ANA SAYFADeneme

Hatice Yıldırım | Sevgi Uydusu

Hatice Yıldırım "Sevgi Uydusu" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da: "Her şey planlandığı gibi başladı. Kocaman bir duman bulutu arasından sıyrılıp havaya fırlayan uydu, ardında büyük vaatlerle sarmalanmış insan yığınları bırakarak birkaç saniye içinde atmosferde gözden kayboldu."

Sevda Sezer Gülle | Her Neyse
Rahmi Kızıltoprak | Vicdan Meşaleleri
Batuhan Çağlayan | Şairin Kişiliğinin Şiiri Üzerindeki Etkisi
[sharethis-inline-buttons]

Hatice Yıldırım | Sevgi Uydusu

“Alın sevginizi başınıza çalın!” diye söyleniyordu bir gözü şişmiş ihtiyar. Halk yediği toplu dayağın ardından evinin yolunu tutmuştu. Fertleri birbirinden bağımsız inleyen bu homurtu korosu, morarmış yüzleri, topallayan ayakları, patlak dudakları ile seyredene komik bir görüntü sunuyordu. Peki ne mi olmuştu?

Dün akşam, uzaya gönderilecek bir uydu haberi almaları ile başladı her şey. 21. Yüzyılın her senaryoya alışık insanı için bir uydu haberi tabi ki üzerinde durulmayacak kadar ufak bir şeydi. Ne vardı sanki? Bir uzaylı gelip canlı yayında Müslüm Gürses şarkısı söylememişti ya! Yahut güzelleşmenin kalıcı formülü falan bulunmamıştı! Altı üstü bir uydu fırlatılacaktı o kadar. Her gün fırlatılan sayısız uydudan sadece biri…

Sıradanlığı bu kadar kolay kabul edilebilir olsaydı, elbette insanlar pazar sabahı yapacakları aile kahvaltılarından vazgeçip meydanlara toplanmazdı. Bu uydunun o zamana dek görülmemiş bir özelliği olmasaydı, devletler alarma geçmez, medya kuruluşları tek tatil günlerinde tam kadroyla canlı yayına girmez, insanlar öğlene kadar uyuma zevklerini feda ederek sokaklara dökülmezdi. Evet, o gün belki de insanlığın dönüm noktası olacak bir olaya imza atılacaktı.

Bilim adamları şişe dibi gözlüklerinin üstünden bakarak yaptıkları açıklamada, insanın beyin sinyallerini etkileyecek mucize bir yöntem bulduklarını ilan ettiler. Bu uydu sayesinde düşmanca düşünceler engellenecek, ayrımcılık ve nefret gibi toplumu zehirleyen fikirler tarihe karışacaktı. Sözüm ona bir düzine çok nadir bulunan kimyasal madde hassas miktarlarda karıştırılacak ve bu karışımdan meydana gelen etkiyle zihinlere hoşgörü ve kardeşlik mesajı verilerek dünyanın küçük ponçik bir sevgi gezegeni olması sağlanacaktı. Sizi bilmem ama tüm insanlar bu habere inandı.

Her şey planlandığı gibi başladı. Kocaman bir duman bulutu arasından sıyrılıp havaya fırlayan uydu, ardında büyük vaatlerle sarmalanmış insan yığınları bırakarak birkaç saniye içinde atmosferde gözden kayboldu. Meydanlarda toplanmış meraklı kalabalık olan biteni binaların boyunca yerleştirilen devasa ekranlardan canlı olarak izliyordu. Uydunun karışım odasına yerleştirilmiş kameralar, canlı bir duygu ameliyatı izlemenin heyecanını üzerinde topladığını biliyormuşçasına   berraktı. İlk sinyallerin gönderilmeye başlamasıyla, evren yine yapacağını yaptı. Kaşları çatık bir anne gibi tetikte bekleyen evrenciğimiz, elinde terliği, düzeni bozmaya çalışan insanoğluna hafiften bir dayak atacaktı.

Uydu dünyaca ünlü mühendislerin kılı kırk yaran hesaplamaları ile tam yörüngesine yerleşmişti ki, nereden geldiği belli olmayan bir hamam böceği komuta odasının tavanından kayıp pıt diye düğmelerin üstüne düştü. Hangi düğmelere bastı bilinmez ama zavallı hayvancağız daha ters döndüğü yerden doğrulmamıştı ki uydunun, konumundan saparak siren sesleri eşliğinde güneşe yaklaşmaya başladığı anlaşıldı. Yüreği ağzına gelen halk, dev ekranlarda izlediği bu beklenmedik olayın etkisiyle ile kendini kaybetti. Çığlık çığlığa koşturanlar, birbirini tutup sarsanlar, elleriyle yüzlerini kapayanlar, kendilerini yere atanlar…

