Sema Uyar | “Haziran”da Kaçış ve Arayışın Öyküleri

ANA SAYFAKitaplık

Sema Uyar | “Haziran”da Kaçış ve Arayışın Öyküleri

Sema Uyar, Selçuk Baran'ın 1973 TDK Öykü Ödülü'nü alan ilk öykü kitabı Haziran'a dair kapsamlı bir inceleme yazdı.

M. Yücel Özmen | Tanpınar’ın Dünyasına Bir Yolculuk: “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun”
Erhan Çamurcu | “Çile” Şiiri ve Necip Fazıl’ın Açtığı Çığır
İsmail Kılınç | Kültür Aktarımı

Sema Uyar | “Haziran”da Kaçış ve Arayışın Öyküleri

Kaçtıkça kendinizden kendinizden
Dışarıya adandıkça
Çoğaldı güçsüzlüğünüz
Tutmadı kıskançlık sokaklardaki
Odalarda sevgi tutmadı
Yoksul ölümlere öldünüz
Ağaçtan maviden denizden uçar
Kendinden uçamaz kuş[1]

Selçuk Baran’ın ilk öykü kitabı “Haziran” 1972 yılında yayımlanmış, 1973 yılında TDK Öykü Ödülü’nü kazanmıştır. Yirmi bir öyküden oluşan kitap, 2008’de “Ceviz Ağacına Kar Yağdı” başlığıyla yayımlanan bütün öykülerinden ayrı olarak 2020’de tekrar basıldı.  Baran, bu öykülerde Behçet Necatigil’in kitabın giriş kısmında yer alan ifadesiyle “Keskin, belirsiz çizgilerden kaçınarak, dikkat isteyen, belirsiz yaşantı parçalarını birleştirir. Çağrışım ve yorumlara açılma gücü için okuyucudan katkılar bekleyen iç hayat görünümleri çizer.” Baran’ın öykülerinde yalnızlık, umutsuzluk, yabancılaşma, hayal kırıklığı, ölüm en belirgin temadır. Bunların yanına eklenecek temalardan biri, kaçış yahut uzaklaşma temasıdır.

Haziran’da yer alan kimi öykülerde bu temanın izini sürmek mümkündür. Öykülerde kaçış yahut uzaklaşma kimi zaman sosyal çevreye karşı çıkış, çaresizliğe karşı girişilen eylem, mekân değişiminin iyileştirici yönüne karşı beslenen inanç, yer yer de yeni bir yaşama duyulan umut olarak belirir. “Ceviz Ağacına Kar Yağdı” öyküsünde kaçısın kahramanı çocuklarından ve kocasından ayrı yaşayan bir kadındır.  Kahramandır, çünkü “ömrünün biricik serüvenidir”[2] kaçmak. “Kendi kendine düzenleyip sürdürdüğü tek başarısıdır.”[3] Kimseye sormadan, danışmadan yapar bunu. “Yaşamının neresine geldiğini sorduğu gün”[4]kaçış biletini aldığı gündür. Ama kaçtıkları; evi ve ailesi peşindedir. Gün gelip kapısını çaldıklarında bahçesindeki ceviz ağacından gücünü alarak onları karşılar: “O kara çıplaklığıyla bu denli göğe doğru yükselirken kimse bana bir şey yapamaz.”[5] Hem korkusu başkadır.  Bu başka türlü korkuyu yabancı gibi karşısında dizilen çocukları ve kocası anlamaz. O, “güleç bir konuk gibi girip teklifsizce yerleşiveren ve bu kopuşların ötekileri ürkütmeyişinden” “küt bir düzgünlük içinde büyüyen apartmanlardan” [6] ucu bucağı olmayan yollardan korkar. Kitaplar bile korkutur onu. İletişimsizliğin, suskunluğun sembolü olur bir bakıma.

Herkesin kendisinden bir şeyler istediği ailesinden kaçıp geldiği bahçeli evi de başarısının, isyanının sembolüdür. Bu sebeple yeni evine konuk olan eski ailesi karşısında güçlüdür güçlü olmasına ama onları uğurladıktan sonra başarısı birden başarısızlığa dönüşür. “Kaçmak zavallı, önemsiz bir şey” [7] olup çıkıverir. Kendini suçlamaya kadar sürdürür olanları. Yaşananlara engel olamayan üstüne üstlük kaçan da kendisidir zaten. Eşiğinden içeri girenler acı bırakmamıştır ama suçluluk kalmıştır onlardan. “O biricik serüven” serüveni bilmeden başlatanlar tarafından bozulmuştur. Göğe doğru yükselen ceviz ağacının dalları da kırılan cesareti karşısında değişir, karla kaplıdır artık.

