ANA SAYFAKitaplık

Serap Yalçın Pamuk | Kötülüğün Sıradanlığı ve Bunu Bozan Guguk Kuşu

Serap Yalçın Pamuk "Kötülüğün Sıradanlığı ve Bunu Bozan Guguk Kuşu" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Berna Karakaya | Bir Varmış Bir Yokmuş
Deniz Kara Kavalcı | Mizaç, Vicdan, Duyarlılık ve Ruhsal İştah Kavramlarına Cesur Bir Bakış: İnsan Nedir?
Serap Yalçın Pamuk | “Köpek Kalbi”ne Dolanıp Duranlar

Serap Yalçın Pamuk | Kötülüğün Sıradanlığı ve Bunu Bozan Guguk Kuşu

[sharethis-inline-buttons]

Bazı kitaplar kolay ilerlemez. Bazen çeviri, bazen içerik, bazen üslup, bazen de sebepsiz bir gerekçesi vardır bu durağanlığın. İşte öyle bir gerekçeyle Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kitabı da benim “yavaş ilerleyenler listesi”ne  dâhil ettiklerimden. Bundan sebep araya bir kitap daha sokarak ikili okumayla, hem okuyuşu hareketlendirip hızlandırmak, hem de bir kitabı daha eş zamanlı olarak bitirmek için Ken Kesey’in Guguk Kuşu kitabını araya sıkıştırdım. 

Okuyuş hızlandı hızlanmasına ama iki kitabın arasındaki çeşitli benzerlikler de bu okuyuşu benim açımdan farklı kıldı. İlki Nazi Almanya’sında Yahudileri toplama kampları ve gettolara nakil işinden sorumlu Otto Adolf Eichmann’ın İsrail’de yapılan yargılanmasını konu alırken ikincisi hapishaneden kurtulmak için deli taklidi yapan bir  adamın psikiyatri kliniğine sevki ile başlayan kimi zaman komik, kimi zaman hüzünlü tarafıyla insanı parçalı bulutlu bir ruh haline sokan  hikâyesini konu ediniyordu…

Sıradanlaşan Kötülük:

Hannah Arendt, Almanya da doğup büyümüş Yahudi kökenli Amerikalı siyaset bilimcidir. Nazi zulmünden nasibini almış, önce Fransa, sonra Amerika’ya iltica etmiştir. Kötülüğün Sıradanlığı, orijinal ismi ile  “Eichmann in Jerusalem: A Report on The Banality of Evil” kitabı, The New Yorker dergisine ilgili davanın anlatımı sonucu ortaya çıkmıştır.

Eichmann Hitlerin öldürülmesinden sonra, sahte kimlikle Arjantin’e kaçmış ve bir süre sonra ailesini de yanına alarak orada yaşamaya başlamıştır. Yakalanmadan kısa bir süre önce MOSSAD ajanları tarafından takip edildiğini fark etmiş ama kaçmak için herhangi bir çaba harcamamıştır. Daha sonra MOSSAD ajanları tarafından kaçırılarak Kudüs’e getirilmiş ve burada Yahudi halkına karşı işlemiş olduğu suçlardan dolayı yargılanıp idama mahkûm edilmiş ve davanın temyizinden hemen sonra hüküm uygulanarak infaz edilmiştir.

Arendt bir taraftan davanın tutanaklarındaki bilgileri, iddia ve savunmanın dâhil, paylaşırken diğer taraftan hem dava, hem de davanın içeriğini oluşturan Nazi zulmünü ve soykırımın habercisi olan  süreci bize anlatır. Süreç Yahudilerin vatandaşlık haklarının ellerinden alınarak vatansız bırakılmasıyla başlar. Sonrasında, göçe zorlanma, tecrit ve gaz odalarıyla biten trajedi ile son bulur. Üstelik sadece Almanya da değil Nazi işgali altındaki tüm Avrupa’da hikâyeler benzerdir.

İşin acı tarafı sonu kamplarda biten zorunlu göçlerin nakil ücretinin dahi bu insanlardan tahsil edilmesi, Yahudileri yakalama ve infaz işini Yahudi polis ve devriyelerin gerçekleştirmesidir. “Bu kadar insan neden isyan etmedi?” diye sorgular Arendt ve önde gelen Yahudi temsilcilerin kendi paçalarını ve kendilerince Yahudi cemaati için değerli addettikleri kişileri  kurtarmak için binlerce  sıradan Yahudi’yi feda ettiklerini de not düşer.

