Muhammet Erdevir | Şiirülke

ANA SAYFADeneme

Muhammet Erdevir | Şiirülke

Muhammet Erdevir "Şiirülke" adlı yazısıyla Edebiya Daima'da.

Muhammet Erdevir | Düş Serinliği
Muhammet Erdevir | Yağmurlar Sana Söyler Ne Söylenecekse
Muhammet Erdevir | Sonuna Mim Konmuş Masallardan

Muhammet Erdevir | Şiirülke

“Dün bir gölge gibi geçti yanımdan
Oydu, bir bakışta tanıdım onu” (Hatıra)

Şiirler yazıp duruyorsun ama bana özgürlük şarkıları miras bırak. Daha azını pranga sayar cerahatlerle delik deşik olmuş kalbim. Senden şiir değil umut dilenmek isterdim ama gel gör ki şiirin de umudun da ne olduğunu unuttum sanki. Umut tuzakmış, inanmalı mıyım? İçimde sesini duyabildiğim, gülüşünü görebildiğim, varlığını teneffüs ettiğim mesut günlerin bahtiyar sarhoşluğu… Göğsümde o paslı hançerden yayılan zehrin metalik uğursuzluğu… Elimde kalem, senden kalan mürekkep damlaları defterimde. İşte böyle böyle tüketiyorum yaşam sermayemi bunu bil de… Bundan gayrı kapımı ister çal ister çalma. Bil sadece.

Parkta oturuyordum. Kavaklar rüzgârda hışırdıyordu. Aklımda tek bir görüntü vardı: Arabanın camından giren esintide savrulan, çoğalan, birbirine karışan saçlar. Bir çift göz, ışıklı. Bir ses; neşeli, güleç, tutkulu. İnce uzun parmaklar sürekli saçların arasına gidiyor ve asi saç tellerini toparlayıp kulağının ardına doğru ittiriyor. Masalsı, şiirsel, ressamları kıskandıracak bir peyzaj bu. İşte böyle. Sendin her şey, kâinatım senden ibaretti. Aranan, bulunamayan; bilinen, tanınmayan; istenen, erişilemeyen… Bir gölge gibi geçip gidiyordun her gün yanımdan. Kulağımda kuş cıvıltıları. Her gün gülüşün, şakıyarak konuşman… Bir gün resimlerinle konuşmaya başlayacağım bu işin sonunda. Bir gün…

“Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve masamda bir düşler gülü
Gecenin içinde, soyunuk” (Yağmur, Gül ve Eller)

Uyku unutulması en kolay şey, ilk vazgeçtiğim parçası hayatımın. Beni sana götürmeyen günlerimin hepsini alıp bir torbaya dolduruyor ve uçurumdan aşağıya yuvarlıyorum. Geleceğimin katiliyim artık, yaşasın!  Bir ismin ilk harfi bile yetiyor uykuyu kaçırmaya. Değil ki o manzara… O düşüş, o kaçış, o tutsak oluş… Elimdeki kan nereden geliyor, hangi yaradan? Ben niye böyleyim, sen niye görmüyorsun görmen gerekenleri? Düşüncenin sonu yok, düşmenin de. Ay düşen yolları derleyip toplayıp peşine sürüklüyorum. Bir şiir çıkar belki kanayan tırnak diplerimden.

“Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir” (Olvido)

Söylemiyorum, tutuyorum. Söylersem tılsımı bozulur diye değil, umudum kanadı paramparça olur diye susuyorum. Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiirlerim, öykülerim, mektuplarım… Şarkıları bile yarıda kesiyorum genelde: Hiçbiri sana layık değil. Hepsi senin için ama hiçbiri ayağının tozuna bulanmayı hak etmiyor. Vuruyorum boyunlarından güfteleri.

