ANA SAYFAKitaplık

Deniz Kara Kavalcı | Mizaç, Vicdan, Duyarlılık ve Ruhsal İştah Kavramlarına Cesur Bir Bakış: İnsan Nedir?

Deniz Kara Kavalcı "Mizaç, Vicdan, Duyarlılık ve Ruhsal İştah Kavramlarına Cesur Bir Bakış: İnsan Nedir?" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

İsmail Kılınç | Ahmet Şükrü Esen’in “Anadolu Âşıkları-1 / Karacaoğlan” Kitabına Dair
Serap Yalçın Pamuk | “Köpek Kalbi”ne Dolanıp Duranlar
Erhan Çamurcu | Toprağın Çağrısını Duyan Şair Murat Soyak

Deniz Kara Kavalcı | Mizaç, Vicdan, Duyarlılık ve Ruhsal İştah Kavramlarına Cesur Bir Bakış: İnsan Nedir?

[sharethis-inline-buttons]

Mark Twain ya da asıl adıyla Samuel Langhorne Clemens, bu kitabını 1906 yılında 250 adetle sınırlı tutar ve anonim olarak yayınlar. Üye olduğu ”The Monday Evening Club” topluluğuna ”Mutluluk Nedir?” ismiyle sunar. Topluluk üyeleri, metin hakkında olumsuz fikirler beyan edip Twain’i kınarlar. Twain’in yorumu şu olur:

”Bana insanlığın haysiyetini çekip almaya çalıştığımı söylediler ve ben de bunu başaramayacağımı; zira insanlığın sahip olmadığı bir niteliği ondan çekip almanın mümkün olmadığını söyledim.”

Kitabın sınırlı sayıdaki ön sözünde şöyle yazar Twain:

”Sayfalardaki her düşünce, milyonlarca insan tarafından düşünülmüş ve üzerleri örtülmüş, gizli tutulmuştur. O insanlar düşüncelerini niçin dile getirmediler? Çünkü çevrelerindeki insanların onları kınamalarından korktular. Ben niçin yayımlamadım? Sanırım beni de aynı sebep engelledi, başka bir şey bulamıyorum.”

Fikirleri sebebiyle o dönem insan haysiyetini çalmakla suçlanan Twain, bu eserinde öykücü tarzının dışına çıkıyor, daha felsefî bir çalışmaya imza atıyor. Okuyucuyu genç ve tecrübesiz bir delikanlı ile bir bilgenin ağzından sohbet havasında derin ve sarsıcı bir sorgulamanın içine çekiyor. Kendimizi Sokratik bir diyaloğun göbeğinde buluyoruz. Yaşlı bilgenin insana dair fikir ve gerekçeleri karşısında, genç adamın heyecanlı ve aceleci itirazları…

Delikanlı: “İnsan; soylu, ahlaktır, erdemli bir varlıktır” tezini savunurken, Yaşlı Bilge: “İnsanın özgeci, ahlaklı olarak adlandırılan eylemlerinin çoğunun ardında bencil bir güdünün yattığı, insanın da bu güdüye göre hareket ettiği” düşüncesinde.

Hiç işimize gelmeyecek bir şey yapıyor Twain. İnsanın görkemini, gururunu, kahramanlığını elinden alıyor. Tüm kişisel itibarından, alkışlardan mahrum bırakıyor. Onu yalnızca bir makineye indirgemekle kalmıyor, bu makineyi kontrol etmesine de izin vermiyor. Onu sadece bir kahve değirmenine dönüştürüp ne kahveyi sağlamasına ne de kolu çevirmesine izin veriyor. Mizacına uygun olarak, yegane ve yürek parçalayıcı derecede mütevazi tek işlevi, işlenmemiş taneleri öğütmek. Geri kalan her şeyi de dış etkenler yapıyor. Sonra bize şunu fısıldıyor:

“Ben insanı makineye dönüştürmedim, Tanrı onu makine olarak yarattı.”

“Vicdan” diyor “İnsanın içinde konaklayan gizemli bir otokrattır. Arzularını tatmin etmesi için kişiyi zorlar. Ona, Ana İhtiras da denebilir. Yani kendini onaylama için hissedilen açlık. Onun arzularını insanın mizacı belirler ve onları yönetir. Mizaçla doğulur onu sonradan yapamazsın.” diyerek sarsmaya devam ediyor.