Neyse ki bu durum çok sürmeden herkes kendini toparladı. Ekranlardan uydunun her hareketini izleyen zavallı insanlar, nefesini tutmuş, kimyasal şişelerinin üzerindeki hızla değişen rakamların ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyordu. O sırada kulakları birkaç saniyeliğine uyuşturan bir siren sesi daha duyuldu. Güneşe yaklaşmasının etkisi ile ısınan uydunun, karışım deposundan aşırı sıcaklık alarmı veriliyordu. Hiçbir zaman hayır haberi vermeyen bu uğursuz sesin ardından insanlar, tuhaf kıpırdanmalarla hareketlendi. Yüzlerde şüphe uyandıran kocaman bir gülümseme belirdi önce. Sebepsiz bir neşe ile herkes tuttuğunu kucaklayıp öpmeye başlamıştı. Önüne kimin geldiğine bakmadan büyük bir sevgi ile karşısındakine samimiyet gösteren kalabalık, bir anda kırk yıllık dost kesiliverdi. Yaşlı dedeler, nineler, orta yaşlı amcalar teyzeler, çocuklar gençler… Ortalığı panayır meydanı gibi bir anda toz kapladı. Bazıları sevginin dozunu arttırmaya başlamıştı ki, Allahtan uydudan tekrar siren sesleri yükseldi…

Sesin kendine getirdiği insanlar korkuyla dev ekranlara çevirdiler bakışlarını. Yakıt deposunda bir maddenin şişesi kırılmıştı ve kimyasal karışıma katılma oranı düşmüştü. Tüm kalabalığın davranışları ağır çekim hareketlerle tekrar değişti. Evrenin -şimdi kuklaları andıran- en zeki canlısı artık sinyalin verdiği emir ne ise ona göre hareket etmek zorundaydı. Kaşlar çatıldı, dudaklar öfkeyle büzüldü… Anlayacağınız üzere canım uydumuz bu kez de yan etki yapmıştı.

Agresif bakışların ardından kalkan el kol hareketleri, kısa zamanda yerini bağrışmalara, devamında ise yolunan saç demetlerinin havada uçuştuğu kavgalara bıraktı. Sahibi belli olmayan yumruklar, Jacky Chen’i aratmayan uçan tekmeler, çatlak çığlıklar, boğuk küfürler… Az önce birbirini öpen kişiler şimdi moraran gözler, şişmiş dudaklarla yakın döğüşteki hünerlerini sergiliyordu. Yine işler çığırından çıkmak üzereydi ki, üçüncü bir siren sesi ile herkes olduğu yerde donakaldı.

Sesin yüksekliği her seferinde büyük bir kargaşa yaratıyordu. O şaşkınlıkla durumlarının sürekli değiştiğini fark eden insanlar sırada ne olduğunu düşünüp korkmaya başladılar. Dördüncü seviye acil siren sesiydi duyulan. Ekranlara bakmak her geçen saniye kıyameti izlemek gibi bir etki yapıyordu. Koca meydanlarda korkudan kimse ağzını açamaz olmuştu. Sirenin hızlanması ile kalplerin atışı da hızlandı. Tüm kimyasalların şişeleri, havai fişekler gibi tek tek patlamaya başlayınca, uydunun depo odasını çeken kamera ekranı kullanma tarihi geçmiş bir gökkuşağı kadar sevimsiz oldu. Gökkuşağının kullanma tarihi mi olur diyen aşırı gerçekçi okuyucularımız için şunu da ekleyelim: sıçrayan karışımlarının oluşturduğu iğrenç renklerle kirlendikçe göstermez olan kamera ekranı ayvayı yedi yani sizin anlayacağınız. Bu ipi kaçmış uçurtma mizaçlı karışım, insanlarda beklemedikleri başka bir etki yapacaktı. Herkes önce esnedi koca ağızlarıyla, sonra havalanan bir kâğıdın yavaşça yere düşmesi gibi olduğu yere yığıldı.

Tüm dünya derin bir gevşeme ile uykuya dalmıştı. Onlar rüyalarında ne görüyorlardı bilinmez ama o kadar derin uyudular ki, titreyen gözlerle her hareketini izledikleri uydunun, parlak ışıklar saçarak parçalara ayrıldığını göremediler. Sessizliğin hüküm sürdüğü bir ikindi vakti, insanlar ikinci defa güne gözlerini açtı. Moraran yerlerinin sızlamasına, yaralarından sızan kana, yüzlerindeki gelişigüzel ruj izlerine aldırmadan aceleyle ayağa kalkanlar, çareyi evlerine koşmakta buldular.

Onlar için bugün, dünyanın ilk günüydü. “Alın sevginizi başınıza çalın!” diyen ihtiyar, bir eli belini tutarken merakına da uyduya da küfürler savuruyordu. Anlaşılan, uzun bir süre en ilginç haberler, en heyecan uyandırıcı bilimsel gelişmeler rafa kaldırılacaktı. Sevgisini ve nefretini içinden gelerek yaşamak isteyen insanlık, bir süre “büyük haber” duymak istemeyecek gibi görünüyordu.

Ne yapalım, Müslüm Gürses şarkısı söyleyen uzaylı da artık başka bir zamana kalsın.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0