ANA SAYFA

Erhan Çamurcu | “Çile” Şiiri ve Necip Fazıl’ın Açtığı Çığır

Erhan Çamurcu, Necip Fazıl'ın "Çile" şiirini incelediği yazısıyla Edebiyat Daima'da

José Saramago’nun “Körlük” Romanına Dair
Büşra Ünal | İsmail Gaspıralı ve “Bela-yı İslam”
Mustafa Kaya – Ali Güney | BİR BAKIŞ: EKOFOBİ HİPOTEZİ

Erhan Çamurcu | “Çile” Şiiri ve Necip Fazıl’ın Açtığı Çığır

[sharethis-inline-buttons]


Bir  kitabı bitirmiş olmanın en zor yanı, kitabın çağrısına kayıtsız kalmaktır. Her kitap çağırır çünkü. Çağrılan yere erinmek, erlikten sayılmasa gerek. Girmeye cesareti olmayanın kapı eşiğinde beklemesinde ne hikmet ola ki? Mademki kulak kabarttık, öyleyse dinlemek ve duyduklarımıza bir kıymet vermek gerekir. İrfanına muhtaç olduğumuz Anadolu’muzda güzel bir laf vardır. “Yediğin içtiğin senin olsun, sen gördüklerini anlat!” derler. Okuduğumuz kitaplara dair de gördüklerimizi anlatmak aynı irfanın gereği olsa gerek. Mehmet Kahraman’ın “Necip Fazıl’ın Çilesi” adlı kitabı Çile şiiri ve Üstad’ın sanat anlayışına dair önemli tespitlerde bulunuyor. Bu yazımızda biz de Çile şiirinde gördüklerimizi sizinle paylaşmaya çalışacağız.      

Çile sözcüğünün günlük kullanımdaki karşılıkları malûmunuz olmakla birlikte tasavvuf geleneğindeki yeri oldukça mühimdir. Bulmak, bir lütûf olarak sunulmaz insana; o, ancak çileli bir arayışın mahsulüdür. Bu arayış içe dönük bir arayıştır çünkü “Ben size şah damarınızdan daha yakınım.” buyuruyor Cenab-ı Hakk. Yine Yunus Emre, “Bir ben vardır bende benden içeri” derken yaradılıştaki İlahi sırra işaret eder ki insan olmanın esas gayesi o sırra varmaktır. O sır ki uğrunda evlad ü ıyalden geçmek gerekir. O sır ki kırk yıl dünyanın yükünü çekmek gerekir.      

Çile çekmeden bulmak olmaz. Derviş yayan gerek, derler. Bu söz gurbete işarettir. Gurbet olmadan kurbet olmazmış. Kurbet, yakınlaşma demektir. Yakınlaşma, yani bulma. Öyleyse bir şeyi bulmak için aramak, aramak için uzaklaşmak gerekir. Peki, neyden uzaklaşıp neyi bulur insan? Masivadan uzaklaşarak Allah’ı bulmaktır esas gaye. Masivadan kasıt insanı Allah’a yaklaştırmaktan uzak olan her şeydir. “Gönül Çalab’ın tahtı” diyor Yunus Emre. Nasıl ki bir tahtın bir sultanı olursa gönül tahtının da bir tek sultanı olur. Gönül tahtımıza dünyevî sultanları oturtmuşken oraya o yüce Sultan’ın gelmesini nasıl bekleriz! İbrahim Bin Ethem ile ilgili anlatılan meşhur kıssa ne güzel ifade ediyor bunu. Köylülerin kaybolan ineği nasıl ki sarayın damında olamayacaksa aradığımız İlahi hakikat de bu dünyanın incisinin, elmasının arasında olamaz.

  
Çile şiirini 1939’da yazmış Necip Fazıl. 1934’te şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanışmış ve beş yıllık bir sürenin ardından bu şiiri yazmıştır. Şiir, bir idrakin ifadesidir aslında. Şair beş yıl önce bulduğunu bu şiirle birlikte idrak ettiğini beyan eder bir anlamda. 