Bir kez daha: Bana özgürlüğü miras bırak. Adımlarım yürümenin şehvetini son damlasına kadar yaşasın. Ben kederli bakışlarımı alıp mesafenin sonsuzluğa kesiştiği noktadan kendime yeni bir yol seçeyim. Senin bana tanımlamadığın bir yol, üçüncü yolum. İlk ben yürüyeceğim çözümsüzlük ormanından, bu işi olması gerektiği gibi çözeceğim. Ancak bu şekilde narların gölgesinde serinleyen çocukluğuma yetişebilirim. Yalnız bu şekilde geçen zamanı kuyruğundan yakalayıp peşimden sürükleyebilirim.

“Sen böyle kederden taştığın akşam
Derim: Dudağında şarkı ben olsam
Gözlerinde damla ve içinde gam
Eriyen renk olsam yanaklarımda” (Bahar Şarkısı)

Kederli akşamlarını biliyorum, hüznünü duyuyorum mesafeler ötesinden. Yaramı yarana örtüyorum, kanını kanımla durduruyorum.  Bir nisan günü çıkıyorsun karşına, bir nisan günü gözlerimi oyup o son gülüşünü hafızamda hapsediyorum. Dalgalar yükseliyor denizimde, henüz fırtınalar çok uzakken.  Bulutlar ağır aksak, ben kayalıklardan sürünerek… Gidiyor gidiyor sana varamıyorum. Ölüp ölüp diriliyorum akşamdan sabaha.

Lirik ağıtlar yaktığımı, ağlak sözlerle dünyayı kararttığımı söylüyorlar. Oysa ne bir hatip ne de bir şairim. Kalbimin gizli koridorlarını onlar kadar ışığa boğamam başım sıkışınca. Senden kaçıp sana gelince, bakışlarından uzak durmaya çalışıp yine onların etkisine girince, parmaklarından damlayan hüznü abıhayat niyetine yudumlayıp ölüme koşar adım yürüyünce böyle abes bir portreye dönüşüyor varlığım. Mazur gör, gözlerimi öyle uzun kapattım ki ışığı gördüğüm o ilk andan beri parıltıdan başka bir şey seçemiyorum bana bahşettiğin manzarada.

“Sonbahar tenha yolun, boş dalların arasından
Senin güzelliğini gösterecek aynasından” (Sonbahar)

Baharda zambaklar açar ama sana getirmek nasip olmaz baygın kokusunu. Bilirim, seversin mor zambakları. Zambakları sevdiğini bana söylemeyecektin, nasıl koktuğunu hiç bilmeyecektim. Şimdi ne vakit beklenmedik bir rüzgâr esse acaba kokundan eser var mı diye çırpınıyor kalbim. Ne zaman yağmur yağsa, saçlarından süzülen damlalarla yıkamak istiyorum kalbimi. Ah kalbim, cerahatli bir soruna dönüşüp duran kalbim… Dermanının yalnızca sen olduğunu bilerek doğrayacaktın onu. Bak, ortada kaldı şimdi kan revan içinde.

Varlığım senin istemene bağlı. Yok olup giderim, haritalardan silinirim sen istemedikten sonra. Hüzün en çok bana, bu mesafeleri böyle çoğaltmak en çok sana yakışıyor. Bunca denklik, bunca yanış ve bunca keder sonra merhamet mi dileneceğiz bülbülün kanadını kıranlardan?

“Kapa gözlerini der, uyu hazla
Sızarken camlardan ince bir yağmur” (Yağmur)

Salkım söğüde ne çok şarkı yazılmış!.. Ah, bilmiyor güftekârlar bir servinin endamı nelere bedeldir! Sözler ne kadar eksik kalır onun salınışı yanında, ateş ne derece acizdir etrafa saçtığı kıvılcımlar karşısında. Camlardan ince bir yağmur sızarken ben yollarda salınıp giden gölgeni hayal ediyorum. Düş gücümün bütün sermayesini o görüntüye seferber ettim. O hissi içimde duyabilmek için göğüs kafesimi paramparça ediyorum. 

