Sevda Sezer Gülle | Her Neyse

ANA SAYFADeneme

Sevda Sezer Gülle | Her Neyse

Sevda Sezer Gülle "Her Neyse" adlı yazısında "neyse" ünleminin peşine düşüyor Edebiyat Daima okurları için.

Birgül Yangın Aslanoğlu | Barış’ın Masalı
Merve Yıldız | Gecenin Tılsımı
Hatice Yıldırım | Sevgi Uydusu

Sevda Sezer Gülle | Her Neyse

Peynirsiz uyanışlara…

Fareyim. Ufak, küçük bir beyaz fare. Kafesinin içinde nereye koştuğunu bilmeksizin tekerleğini döndüren, kafesin dışındakilerin de ona bakarak eğlendiği şirin bir hamster. Minik ayaklarım sonunda çıplak ve sıcak. Hep yapmak istediğim gibi özgürce yalınayak sokaklarda gezebiliyorum.

Görüş mesafesi sınırlarında bir parça peynir var. Çok yakınımdaki hedefime doğru emin adımlarla ilerliyorum. Benim olmaması  için peynirin ayaklanıp kaçması falan gerekiyor. O kadar imkânsız yani bu kavuşmamanın olması. Ama o da ne, tam ağzıma almak üzereyken bir güç geriye doğru hızla çekiyor. Arkama bakıyorum, kuyruğuma bağlanan görünmez bir ip. İlk defa yaşamıyorum bunu üstelik, tanıdık bir his. Çok isteyip tüm gücünle emek harcadığın bir şeyle buluşmak için gün sayarken, hayalet bir sicim tarafından engellenmek! Meyveye durmuş sebzeyi sarıp sarmalayarak sıkıp bunaltan bir çalı gibi. Her yeni güne uyandığında mucizeler olmasını bekleyen insanın kendi halatlarından kurtulması, o otları söküp atmak kadar kolay olamıyor ne yazık ki! Yine de ”İpini koparmak ”deyimi tam olarak burada devreye girebilmeli. Saklı ya da aleni tüm ipler kökünden kopmalı ve o peynir yenilebilmeli. Ne peynirmiş yahu demeyin sakın! Dünyanın tüm yenilemeyen peynirleri imgeden öte sahici bir derttir.

 Bir şeylerden mahrum kalmanın sebebi zorunlu bir terk edişse özlem duyduğunuz bir parça peynir bile olsa aklınızı çelmek için gitgide büyüyerek en cezbedici hallere dönüşebiliyor. Haz kaybı, yoksunluğun yarattığı lezzetsizlik de değil midir biraz? Ve o tadı yeniden bulmak için kurulan ütopik hayaller, bilinçaltının doğurduğu rüyalar, açıklanamayan hadiseler …Sanırım şu an o belirsizliklerden birini yaşıyor ve adına takılmadan duruma şu diyalogla devam etmek istiyorum:

-Bir tane Simit ve üçgen peynirlerden alabilir miyim?
-Buyur abla gevreğini. Peyniri de aynı yere koyuyorum.

Ankara’da doğduğumdan mıdır nedir, ömrümün çoğunu geçirdiğim bu şehirde “gevrek” demeye bir türlü alışamadım Domatese de “domat” diyemediğim gibi. Olmuyor, belli ki çocukluğumun sisli dili çaktırmadan genlerime kadar işlemiş. Nasıl da güzeldir o özlediğimin tadı. Olurmuş bazen böyle yaşa kadar yediğin, bu zamana kadar sevdiğin gibi gün gelir “Yan yana olmanın mesafesini” koyarmış aranıza. Yemeye ve yaşamaya devam etmek, mesafeli mesafesizlerden daha çok üzer ve hasta edermiş. Neyse ki insan her şeye alıştığı gibi uzak yakınlıklarla yaşamayı da öğreniyor. Ve ölmüyorsun!

Kafka’nı Samsa’sı gibi bir kitap faresi olarak kalmamam için bu sürreal sürünüşten dünyaya dönüyorum. Neyse ki ayaklarımda terliklerim var ve halâ peynir yiyemiyorum.