“…Şüphe götürmez şekilde insanı harekete geçiren tek bir dürtü olduğunun farkına vardım. Kişinin aslında yalnızca bir makine olduğunu, yaptığı hiçbir şey üzerinde kişisel değer iddia etme hakkına sahip olmadığını algıladım. Bu gerçekleri bulduktan sonra, artık aramaya devam etmem mümkün değil. Geri kalan günlerim bu değerli varlığımı cilalayarak, destekleyerek ve yamalayarak harcanacak. Sorgulayan bir argüman ya da zarar verebilecek bir gerçeğin yaklaştığını gördüğümde de başımı diğer yöne çevireceğim.”

İnsan, pek çok mekanizmadan oluşmuş bir makine… Bu mekanizmaların ahlakî ve zihinsel olanları, içerideki Efendinin dürtülerine göre otomatik olarak hareket ediyorlar. Bu efendiyse, mizaçtan ve pek çok dış etkenle eğitimin birikiminden inşa edilmiş. Makinenin tek işlevi, arzuları iyi ya da kötü olsa da Efendinin ruhsal tatminini sağlamak.

Maddi değerler yoktur, yalnızca manevi olanlar vardır düşüncesinde. Bir anlığına bile olsa, sahip olduğu tek değer, arkasındaki manevi değerdir. Onu kaldırırsan yine hızlıca değersiz olur. Bilgenin düşüncelerini destekleyen kısa kısa hikâyeleri kitaba daha da çok kilitliyor insanı:

“- Kişi iki şeyden hangisinin doğru olduğunu biliyorsa da sonuçta kesinlikle onu yapacağını iddia edemez miyiz?

-Ne yapacağına, mizacıyla eğitimi karar verecek. Kişi de onu yapacak çünkü mesele üzerinde hiçbir yetkisi olmadığından, elinden başka bir şey gelmez. Davud’un Golyat’ı öldürmesi doğru değil miydi?

Özgür irade yoktur, özgür seçim vardır” diyerek bir kez daha sınırlarımızı zorluyor. Akıl doğru ve adil olanı özgürce seçebilir, işaret edebilir, gösterebilir. İşlevi orada son bulur. Doğru olanın yapılmasını, yanlıştan vazgeçilmesini söyleme yetkisi; çevreyle eğitimi kullanarak onun etrafında inşa ettiği yaradılış ve karakterinin elinde.

…Fedakârlık. Var olmayan bir şeyi tanımlıyor. Fakat en kötüsü, insanın tüm eylemlerini emreden ve onu bunlara zorlayan -Tek Dürtü-yü görmezden gelip hakkında hiç konuşmuyoruz. Her acil durumda ve ne pahasına olursa olsun, insanın kendi onayını güvenceye almasının kaçınılmaz gerekliliğini yani. Olduğumuz tüm şeyleri ona borçluyuz. O bizim nefesimiz, kalbimiz, kanımız. O bizim tek mahmuzumuz, kırbacımız, üvendiremiz. Son derece etkili tek gücümüz. Başkasına daha sahip değiliz. O olmadan yalnızca durağan şekiller, bedenler olurduk. Hiç kimse bir şeyler yapmazdı. İlerleme olmadığından, dünya hareketsizce sadece dururdu. O muhteşem gücün adı dudaklardan çıktığında şapkalarımızı çıkarıp saygıyla ayağa kalkmalıyız.”

Sözü fedakârlığa getiriyor ve şöyle diyor: “İnsanlar her gün başkaları adına fedakârlık yaparlar fakat bu, en önce kendi iyilikleri içindir. Eylem, önce kendi ruhlarını tatmin etmelidir. Bundan yararlanan diğerleriyse ikinci sırada…”

Ezcümle, hiçbir eylemin (öncelikle) kendini onaylama dışındaki başka bir dürtüden doğmadığına dair bir önermesi var. Şimdiye dek insana dair yüzeysel düşüncelerle geçiştirip, derinine inmekten kaçındığımız her şeyin ortalığa saçıldığı, sorgulamanın kaçınılmaz olduğu, beraberinde sıkıntılı bir rahatsızlık hissine de maruz bırakan bir deneyim. İyi kitaplar böyle değil midir zaten? Okuyucu eski okuyucu değildir artık; vurgun yemiş, dönüşmüştür.

Kâinatın ana fikri olan insan düşüncesi ilerlemeye muhtaçtır ve bunun için de başka düşüncelere ihtiyaç duyar. Bu bağlamda evrenin dünya üzerinde vücut bulmuş hali olan insana bir pencere de Twain açmış, Sokrates’in savunması tadındaki bu eseriyle. İnsan denen muammanın cesurca tetkik edildiği bu sohbete misafir olmaya cesareti olan buyursun. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmek şartıyla…

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0