Eichmann sıradan bir  SS memurudur. Ama yerine getirdiği görev hiç de sıradan bir görev değildir. Arendt’e göre bu adam bir cani, sadist ya da psikopat değildir. Bu adam insanı dehşete düşürecek kadar normal, hatta korkutucu derecede normal bir insandır. Ve kötülüğün sıradanlığı derken “Sadece gerçeklere sıkı sıkı bağlı bir düzeyi kastediyorum, duruşmada hemen göze çarpan bir fenomene dikkat çekiyorum. Eichmann ne Iago’ydu ne de Macbeth ve III. Richart gibi bir cani olmasıysa neredeyse imkânsızdı. Terfi etmek için gösterdiği olağanüstü gayreti bir yana bırakırsak, onu hakarete geçiren hemen hemen hiçbir şey yoktu. Bu gayret de kendi başına kriminal değildi elbette; bir üstünün yerine geçmek için asla onu öldürmeye kalkmazdı. Eichmann sadece gündelik dilde  söyleyecek olursak, ne yaptığını hiç fark etmemişti.” diyerek devam eder:

“Aptal biri değildi. Dönemin baş suçlularından biri haline gelmesine olanak sağlayan-aptallıkla özdeş olmayan bir şeyden- fikirsizlikten başka bir şey değildi. Hali sıradan ve komikse, Eichmann da şeytani ve uğursuz derinlik bulma konusunda en kararlı insan bile sonunda pes ediyorsa bu durum aleladelikten çok uzaktır… Gerçeklikten bu kadar uzak ve bu kadar fikirsiz olmak, belki de insanın bünyesinde bulunan bütün şeytani içgüdülerin vereceği zarardan daha büyük bir yıkıma yol açabilir.”

Hitler, katliamlarına “onulmaz hastalıklara yakalananlara bahşettiği merhametli ölümlerle başladı.” diyerek gaz odalarının ilk kurulma amacını dillendirir ve insanlığı gelecekte benzer tehlikelerin içine düşmüş bir vaziyette düşünmenin hiç de abes olmadığını belirtir. Benim kitap boyunca “İnsan vicdanını nasıl susturur?’ soruma verdiği cevapsa;” Katiller, insanlara ne korkunç şeyler yaptım! demek yerine, görevlerimi yerine getirirken ne korkunç şeyler görmek zorunda kaldım, bu görevin omuzlarıma yüklediği yük nasılda ağır diyebiliyorlardı.” diyerek cevaplar.

Sonuçta Eichmann bir günah keçisi. Nasyonalist Almanya’nın olduğu kadar, kötülüğün sıradan olanın içinde  olduğunu fark etmeyen ve eylemlerimizin hem kendi hem de başkalarının hayatlarının içinde nasıl durduğu üzerinde düşünüp fikir yürütemeyen hepimiz için.

Düzene Kafa Tutmak:

Guguk Kuşuna geçmeden Michael Jackson’ın “They Don’t Care About Us” şarkısını dinliyorum. Tuhaftır kitabı okurken Mcmurphy’i hep bu şarkıyla özdeşleştirdim. Aynı şekilde kitabın bir diğer karakteri olan Reis Bromden içinde Gheorge Zamfir’in “The Lonely Shepherd” isimli muhteşem parçasını.

Bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesi. İçinde çeşitli kategorilere ayrılmış ve bu kategorilere göre koğuşlara bölünmüş  hastaların olduğu sıradan bir hastane. Hikâyeyi  Reis Bromden’in ağzından dinliyoruz. Babası Kızılderili annesi ise bir beyaz olan melez Reis bize hastane hakkında belli bilgiler veriyor. Başhemşire Ratchet doktorların bile çok üstünde bir otoriteye sahip. Kaldıkları bölümde, iyileşebilirler, iyileşemezler ve bitkiler olmak üzere üç farklı gurup yer alıyor. Kurallar Mcmurphy gelene kadar çok sıkı bir şekilde uygulanıyor. Ne zaman ki bu kızıl saçlı ve kolları dövmeli adam geliyor işte o vakit her şey çığırından çıkıyor. Hastane için olmazsa olmaz kabul edilen birçok kuralı yavaş yavaş deliyor. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi günlük rutinleri içinde  yaşayıp giden bu insanların hayatlarına tıpkı saçlarının kızılı gibi renk katıyor.