Son cümledeki “Neyse” bataklığın içinde açan Lotus çiçeğini görebilmek gibi bir şey. Beter olanın teselli sosuna bulanmış hali bir nevi. Çamurlu suya kızmak yerine yapraklarındaki çiğle mutlu olmak. Farkındayım ama idare de edebiliyorum demek. Düşünü görsem de gerçeği görmezden gelmiyorum realitesinden medet ummak. Bir de “Ne yaşadığımı bir ben bilirim bir de Allah!” İç sesi vardır ki en sahici ve riyasız söylemdir. Bir tek kelime, sadece beş harften oluşan bir kelime, tüm bu cümlelerin karşılığıdır. İtiraf edilmemiş uzaklıkların anasıdır o…

Ama biz dağınık kaldık
Sevgimizle, sevgisizliğimizle
Mutluluğumuzla, mutsuzluğumuzla
Özlemlerimizle, yitikliklerimizle
Her neyse, her neyse
Edip Cansever

Neyse…

Kelimeler de yorulur bazen. Nasip kısmet demek bile ağır gelir insana. Onun yerine “Neyse” der. Şimdilik susalım ve geçmiş gibi davranalım anlamına gelir çoğu kez. Genellikle de geçmez. Sıralı virgüllü uzun cümleler “Neyse” diye bitiyorsa oradan ciddi bir sorun göğe doğru yükselir. Sineye çektiğim ,söylemek istediğim çok şey var ama nasılsa bir işe yaramayacak o yüzden susuyorum  bile diyememenin son temsili sözcüğü söylenir. Sonra da izin verilirse süresiz susma orucuna girilir. Haydar Ergülen “Bu, size de kolaylık gibi gelmiyor mu?” diye soruyordu aynı kelimeyi kafaya taktığı bir yazısında. Konuşmanın çok şeyi değiştirebileceği durumda, belki olabilir. Fakat defalarca konuşulduğu halde rutin yerinden kımıldamıyorsa geçmişin çaba toplamının getirdiği bezginlikten dolayı sanırım buna kolaycılık diyemeyiz. Çünkü, emek de yorulur insan ve kelimeler gibi. Ne olduysa her neyse sebebi, onu bile sorgulayacak gücü ve isteği kalmaz.

Bir şarkı sözü kadar benzer, bir konuşma gerçektir çoğu kez yaşananlar. Her neyse:

İnanamıyorum, bu hale nasıl düştük bilemiyorum
Sende mi bende mi
Her neyse, her kimdeyse neyse
Bilemiyorum
Vedat Sakman

 “Gölgeyi bastırmak bir çare değildir” der Jung. Arkada kalan gölge kişilikler yokmuş gibi davranmanın götürdüğü süreç “Her neyse”den “Neyse”ye doğru zaman içinde evrilerek birbirinin boşluğu olmaya kadar gider. Oysa aynı boşluk bir vakit bir arada tutmayı başarmıştır. Boşluğun “Neyse” ve “Her neyse” hali.

Her neyse demek, oluruna bırakalım geçer demektir. Geçmesi için gölgeyi hafife almamak, altında yatanları çok önemsemeden tamir etmeye çalışmak demektir. Ne olduysa oldu unutabiliriz umududur.
Neyse deriz, söz biter.
Her neyse deriz, söz başlar.

Her neyse işte
Özledim seni o kadar
Redd

Her sözün yaralıyor artık dedi adam
Seninkiler de beni diye cevap verdi kadın
Adam, evden çıkıp gitti kendi açmayı sevmediği için her defasında unutmuş gibi yaptığı anahtarları da pantolon cebine koyarak
Kadın, yerinden kalkıp içine Arap sabunu koyduğu kovaya su doldurup, geçmişini de “keşke”leriyle beraber köpürtünce temizleneceği avuntusuyla yerleri sildi.
Adam kürkçü dükkanına döndüğünde “Neyse” diyerek zili çaldı.
“Neyse ki” diyerek kapıyı açtı kadın.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0