“Leylak Dalları” öyküsünde de benzer bir isyan vardır. Bu sefer sığınamayan evli ve çocuklu bir kadın değil, yirmili yaşların başında olan genç bir kadındır. Burada dağılıp gitmekten korkan, evi yenileyen, salona metrelerce perdeler diken, tekdüzeliği ancak salonu farklı çiçeklerle donatarak kırabilen annedir. Pencereyi açtırmaz, perdelerin aralık durmasına bile dayanamaz, metrelerce perde dikmesi de bu yüzdendir. Annesinin aksine pencerelere yakın duran hatta pencereden sarkarak leylak kokusunun büyüsüne kapılan ise kızıdır.  Kaçmak bu kez, “Ceviz Ağacına Kar Yağdı” öyküsünde adı olmayan kadın gibi başka bir yaşam kuracak yeri olmayan ama “Derinlerde yaşayan bataklık kurbağası” [8] da olmak istemeyen genç bir kadının isyanı olur; bir gün yasaklı pencereden sarkıp Leylak kokusunu içine çekince “dünya; çiçekleri, solgun sarı başakları, acılarıyla”[9] içine dolar. Pencereden kardeşiyle birlikte atlayıverirler. Yılgınlığı, korkuyu artlarında bırakıp el ele tutuşup kaçarlar. Sonrası ne olur bilinmez.  Ancak bu nereye olduğu bilinmeyen kaçış, başlangıçları ve özgürlüğü muştular.

Kitaba ismini veren “Haziran” öyküsünde ise başını alıp gitmeler kuran Sevim’dir. Ancak Sevim bunu tek başına yapamaz. Yanında kocasını da sürükler. Çareyi evi taşımakta bulur. “Şöyle yukarılara çıksak” der “Çankaya’ya Ayrancı’ya doğru, ne dersin?”[10] Güçlüklerle atlatılan kışın ardından ev taşınır taşınmasına ama kaçış her şeyi alıp götürmez. Artık “güneş almayan, penceresinden bakınca gökyüzünü göremediği”[11]  ev yoktur ama o evdeki mutsuzluk, hoşnutsuzluk yanlarındadır. Taşınmak, yukarlara çıkmak da hislerini ondurmaz. Ne aralarındaki bağ güçlenir ne daha huzurlu günler geçirirler:

“İşte her şey eskisi gibi diye düşündü Nuri. ‘Yani bir çaresizliktir gidiyor.’ Ya da ben bilmiyorum savaşmayı. Bilenler vardır belki. Olur ya… ama bana ne onlardan. Birçokları gibi duvarların arasına sığınıp, orada güven içinde yaşamaya alıştım, öyle eğitildim. Esintili kırlar, ıssız dağ başları ürkütür beni. Dalgalı denizin ortasında kalsam, ne yapacağımı şaşırıverirdim.”[12]

Umut ve yaşama sevinci umdukları bir bahar daha gelip geçmiştir. Üstelik bu, yeni evlerinde geçen ilk bahardır. Ardından Haziran gelip çatar. “Küçük bahçede filler, aslanağızları, filbaharlar, avize çiçekleri açar. Leylak Dalları öyküsündeki kardeşler gibi bir çiçek, yaprak, koku ya da ışık büyüler onu da. Bu büyü alışık olmadığı bir yerin ortasında kaldığından mıdır nedir huzura değil, birden korkuya karışır. “Çok yaşamayacak gibi solgun, yorgun ve isteksiz”[13] olduğundan karısı için de içi rahattır Nuri’nin ve ölmek için aşağı bırakır kendini. Sevim’in düşlediği ev, leylaklarla, güllerle kaplı bahçe Nuri’nin sonu olur:

“Öldüm çünkü. Evet. Böyle de ölünebilir. Kayıtsızlık içinde.” [14]

Selçuk Baran’ın öykülerinde kaçış, nereye olduğunu bilinmeyen, çaresizlikle bağlantılı mutsuzluğunu dindirmek için bulunduğu yeri terk edenlerle uzak yerlere gidenler arasındadır. Doğa, tenhalık, gökyüzü ve sessizlik kaçış için işarettir adeta. Pencereler bunun için önemlidir. Ağacın, çiçeğin büyüsüne kapılıp atlayanların -daha sonra “Kış Yolculuğu” öyküsünde olduğu gibi- kaçtığı yerde önünde durup ufka bakanların, kendisine gökyüzünü vadettiği için umut olanların, kimileyin de ölümü seçenlerin uğrağıdır pencereler.

