Muhammet Erdevir | Işık, Gölge, Ürperiş

ANA SAYFADeneme

Muhammet Erdevir | Işık, Gölge, Ürperiş

Muhammet Erdevir "Işık, Gölge, Ürperiş" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da

Batuhan Çağlayan | Şairin Kişiliğinin Şiiri Üzerindeki Etkisi
Muhammet Erdevir | Şiirli, Şarkılı, Çiçekli Yazı
Muhammet Erdevir | Yağmurlar Sana Söyler Ne Söylenecekse

Muhammet Erdevir | Işık, Gölge, Ürperiş

Teskin bulur ciğerde harâret sirişk ile
Sûz-i dil ile sînede râhat olur füzûn (Fuzuli)

Fırtınalar aniden başlar, söyleyeceklerimi aniden diyeceğim. Bir tufan olup boşalsın omuzlarından sözcüklerim. Düşlerimi işgal altında tutan imgelerden madem ben kaçamıyorum bir yere, bu derdi sen de benimle çekeceksin.

Gece yarısına doğru çal kapımı. Haberci diye güvercin değil nefesini gönder yurduma. Soluğun taşısın özlemi, düğümü, çözümsüzlüğü. Umacıların haberi yok nasılsa başımda dönüp duran bulutlardan. Sen biliyorsun ufkumda tutuşan yangının hârını. Sesin önce o ateşi tavaf etsin, yalımlarıyla aks etsin birkaç kez, sonra fısıldasın sırrını. Heyecan dalgasıyla titreyeyim, kalbim coşkun ırmakların temposuna kapılsın. Derdini dillendirmeden önce şiir kurmak kadar ağır bir yükün altına girsin ardından. Yabancılık yoktur aşina yaralar arasında, bunu bilsin. Aynı yerlerden tekrar tekrar vurulanlar söyler sızının ne demek olduğunu zira. Vurulsun, vurulsun, vurulsun da düşüp kalmasın o yokuşun başında.

Gecenin bir yarısı, lavdan bir denizin dalgalarının dövdüğü kıyıların tam ortası… Gövdesine su yürüyen ağaçlar çağırıyor bizi gölgelerine. Serin gölgelerde sen ve ben… O görüntüyü hangi ressamın tuvaline taşımalı? Oysa ben bembeyaz bir yangını pay ediyorum sahilde kurduğun düşler arasında. Hikâyelerin masala, masalların şarkılara dönüşüyor eski plaklarda. Sesin bozkırı selamlayarak geçiyor bana ulaşırken, dağların kar saklayan yamaçlarından çığlar koparıyor kendi içinde kıvrılarak. Eski hislere dolaşıyor etekleri, mitolojik kalıntılar gibi sağa sola saçılmış kadehlere. Kokular, dokunuşlar, ürperişler arasından sıyrılarak geliyor sesin, senin sadık habercin. Öylesine sadık ki sana, her tınısından binlerce anlam çıkarıyorum. İyi geliyorsun bana derken iyi geliyorsun bana. Sonra bir bir kapatmak zorunda kalacağımız kapılar bir an için açıkken birkaç kez kazıyoruz duvara: İyi geliyorsun, hep iyi geldin. Saçlarının rengini değiştiriyorsun kışın tam ortasında. Bak bu ilginç ve güzel bir haber. Habercin bunu da fısıldıyor alakasız cümleler arasında.

Yıkımlardan geriye arızalı temeller kalıyor. Yıkımlarım depremler, seller, heyelanlarla ilintili. Kendi uçurumumu kendim kazıyorum, hep daha da derine iniyor kanyonumun karanlık yarıkları. O karanlığı iyi bilirim yarım bırakılmış dizelerin öksüzlüğünü bildiğim gibi. Doğamamış, doğmasına izin verilmemiş bir çocuk nasıl kanarsa toprağa, öyle baş veren bir yaraya dönüşür eksik dize. Bu bozulmuş, parçalanmış, yıkılmış dengede çiçekli, şiirli, müjdeli bir edayı çekiyorsun düz bir çizgi niyetine. Toprak kiraz dalına gebe. Göğsünün hemen altında serçeler konuyor sarmaşıklara ve erik çiçeklerine. Sen anaçlığında baharı taşırken kuş kanadına yazıyorum bazı yutkunmaları, kuşların her palazlanışında içinin ürpermesi için. Yıkıntılarımın çürük temellerini söke söke kazıyorum topraktan. Mirasımı sana taşırken kötü ve çirkin olan ne varsa bırakayım uçurumdan aşağıya diye. Sen izlerini göğsünde taşırken ben iz iz açıyorum bileklerime sana ulaşan yolların rotalarını. Şahdamarıma bakarak bulacaksın yolunu, nabzımı nirengi tutarak ulaşacaksın bana.

Şimdi uzaklık yakınlığa direniyor, araya girenler çoğalıyor gece ve gün ayrışırken. Sözcüklerimin yetmediği yerlerde bulutlara sığınıyorum. Çarpık şekillerinden mektuplar devşirebilmek için inleyen nağmelerine cevaben. Şarkılarını hem toprağa hem bulutlara fısıldadığını biliyorum. Kopya çekiyorum bulutların şehrin üstünden esrarlı geçişinden. Tılsımına sahip çıkabilmek arzusuyla kıvranıyorum kendi ıstırabımın çevresinde. Film sahneleri dolduruyor devraldığım enkazdan geriye kalan boşluğu. Tüm sihir burada işte: ışık ve gölge. Işığı ve gölgeyi heybeme koyup bu kez ben çalıyorum kapını. Avucumda taşıdığım korun yarası nasıl derine işlemiş, bir gör diye. Göz göz olmuş yaralarım gözüne geliyor mu? Şiirlerde, şarkılarda, mektuplarda olsun görüyor musun yükümün ağırlığını?

YORUM

WORDPRESS: 0