Elif Sude Yanık | Yaşamakta Anakronizm

ANA SAYFADeneme

Elif Sude Yanık | Yaşamakta Anakronizm

Elif Sude Yanık "Yaşamakta Anakronizm" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'nın "Defter" kategorisinde bizimle.

Gazel Yiğit | Sessizce
Eda Tosun | Gül Dikeni
Merve Yurtsever | Yol Ayrımı

Elif Sude Yanık | Yaşamakta Anakronizm

            Yaşamak…

Büyülü bir kelime.

Büyülerin en kelimesi, kelimelerin en büyüsü belki.

Herkesin ama hiç kimsenin.

Aynı anda doğal ve olağanüstü.

Gerçek ve hayal ürünü.

Var ve yok.

Herkesinki hayat, kimininki yaşamak…

Yaşayan fakat yaşamın ancak kıyısından yürüyebilen nice varoluş içinden bizim gerçekliğimizle hiç var olmamış birinin en çok var olanlardan daha derin yaşayışına ait bu satırlar. Zira asıl yaşamak, hayatta olabilmekten çok hayat verebilmek, hayata verebilmekte.

Dilber…

Sergüzeşt’in kadını…

Samipaşazade Sezai’nin zihninin derinliği…

Kadın kelimesi kendine bir anlam arasaydı yaraşırdı ismin. Sevda vücut bulsa evi olurdu bedenin.

O vapurun sesini ilk duyduğun an hissettiğin en derin korkuyu ruhumda hissederek değmeye çalışıyorum kelimelere, acını duyumsayarak. Çocukluk denilen o kısa masum ütopyanın zamansız yıkılışına, dünyan darmadağın olurken ayakta kalabilişine dehşet, hayret ve hayranlık duyarak bakıyorum.

Ayrılıklar zordur, biliyorum.

Biliyorum dediğime bakma, sahi biliyor muyum? Ne kadarına bilmek deriz ayrılıkların en derinini yaşayan senin yanında? En körpe, en savunmasız anında sevginin sonsuz kaynağından hissizce çekip alınan senin yanında… Bugün ismi yalnız ve ancak neşeyle bir tutulacak yaştaki çocuğun bedeninin her bir zerresini var oluşunun koşulu kılışına kendini yeniden yaratmak denebilir ancak.

Bir çocuğun ellerini getiriyorum önce hayalime. Benim dünyamın çocuklarının… Tertemiz, pembe parmaklar, oyuncak üstünde dolaşan pürüzsüz dokunuşlar, yumuşacık avuçlar…

Ellerine dokunduğumu düşlüyorum sonra, soğuktan kurumuş, sertleşmişler. Pul pul dökülüyor deri bakımsızlıktan, tozdan kirden kararmış belki yer yer, kıpkırmızı kesilmiş ayazdan. Yorulmuşlar.

Bir çocuğun saçlarını getiriyorum zihnime şimdi de. Upuzun, kumral saçlarını… Örülmüş, taranmış, toplanmış, bakımlı saçları… Omuzlardan aşağı dökülen, zorla toplanan sırma saçları…

Saçlarını seyrettiğimi düşlüyorum ardından, keçeleşmiş kirden, yapışmış. Rüzgârda havalanıyor birkaç saçak, bukleler kırıklara evirilmiş…

Bir çocuğun elleri oyuncağa, saçları taraklara, çehresi aynalara aittir. Oysa “insanlık reddetmiş” diye seni, acıdan başkasıyla tanışmamış avuçların ve sürüklenişten başkasına köle olmamış saçların.

Evinden çıkarırken seni, kalbin de orada kalır sanmışlar. Yüreğinin yerine taş dolar, fark edilmez demişler. Sevgi zamanla unutulur, kölelik aşkı öldürür zannetmişler. Cefa içindekine ne saadettir sahiden aşık bir kalp! Oysa sen ne duygusuz bir hizmetkara dönüşebilmişsin ne doludizgin bir sevdanın kapısında konaklayabilmişsin.

O en derin, en özel, en özenli duygu “zalim bir ceza” halini aldıkça senin dünyanda, yüreğin parçalanarak yol vermişsin hayallerine. Rüyaların her yutkunuşta bir yumru boğazında, umutların derin birer kesi durmaksızın kanayan…

Çocukların en yaşlısı, acıların en çocuğu Dilber,

Hayat demişler adına ama yaşamaya her yaklaşmanda kırmışlar kolundan. Aynı nefes üflenmiş ruhlara ama cüzi bir pahaymış sendekine biçilen, hesabı sorulamamış kaderin.

Biz bugünün insanları, “dönem şartları” diyerek tanımlıyoruz konakladığın çağı. “Zaman öyle gerektirmiş” şeklinde gerekçeler sunuyoruz bir kadının cinselliğinin, bir kadının hayalinin, bir kadının umudunun, bir kadının bedeninin, bir insanın hislerinin, yaşamanın ruhunun satılığa çıkışına.

Halının altına süpürdüğümüz nice hayatın günümüz dünyasında nefessiz vuku buluşu hiçbirimizin farkına varmak istemediği yıkıcı bir gerçeklik diğer yandan. “Bir kalbe sahip değil miyim? Kimseyi acımaz kimseyi sevmez miyim?” diyerek sessizce çığlık atan ne Cevher’ler yaşıyor yanı başımızda. Hala hürriyet parayla, hala namus kadınla, hala edep esaretle tartılıyor. Sahip olunuyoruz fark ettirmeden. Modern zaman kurallarıyla satın alınıyoruz. Bedenler halen ölçüt, ruhlar halen görünmez. Gülüşler halen edepsiz, sükûnet daima kutsal, sevmek halen günah kimimize, haramlar sevap hala bazısına.

Hala kocaman kimi evler; içleri acı, içleri hüzün, içleri esaret yüklü.

Özlem baki.

Acı daimî.

Medeniyet dediğimiz en ilkel bir çağın fazlasıyla profesyonel aktör ve aktrisleriyiz bizler.

Parmaklıkların en özgür kızı,

Zamanın getirdikleri değil, insanlığın götürdükleridir gözyaşların. Suç çağın değil, suçlular süreklidir.

Oysa haykırmalısın yıllar öncesinden hep var olacağın geleceklerin en geleceğine:

“Dün, bugün ve daima,” demelisin,

“Kimliksizdir sevmek. Herkesindir özgürlük. Kalbinin sana sormadan aktığıdır aşk. Zamansızdır sevebilmek. Herkesindir yaşamak. ‘Gönül sevdaya karşı daima çocuktur.’”

Yaşamak herkesindir.

Çocukluk tümünün hayalidir.

Büyümeye isyan ortak.

Herkesindir yaşamak.

Hayatın sözü var zira nefesini yaşamak ile süslemediklerine.

Damlayan her yaşın borcu,

Kalplerin hakkı var.

Ruhun sıkışır ya zamansız,

O anların ahı var.

Dünyanın borcu var zira,

Nefesleriyle genzi yananlara

Yaşamanın sözü var.

*Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt romanından esinlenilerek romanın ana karakteri Dilber’e ithafen yazılmıştır.

YORUM

WORDPRESS: 0