Kitabın bir  sistem eleştirisi olduğunu kısa süre içerisinde fark ediyorsunuz. Sistemin katı işleyişi içerisinde ezilen bireyin can çekişini izliyoruz.  Bu nedenle tüm keskin sınırlara rağmen o sınırlara saldırışı ile destanlaşıyor hikâyede Mcmurphy. Ta ki iyileşebilenlerin gönüllü olarak orada yer aldığını öğrenene dek. İnsan gönüllü olarak burada nasıl dururu, bir türlü anlayamıyor. Bir iyileşemez olarak sistemin mahkûmu olduğunu işte o zaman fark ediyor. Bir müddet sınırları yoklamaktan vazgeçiyor.

Kendisi gibi bir iyileşemez olan ve hikâyenin anlatıcısı olan Bromden sağır ve dilsiz olarak biliniyor hastanede. Lakin gerçekte ne sağır ne de dilsiz. Fakat ancak bu şekilde katlanabileceğini düşünüyor gördüklerine ve duyduklarına. Onun da ayarı Mcmurphy’nin gelmesiyle bozuluyor ve otoriteyi temsil eden hemşire Bayan Ratchet’a kafa tutar hale geliyor.

İyileşebilirler dışarıya uyum sağlayamadıkları gerekçesiyle bulunuyorlar hastanede. Ama onları asıl hasta edenin tam da içinde bulundukları yer olduğunu fark etmeleri ancak Mcmurphy’nin buraya gelmesi ile oluyor. Otoriteyi temsil eden hemşire Ratchet’ın düzenlediği rutin seanslar sistemin insanın bireyin hayatının en mahremine bile kolaylıkla girebileceğinin ispatı gibi. Öbür taraftan hastaların birbirlerinin iyileşmesi adına yine birbirlerinin gün içindeki konuşmalarını belli bir deftere not düşerek hemşire Ratchet’a bildirmeleri tam bir jurnal örneği teşkil ediyor.

Asıl trajedi ise Billy Bibbit’in otoritenin baskısına dayanamayıp intihar etmesiyle başlıyor. Hemşire (sistem) bu durumdan  yara almış olarak kurtuluyor lakin Mcmurphy (birey) bu kadar şanslı olmuyor. Fakat  Reis Bromden’in hastaneden kaçmış olması ve iyileşebilir hastaların birçoğunun hastaneden ayrılması bir şeylerin yine de eskisi gibi olmayacağının sinyalini veriyor. Surda bir gedik açılıyor ve rüzgârın esiş yönü bekleniyor…

Totaliter sistemler sistemin içindeki bireye hareket alanı bırakmaz. Merkezileşen otorite tek bir insan gibi hareket ederek tüm insanları kendi bünyesinde eritir. Normal olanla anormal olanı ayırt etmek her zamankinden zor hale gelebilir.

İlk kitapta akıl ve vicdan tutulması yaşayan insanın eylemlerinin varabileceği nokta üzerinde yaşanmış tarihi gerçekler ışığında bir fikir yürütebilirken, ikincisinde yine insanın etrafına demir kafes gibi ördüğü ve içinde hayatta kalmak için çabaladığı ağını delebilme potansiyelini ve kırık da olsa bir umudu kendi özünde barındırabildiğini görüyoruz.  Yeter ki sıradanlaşan kötülüğü görebilen guguk kuşları aramızdan eksik olmasın.

Not: Guguk Kuşu 1975 de sinemaya uyarlanmış ve en iyi erkek, en iyi kadın, en iyi uyarlama senaryo, en iyi film, en iyi yönetmen olmak üzere beş dalda Oscar almıştır. Film oldukça başarılı olmasına rağmen yine de kitabın bütünlüğünü yansıtmaktan uzak. Önce okuyup sonra izlemekte fayda var.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0