümleyi kurar: “Benim selametim tek başına söz konusu olamaz. İnancım bana kişinin değil toplumun selameti vardır der. Bir tabib bir gün bir ruhta bir ur bulursa bu ur çok zaman o kişiden çok içinde bulunduğu topluma aittir. Ben ben değilim doktor. Ben konağım, mescidim, evliyayım”(s.78). Batı’dan içselleştiremediği ahlâkı alan sokağın ahalisi, yalnızlaşıp bireyselleşirken maddenin de esiri olur. Bu esâret, metafiziğin de çöküşünü, inançsızlığı, uhrevi boşluğu getirir. Aydın Adnan Gümüş yapmış olduğu yüksek lisans tezinde şöyle bir tespitte bulunur: “Duyuların ve akli melekelerin delâletine lüzum kalmadan insan ruhu, kendi içinde Allah’la birleşir. Madde birleşme için en büyük engeldir. Mana yaşanan dünyanın dışında olan gerçek hakikati bulmak için maddenin esaretinden kurtulmalıdır.[6] Manasından sıyrılan insan robotlaşır. Değişim, madde entellerini ortaya çıkarmıştır. Yazar için kadın teması tam da bu noktada önemlidir. Esasında kadına, günümüz dünyasında eleştirebileceğimiz bir gözle bakılır. Topuklu ayakkabı giymesinde bile şeytanî bir taraf aranır. Ancak bu yazarın, “Onlar” ve “değişim”i ete kemiğe büründürme çabalarından birisidir. Tüm bu oyunları oynayanlar ise Komiser’in arkadaşının “Onlar” diye hitap ettiği cinler ve şeytanlardır. Daha doğru ifadeyle Batı’nın ahlâksız taraflarını sokağa taşıyan varlıklardır.

Romanın şahıs kadrosu baştan beri bahsettiğimiz değişime dair zıtlıklar üzerine kurulmuştur. Başkahraman (tematik güç) olarak göreceğimiz Komiser, sokağın eski sakinlerindendir. Emniyet’in görevlendirmesiyle otu yıl önce çağın şartlarına uyarak ayrıldığı sokağına dönmüştür. Uzun bir süre olaylara nesnel gözle bakmaya çalışan bir hâkim edası vardır. Ancak romanın sonu, onun da değişime direnen, “Onlar” ile her şartta müdahale eden bir konuma getirir. Cinayetteki şüpheler onu olayın içerisinde farklı sorgulamalara iter. En sonunda galip gelse de oun içinde oyun olduğu anlaşılır. Kendi inzivasına çekilir. Bir diğer direnen ve her şeyin farkında olan kişi ise Komiser’in çocukluk arkadaşıdır. Yazarın “tez”ini en çok savunan kişidir. Bu yönüyle romanda “değerin temsilcisi”dir. Anlattıklarıyla akıl hastası gibi görünse de romanın ilerleyişi onu haklı çıkarır. Olağanüstü özellikleri vardır. Tahminleri ve tahlillerinin doğruluğu anlaşıldıkça diğer kahramanların değerler anlamında olgunlaşmasını sağlar. Romanda ortada duran, bilimselliği ve tarafsızlığı temsil eden kahraman ise Doktor’dur. Doktor, yazar tarafından bilinçli seçilmiştir. Gelişen olaylar Doktor’un metafiziğe olan ilgisini uyandırdığı gibi ona her şeye determinist bakılmaması gerektiğini de algılatır. Ayrıca Komiser’in babası Tesbihçi ile romanın sonunda karşılaştığımız anlatıcıyı da düşünürsek buraya kadar verdiğimiz tüm kahramanları “olumlu kahramanlar” olarak algılayabiliriz. “Olumsuz güçler” ise Küçük Bey, kâtil ve Onlar’dır. Gülüm’ün Anası, Gardrop, Tesbihçi’nin hanımı, Hapishane Müdürü, Katilin Annesi, Bakkal, Genç Dul, Hemşire, Çamaşırcının kızı vd. fon karakter grubuna girmektedir.

Vaka “sokakta” geçmektedir. Sokağın temsili bir değeri vardır. Sosyal yaşantılar sokağın niteliğinde sunulur. Sokak, iki medeniyetin çatışma alanı olarak görülür. Birbirine karşı iki dünya görüşünün ve yaşama biçiminin temsilcisi olarak ‘sokak’ işlevsel bir değere sahiptir. Mekânın sokakla sınırlı olduğu eserde şehrin İstanbul olduğu, doğrudan veriler yerine eserin muhtevasından anlaşılmaktadır. Sokak tasvirlerinde belli bir fotoğraf gerçekliği ile karşılaşamayız. Tasvir edilen her ayrıntı konak, türbe, karakol, vs) konunun aktarılması için işlevsel olarak kullanılır. Konak, sokakta yaşanan değişmenin merkezi olmuştur. Değişmeler konağa gelir ve oradan sokağa yayılır. İçinde yaşanılan zaman, tam bir karmaşadır. Değişim her yerde sürerken türbe, mescit, cami bir sırla varlığını sürdürmektedir. Türbe ve evliya mezarları sokağın koruyucusudur. Batı fikrinde olanların son ayak bağıdır. Direnmenin başlarında yer alır. Türbe ve mescit bu direnmenin arkasındaki ilahi gerçeklerdir.