“Işıklı Pencereler” öyküsünde pencereler, son ışık sönene dek Selime’nin -bir şey görmek umuduyla- dışarıyı izlediğiyerdir. Selime, kocası uzakta olan, erkek çocuklarıyla birlikte yaşayan genç bir kadındır. Her hafta diktiği trikoların teslim etmek için Büyük Mısırlı Han’a uğrar. Selime buraya her geldiğinde korku ve tiksintiyle iner merdivenlerinden. Kendini bir an önce dışarı atmak ister. Han’dan çıkıp köşeyi dönünce rahatlar. Artık hem evden hem o korkunç yapıdan uzaktadır. Kendini bütün yüzlerin güldüğü, müzik seslerinin yükseldiği, çocukların, gençlerin doldurduğu o kalabalığa atar. Adını henüz koyamadığı kaçma arzusu böylece gerçekleşir. “Öyle uzaklara da gitmek gerekli değildi” der, “her şey hemen şuracıktadır” ve bu görüntüde “geri gelmiş gençliğinden bir şeyler saklıdır.” [15] Kaçma isteği, kısa bir süre geleneğe ve alışkanlar karşısında duyulan korkuya baskın gelir:

“Kendini kapıp koy verdiği sıcak bir istekle doluydu: kaçmak… Analık, komşuluk, mahalle denen kısacık ipleri kopararak lacivert ve pırıl pırıl gökyüzünün altında, şu bıçak gibi kesen, soğuk ama tertemiz havada, işleri güçleri koşup eğlenmek, köpüklü biralarla sandviçler yemek olan kalabalığa karışmak, tıpkı onlar gibi dönüşü olmayan bir ırmağa kapılıp sürüklenmek, gidebildiği kadar gitmek… kısaca insan olduğunu, yaşadığını duymak.” [16]

Kısa sürer bu kaçış. Selime, tostçudan aldığı sosisliyi bile yiyemez. Aklı evinde, çocuklarında hatta dolaptaki yemeklerindedir. Bunun için kendini eve atar. Trikoları, oğulları ve ev işlerine gömülü yaşamına döner. Kaçışın büyüsü bozulur. Dışarıdaki hislerini unutmaya, zihninden kovmaya çalışır. Az önce kendini dışarı attığında yaşadığını duyumsayan kadının yerine ışıklı pencerelerden yaşam belirtisi uman başka bir kadın geçmiştir. Işıklı pencereleri izlediği böyle bir akşam dikiş diken ve işini yetiştiremeyen yaşlı bir adama gözü takılır. Tanışmadığı bu adama çay götürmek ister ve mutfağa gider. Zihninden kovmaya çabaladığı hissi burada dirilir: “Eminönü’ndeki kalabalıkta, tostçunun önünde değişik bir yaşama biçimine açılan sevincini yeniden duyar.”[17] Bu iki eylemin aynı hisler uyandırmasını sağlayan nedir? Yaşlı adama çay ve yemek götürmek de kalabalığa karışmak hatta tostçuya uğrayabilmek de Selime’nin kararıdır. Bunları bir zorunluluk olmadan yapar. Kaçış kısa sürmüştür ama Selime başka türlü hissetmiştir. Adını koyamasak da Selime’nin zihninde başka bir şey sökün etmiştir. Belki mühim olan da budur.  Hem Selçuk Baran için öykü bu değil midir? Nereden geldiği bilinmeyen bir adamın bir sokağın iki köşesinin birinden çıkıp öteki köşeye doğru ilerleyip gözden kaybolduğu anı anlatır öykü. Adamın nereye gittiğini, sonun nereye vardığını bilemeyiz. Pencerenin önünden, iki köşe arasında geçip gidişini izleriz ancak. Öncesi ve sonrası yazarı ve okuru ilgilendirmez. [18]


[1] Gülten Akın, Başka Yaşama, Kırmızı Karanfil içinde, Yapı Kredi Yayınları, Dördüncü Baskı,   İstanbul 2014, s.60.

[2] Selçuk Baran, Haziran, Yapı Kredi Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2020 s.43.

[3] Baran, a.g.e. s.43.

[4] Baran, a.g.e. S.44.

[5] Baran, a.g.e. S.42.

[6] Baran, a.g.e. S.43.

[7] Baran, a.g.e. S.46.

[8] Baran, a.g.e. S.113.

[9] Baran, a.g.e S.115.

[10] Baran, a.g.e S.122.

[11] Baran, a.g.e S.122.

[12] Baran, a.g.e S.126.

[13] Baran, a.g.e S.126.

[14] Baran, a.g.e S.126.

[15] Baran, a.g.e S.36.

[16] Baran, a.g.e S.36.

[17] Baran, a.g.e S.39.

[18] Baran’dan akt. Okan Çil, (2020, 20 Ağustos).  “Merhaba Selçuk Baran” Gazete Duvar Kitap  https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2020/08/20/merhaba-selcuk-baran “Öykü anlayışımı, yıllar önce okuduğum ve kime ait olduğunu unuttuğum şu tanımla anlatmak isterim: Pencereden bakıyorsunuz; bir adam köşeyi dönüyor, sokağınızdan, pencerenizin önünden geçiyor, öteki köşede gözden yitiriyorsunuz onu. İşte öykü, sokağın iki ucu arasında adamın geçip gidişini anlatır. Adamın ilk köşeyi dönmeden önceki durumu da öteki köşeyi döndükten sonra başından geçenler de artık sizi ilgilendirmez.”

YORUM

WORDPRESS: 0