         “Gaiplerden bir ses geldi: bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!”

diyerek başlıyor şiir. Gaiplerden ses gelebilmesi için ya da gaiplerden gelen sesi duyabilmek için oraya kulak kesilmek gerekir. Tokmağı olmayan kapı misali ancak her daim dinlemekte olana gelir gaipten ses. O ses geldiğinde ise daha önce duyulmuş bütün sesler yepyeni bir anlamla yeniden kurulur zihinde. İşte bunu ifade edecek biçimde devam ediyor şiir:



         “Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
         Gök devrildi, künde üstüne künde…”


Çile şiiri, uzun bir tefekkürün nihayetinde erişilmiş bir idrakin ifadesidir dedik. Şair ,”Ok çekti yukardan, üstüme avcı.” diyor. Bu dize, kapının eşiğinde sabırla beklemiş bir taliplinin kapı içeriden açılmak suretiyle içeri kabul edilişini beyan eder bir anlamda. Ancak esas ağır yük bu kabulden sonra başlıyor ki şair devamında, “Ateşten zehrini tattım bu okun.” diyerek imtihandaki ağırlığı ifade ediyor. Bu dizelerin ardından gelen dizeler çok daha can alıcı:

        “Bir anda kül etti can elmasımı.
         Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un
         Kustum öz ağzımdan kafatasımı.”

Elmasın kül edilmiş olması iki açıdan önemli. Birincisi, elmas oldukça dayanıklıdır, buna rağmen bu ok elması dahi küle döndürmüş. İkincisi ise elmas kıymetli bir taştır, onu kıymetsiz hale getirmiştir. Can, elmasa benzetilmiş; esasen bu ok şairin gönlünde yer edinmiş bütün dünyevî zevkleri kül etmiş, tahtı esas sahibi için boşaltmıştır. Kelime-i tevhid inkâr ile başlar. Nasıl ki yakınlaşmak için uzaklaşmak şartsa kabul için de inkâr şarttır. Şair, “Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un” dizesiyle kelime-i tevhidin “La İlahe” kısmını ifade ediyor. Ve bir sonraki dize: “Kustum öz ağzımdan kafatasımı.” Bu dizede cılız aklın yüce hakikati anlamaya yetmeyeceğini, bu nedenle daha öncesinden öğrenilmiş bütün bilgileri silip atmak gerektiğini görüyoruz.

        “Ensemin örsünde bir demir balyoz,” diyor bir dizede. Örs, demir ve balyoz sözcükleri kılıç ve fetih kavramlarını çağrıştırması itibariyle mühim. Bu dizenin bulunduğu dörtlük,

        “Bu kanlı şafakta, bana çil horoz,
        Yepyeni bir dünya etti hediye.”

dizeleriyle bitiyor. Şairin 1943 yılından itibaren yepyeni bir medeniyet tasavvuru olarak     “Büyük Doğu” dergisini çıkarmaya başladığını düşünürsek yepyeni bir sabahtan ve fetih söylemimizden neyi anlamamız gerektiği daha açık hale gelir. 

İdrak, gerçeği bütün çıplaklığıyla görmektir. Şair, atılmaya niyetlendiği yeni yolun zorluklarının da farkındadır. “Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!” diyerek yolun zorluğunu, “Biricik meselem, sonsuza varmak…” diyerek de kararlılığı dile getiriyor. 

Üstad, Çile şiirinin ardından kırk beş yıl boyunca şiir, tiyatro, roman, inceleme, gibi pek çok türde yazarak ve Anadolu’nun pek çok yerinde konferanslar vererek “Çile”sini doldurmuş ve ardında bütün bir İslam aleminin yürüyebileceği bir yol bırakmıştır. Üstad’ın sanatı ve şahsiyeti değerlendirilirken onu döneminin herhangi bir şairiyle kıyaslamak büyük bir hatadır zira Üstad, yalnızca bir şair olmanın ötesinde bir medeniyet inşacısıdır. Mehmet Kahraman, kitabının son bölümü “Büyük Doğu’ya  Varis Olmak”ta şunları söylüyor: “Necip Fazıl,ne politikacı,ne de bilim adamıdır. Ancak onun açtığı çığırdan çıkıp gelen bir çok insanın kimi sanatçı, kimi şair, kimi bilim adamı, kimi politikacı, kimi düşünür olarak hayatta kendilerine yakışan yerlerini almaktadırlar.” Bu sözlerden anlaşılan odur ki “Çile”nin açtığı çığır, toplumda beklenen yankıyı bulmuştur. Mehmet Kahraman yazısını şu sözlerle bitiriyor: 

         “Büyük Doğu’ya varis olmak için, olmak gerekir. 
         Büyük Doğu’ya varis olmak için, sorumluluk almak gerekir. 
         Büyük Doğu’ya varis olmak için, dünü, bugünü ve yarını kavramak gerekir.”

Bu sözler, Üstad’ın “Çile” şiiriyle açtığı çığırın büyüyerek devam etmesi için Müslüman gençlere bir ihtar olarak okunmalı da sanıyorum. 





[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0