Bahaeddin Özkişi, “Sokakta” romanında zamanı müphem bırakmıştır. Tarih olarak yirmincü yüzyılın başlarını konu edinmiştir. Geriye dönüş tekniği kullanılarak otuz yıllık bir maziden bahsedilir. Tam anlamıyla kornolojik bir zaman düzeni yoktur. Zaman zaman tarihi arka planlardan yararlanılır. Anlatıcının en sonda ortaya çıkması, vaka zamanı ile anlatım zamanının aynı olmadığını gösterir. Anlatıcının vakayı aktardıktan sonraki anlatımlarıyla karşılaşan okuyucu, o ana kadar vaka zamanı ile anlatım zamanının paralel ilerlediğini düşünür. Anlatıcının ortaya çıkması, anlatım zamanını netleştirir.

Eserde kahraman anlatıcı kullanılmıştır. Ancak bu kahraman anlatıcınun konumu eserin iki farklı bölümündedir. İlk bölümde olayları nakleden kahraman, Komiser’dir. Yıldızla ayrılan ikinci bölümde ise karşımıza Anlatıcı çıkar. Her ikisi de kahraman anlatıcı konumundadır. Her iki kahraman anlatıcı da kişisel anlatım konumundadır. Kişisel anlatım için Gürsel Aytaç şu bilgiyi verir: “Kişisel anlatım konumunda anlatıcı, figürlerin arkasına gizlenmiştir, olup biteni onların gözüyle görmektedir. Bu konum anlatıcı figürlerinin canlılığını inandırıcı kılmak için seçilmiş gibidir.[7] Özkişi’nin de bu anlamda kahramanları inandırıcı kılmayı başardığı söylenebilir.

Eserin dil ve üslûbu, “Peyami Safa Roman Ödülleri”nde “Başarı Ödülü” almasındaki en büyük etkenlerden biri olsa gerektir. Çünkü Bahaeddin Özkişi, erken kaybettiğimiz kaliteli bir kurgusal metin mimarıdır. Bu mimarlığının en önemli yapı taşı kullandığı nitelikli dilidir. Eserinde anlatım, tasvir, geriye dönüş (en çok Küçük Bey ve Komiser’in arkadaşı vasıtasıyla), gösterme, diyalog, montaj (Araf/11 alıntısı) tekniklerini kullanan yazar, dili diyalog bölümlerinde ustalıkla kullanır. Geriye dönüş tekniğiyle de yüzeyselliği engeller. Ayrıca yazar “Onlar” ve “Değişim” sözcüklerini büyük harfle yazarak “yazım(imlâ) sapması” uygulamıştır. Hem dil ve üslûp hem de anlatıcı açısından düşündüğümüzde Sokakta’nın kaliteli ve modern bir roman olduğu kanaatine varabiliriz.

Sokakta, maddenin karşısında mananın, Batılı ahlâkın karşısında ilâhi takdirin, ben’in karşısında biz’in, bedenin karşısında ruhun, sekülerizmin karşısında mukaddesatın savunmasıdır. Bu savunma güçlü bir kurgu ve kahraman kadrosuyla sağlanmıştır. Bunlar tabii ki okuyucuya göre değişecektir. Ancak dil kullanımı açısından Özkişi iyi bir yazardır. Romanı kırkıncı baskıyı yapmış bir yazar için yaptığımız/yapmaya çalıştığımız tahlil ise esas itibarıyla bilgilendirme amaçlıdır. Çünkü değeri ile ilgili hükmü, aradan geçen kırk beş yıl vermiştir ki modern insan, eski sokaklarını hep özleyecektir. Sokakta, bu anlamda “hâl-i pür melâl”i kurgulayan, kurgularken de dilin büyüsünden yararlanan kıymetli bir eserdir.

Bir Bilgilendirme

Muhammet Erdevir öncülüğünde “Edebiyat Daima” ailesi “Okur Atolyesi” vasıtasıyla on beş günde bir, seçilen bir kitap üzerine yoğunlaşmakta ve programlarını Teamlink üzerinden yapmaktadır. Bu programlar da diğer gün Youtube kanalına yüklenmektedir. 31 Ekim 2020 tarihinde gerçekleşen programda Sokakta kitabı tartışılmış, tahlil edilmeye çalışılmıştır. Farklı disiplinlerde çalışıyor olsalar da birçok edebiyat sevdalısı ile buluştuğumuz bu programlar, çok kıymetli ve feyz aldığımız programlardır. Bu tahlilimde de bu programdan yararlandığımı, -bizlere yorumlarıyla katkı sağlayan atölye ekibine teşekkürlerimle – bildirmek isterim. Programımızın linki aşağıdadır:


[1] https://www.turkedebiyati.org/yazarlar/bahattin-ozkisi.html

[2] Bahaeddin Özkişi, Sokakta, Ötüken Neşriyat, Ankara-2005

[3] Prof. Dr. Mehmet Narlı, Roman Ne Anlatır-Cumhuriyet Dönemi (1920-2000), Akçağ, 2012, s.17-18

[4] Sezai KARAKOÇ, “Ak ve Kara” Zaman (Zaman Üstü Yazılar), 22.05.2006.

[5] Rene GUENON, Modern Dünyanın Bunalımı (Çev. Mahmut Kanık), Hece Yay., Ank. 2005, s.97.

[6] Aydın Adnan Gümüş, Bahaeddin Özkişi, Hayatı, Sanatı ve Eserleri (YL Tezi),Muğla Üni., 2006, s.187

[7] Gürsel Aytaç, Genel Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul-2009, s.108

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0