Ben susuyorum şairler konuşuyor, taş duvarlara sinen hasret nağmeleri söylüyor. Sesler doğuyor seslerin içinden, şiirler mektup oluyor. Ayrılıktan vuslata, vuslattan irm anlık bakışmaya kadar her şey birbirine karışıyor. Ama çalkalanmalı sular duruluncaya kadar. Bilirim denizler durulmaz çalkalanmadan. Öğreniyorum dalga diye içime içime vuranlar taşıyor nefesini bana.

“Sesin nerde kaldı? Kar içindesin” (Kar)

Mevsim yaz ama kışa dönüyor bir kez daha. İçimde zemheriden kalma ayazlar gönül bahçemi talan ediyor. Şiir değil ama şarkıda “gül güzeli” diyor. Sahi, sesin hangi vadilerde yankılanır şimdi gül güzeli? Bir ah etsen de öğrensek o sedanın aksini. Aynalara sormalı bunu, yansıtmakta mahir olanlar onlar. Belki o zaman o yankılar içinde bulurum pusulamın işaret ettiği kurtuluş kapısını.

Sesini bir kış ikindisinde bıraktım ardımda. Sonrası hep kederdi, zamana karşı direnen biçare bir keder. Kaç saat ya da kaç gün geçti diye sayıp dururken bir de baktım ki yıllar girmiş aramıza. Sesin hep kar içinde, hep yakın ve hep uzakta. Yankısı basıyor kaderimin bamteline. Ben o tereddütten yangın kuşlarına yuvalar yapıyorum başıma ateşler salabilsinler diye.

“İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı” (Büyük Olsun)

İnsan Kerem misali yanmalı dedikçe Aslı olup kaçıyorsun benden. Kaçma, etme, gitme. Sabrım artacağına azalıyor, ömrümden ömür gidiyor bu kaçışlarda. Şiirülkemin sınırları aşılıyor, işgale uğruyor sözcüklerim. Sana yazdığım mektuplar ele geçiyor, dillere düşüyor ve ben tarumar oluyorum.

Hasreti sen çoğaltıyorsun. Bir sözünle, bir tebessümünle, bir adımınla çözülebilir buzdan kalelerim. Kılıçlar kınına dönebilir bir çift güzel söz söylesen, gökyüzü turnaları özgür bırakabilir. Gelincikler açabilir papatyalarla aynı anda. Hepsi mümkün senin içten gelen bir küçük adımınla.

“Onu sevmekle geç ey yaşamak!” ( Son Aşk)

Onu sevmekle geç diyorum yaşamıma. Ama alaycı günler sigara dumanı gibi kıvrıla kıvrıla uzaklaşırken benden ayrılığın ıstırabını eğri birer çivi olup bağrıma çakıyor. Dünya bütün o dikenleriyle dört yanımı kuşatmış gibi. Oysa bilmiyor ki dudak bükerek bakanlar, dünyanın telaşı seni benden alamaz. Çözemez hiçbir zaman içimde sana dair kurduğum şifreleri.

Ne gitmenin ne gelmenin sırası. Ama ben sana avuçlarımı dikenler parçalaya parçalaya böğürtlen toplayacağım daha. Avuçlarım kanamadan olmaz. Dönüp dönüp yanı noktada buluşuyoruz: Ben hızlandıkça sen de az öteye kaçıyorsun. Korunan mesafeler, çoğalan genişlikler olmasın.

“Tamamlanacaktır yarım kalmış rüyalar” (Selam)

Ama biliyorum, ama farkındayım, ama duyuyorum… Her rüya tamamlanır. Hayaller yarım kalır da rüyalar yarım kalmaz. Sahih rüyam, müjdem, karanlığın ortasında kapımı çalanım. Sana geleceğim emin ol yolların en güzeliyle. Her kederin bir güzel çözümü vardır. Ben kederimden güzelliğine köprüler ata ata yoluna revan olup kapına düşeceğim. Şiirülkemin ecesi, doldurursan o gün bir tas soğuk suyunu içerim.

*Dizeler sevgili Ahmet Muhip Dıranas’ın şiirlerinden seçilmiştir.

YORUM

WORDPRESS: 0