ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: İKİ ÖMÜRLÜK PUSULA

ANA SAYFAÖykü

ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: İKİ ÖMÜRLÜK PUSULA

Yazar adaylarının öyküleri, Edebiyat Daima'da ilk kez okurlarıyla buluşuyor. Öğrenci Öyküleri'nde Umahan Sarı "İki Ömürlük Pusula" öyküsüyle...

ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: KARARLAR VE GERÇEKLER
Öğrenci Öyküleri: Nihlegül Atay | Biz Yanarsak…
ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: Zeynep Yıldırım | Kiev Ekspresi 

Öğrenci Öyküleri: Umahan Sarı | İki Ömürlük Pusula

Önüne atılan ekmeğe, tasın içindeki kirli suya baktı bir süre. Gözleri bu anı yadırgamazken, kulakları; acı inlemelere, çocuk ağlamalarına ve iki kişinin yüksek tartışmasına şahitti. Sabrediyordu. Şimdi yumduğu gibi o zamanlarda da gözlerini yumuyor, kulaklarını tıkıyor o haykırdığı günü düşlüyordu. Üç yaşındaki oğlunun sessizliğini minnetle karşılıyordu bu kaos ortamında. Sesler artmaya Gökçe’nin sabrı tükenmeye başlıyordu. Bir şaklama sesi çalındı kulağına. Kırbacın havayı delen keskin sesi yayıldı ortama. Ama her kimse çetin cevizdi. Her kırbaç indiğinde daha da şevke geliyor, daha da bir artan hırsla “Allah!” diyordu. Öyle bir ana gelindi ki Gökçe’nin asla tahmin edemeyeceği bir sessizlik oluştu ortamda. Kucağındaki hareketlilikle başını çevirdi oğluna.  İri iri açmaya çalışmıştı badem gözlerini. Üzerinde bulunan kıyafetler, ayların getirdiği tahribatla bir paçavraya dönüşmüştü. Verilen sular, hayvanların yalaklarından gelen kirli su olduğundan cüzi miktarda kullanmaya çalışıyordu Gökçe. Oğlunun her sabah yüzünü yıkamadığından oluşan mahmurluk, Gökçe’ yi rahatsız etse de burada görünümden çok yaşamaya önem verilirdi. 2020’li yıllarda yaşıyorlardı değil mi, – Gökçe acı bir şekilde gerdi dudaklarını- o zaman nereden geldi, M.Ö. işkence aleti olarak kullanılan kırbaç? Neden günümüz silahlarını kullanarak kafalarına sıkmıyorlardı? “Öldürme, SÜRÜNDÜR.” emri ile hem ırkımıza hem de dinimize olan nefretlerini, hırslarını, aşağılık duygularını kusuyorlardı. Geçmişin acısını tarihten silemedikleri gibi yeni bir acıyı tarihe yazmayı yeğliyorlardı. Bu yaşanan durum, ne kadar dillerde olsa da yanlarında değildi.  Ağız dolusu laflar, ne yazık ki burada yaşayan içi boşaltılmış yaşamları doldurmuyordu. Kulakları “Allah!” nidalarıyla dolup taşarken “Açın halinden tok ne anlasın. “Diye yakındı Gökçe, hiçbir zaman anlayamayacaktı tok. Oğlunun ağlamasıyla gözünü ayakkabı bağcığından çekti. Dalıp giden gözleri, oğluna çevrilirken oğlunun koluna yapışan bir elde duraksadı. İçinde fokurdayan öfke ve tiksinti kazanı, son hızla kaynamaya başladı. Gözlerini elin sahibine doğru çevirdi. Kan oturmuş irislerine delicesine bir ışık oturmuş, çakmak çakmak yanıyordu sanki Gökçe’nin. Bu insan müsveddesini, oğluyla çıktığı tuvaletten dönerken tanık olduğu iğrenç olayın başında görmüştü. İki gün önce, bulduğu bir keskin metalle boğazını parçalayarak intihar eden kızın tecavüzcüsüydü.

-Çocuğu ver.

 Yanlış duyuyordu herhalde, ondan “her şeyini” mi istemişti? Bu sorunun ağırlığıyla beyni son hızla çalışmaya başladı. Baştan aşağı inceledi kendisinden her şeyini isteyen askeri. Palaskasında uzun, kör bir bıçak – genelde yarayı daha acı bir şekilde açmak için kullanıyorlardı.- ve sırtında asılı halde bir kaleşnikof. Mantıklı olmalıydı Gökçe, şimdi bir saldırı gerçekleştirirse nöbetçi askerler bir dakika dahi beklemeden kafasına sıkarlardı ve oğlu merhametsiz ellere kalırdı. Hem oğlunu hem de kendisini ya yaşatmalı ya da öldürtmeliydi.  Asla arkada kimse kalmayacaktı. Çevreye hızlı bir göz attı.  Nöbetçi askerler ve bazı gruplar kırbaç işkencesini izliyorlardı. Bazıları da gözlerini bir yerlere dikmiş hafifçe sallanıyorlardı. Tek bir seçeneği kalmıştı, askerle gitmek ve yalnızken saldırmak. Oğlunu sıkıca bağrına basıp ayağa kalktı, susması için hafifçe salladı. Gökçe oğluyla ilgilenirken ağır ağır süzdü onu asker. Gökçe bir an bu aşağılık davranışla kontrolünü yitirecek gibi olsa da mantığı pusulasıydı artık. İki ömürlük değerde bir pusula…

YORUM

WORDPRESS: 0