ANA SAYFAKitaplık

Şener Öktem | “Diğer Şeyler”de İç İçe Geçmiş Görünmeyenler

Şener Öktem, Ali Necip Erdoğan'ın "Diğer Şeyler" adlı öykü kitabı üzerine yazdı

İsmail Kılınç | “Kuvayı Milliye’nin Hazinesi” Hakkında Bir Tahlil Denemesi
Birgül Yangın Aslanoğlu | Tek Kalan Fincan’da Aradıklarımız
Serap Yalçın Pamuk | Sözlü ve Yazılı Kültür

Şener Öktem | “Diğer Şeyler”de İç İçe Geçmiş Görünmeyenler

[sharethis-inline-buttons]

Bilincin inancını sarsan bilinçaltı metaforlar, imgelerle dans ediyor adeta bu kitapta.

2020 yılı başında Hece Yayınlarından çıkan Ali Necip Erdoğan’ın on dokuz öyküden oluşan ilk kitabı ”Diğer Şeyler”i, beyaz zemin üzerine insan ve evrenin döngüsel ifadesi olan biri küçük siyah renkli hayat / hareket / gerçeklik, diğeri büyük mavi renkli kozmik /metafizik iki dairenin, kaygan zeminde kesişen beynimizin kodlarına işlenmiş ikincilleri ile selamlıyor kapakta bizi…

Dergilerdeki öykülerinden aşina olduğumuz Ali Necip Erdoğan kendi usulünü oluşturmuş, gittiği yeri ve vereceği mesajın farkında bir kalem. Demini almış üslubuyla yazdığı öyküler, bundan sonra yazacakları için de bize ipucu veriyor.

Ali Necip Erdoğan öyküsünün karakter, olay, mekân ve zaman gerçekliğinin doğu kültürünün mitolojik, hayal ve rüya araçsallarıyla postmodern fantastik hüviyete büründüğünü görüyoruz. “Ancak içeri girip Ceyda’nın karşısına oturunca bunun camdan kaynaklanmadığını anladı. Üst üste binmiş iki görüntü halindeydi Ceyda.” (Çizgi, s.63). Bu manada hem Harry Potter okumuş/seyretmiş genç okurun ilgisini çekecek sadelikte, hem de felsefik / mistik yoğunluklu bir deryada kafa yormak isteyen okuru (risk alarak) potansiyel alıyor kitap. “İnsanın kendi görüş alanını perdeyle kapatması ne tuhaf, dedi.” (Çerçeve, s.59)

Öykülerin genel mesajı bilgiden ziyade olay üzerinden, varlık yokluk arasında okura ontolojik sorular sordurması. Bu açıdan vahdet-i vücutçu emarelerden beri olamıyor. ” Ve yine bilirsiniz ki şu hayatta en önemsediğim şey anlamdır. İşaret bendedir ve anlam benimle çoğalır. (İnceltme İşareti, s.110)

Geleneğimizin destansı hikâyelerinden beslenmiş damarlarını felsefeyle / mistisizm yoğurarak varoluşsal anlam arayışını içimize akıtıyor. Öyle akıtıyor ki kitabın sonuna kadar kum saati misali, ırmak gibi. ”Bir ara Firdevsi’nin Şehname’sindeki bir hikâye ile ilgili, Küttablar nahiyesindeki Muhtar Mustafa’dan dinlediğim hikâyeye hiç biri benzemez, dediğini duydu.(Küttablar nahiyesi, s.76) ”Küttablar Nahiyesi” iç içeliğin yoğun olduğu bir öykü olarak okuru çok zorlayacak gibi. “Öncelikle şunu belirteyim; içinde bulunduğun arabayla yapmış olduğun kaza yaklaşık yedi saniye sürüyor. Araba sol yanının üstüne yatıp durunca senin de eğitimin bitecek.” (Zaman Taciri. S.101). Simurg’a, yedi vadiye yapılan gönderme Doğu klâsikleri izleri taşıyor.

Sürekli bir hareket, döngü halinde ama bunu yaparken de ”an”ı durduruyor bir film karesi gibi. Siz ”an” üzerine öznel / etkenken bir de bakıyorsunuz nesne edilgenlik durumunu iç içe yaşıyorsunuz. Durun diyor anlatıcı durun! Ve edilgenlik ruhuyla bulunduğunuz konumu anlamlandırın. “Bence beklemek felsefi bir şey ya da ne bileyim sanat. Evet beklemek bir sanat.” “Adam, usulca uzanıveriyor kadının kalbindeki sıcacık odalardan birine. Ve kadının zihnindeki rafdan bir kitap alıyor, sakince çeviriyor sayfaları. Kadın, tüm zerreleriyle izin veriyor adama. Ve bırakıyor kendini adamın kelimelerine.” (Aşkın sureti, s. 47)

Bazen kukla gibi mitos yaratırken bazen de Kaf dağına çıkan Simurg misali kendine, özüne dön çağrısı yapıyor anlatıcı. Susarak susatarak. Kitabın bir bakıma mesajını “Kuklanın Ruhu” oluşturuyor. Kuklanın var oluşu üzerinden insanın “Kendi” olma mücadelesi trajik kurgu üzerinden sunulmuş. “Kukla bir an durup hikâyeyi baştan almaya karar verdi. Ellerini öne doğru uzatıp havada kavisli bir ‘v’ harfi çizerek , ‘Vaktiyle…’ dedi. Sesi yine anlaşılmadı ancak hareketi ‘anlam’ı aktarmış, salondakilerde anlamışlardı.” (Kuklanın Ruhu, s.37).

Her ne kadar kukla ruhuna kavuşsa da (insan “kendi” olsa da) ustasıyla olan bağ hemen kopmuyor. Bu yüzden anlatıcının ustayı öldürdüğünü görüyoruz. Anlayamadığımız, seyircilerin kuklayı neden katil olarak görmesi. Burası biraz muallak bırakılıyor anlatıcı tarafından.

An (etken) ve an içinde (edilgen) insanı, zaman üstü kurmacayla gerçekliğin cıvamsı özelliğine şahit tutuyor anlatıcı.(Çizgi, Sıkışan Zaman)

Susmanın çığlıktan öte bir şey olduğunun, yaşam biçimine evrilişinin trajik öyküleri “Suskunluk” , “İçi Geçmiş” kim bilir ölümle sonuçlanmasa da kaçımızın yıllarca susmuşluğunu anlatıyor.

Kurguların çoğunun kadın erkek görselliği üzerinden yürümesi klasik çağrışımlardan azat edemiyor anlatıcıyı. (“Adam-Kadın-Garson”,”Aşkın sureti”,”Suskunluk”,”Ay Işığı”)

On dördüncü öyküde (Zaman Taciri) yazar kendi ve kitabı hakkında bazı açıklar veriyor. Aslında öykülerin burada bittiği, diğer beş küçürek öykünün kitaba zorlama konulduğu havası veriyor.“… ‘zaman’ı konu edinen ya da zamanla ilgili on dört öyküden oluşuyordu kitap”, ”birkaç öykü birbirinin devamı olarak yazılmış olmakla birlikte bütün öyküler özgündü. Özellikle ‘4. Boyut’ isimli öykü (kitabın da 4. öyküsüydü), zamanın 4.boyut (en, boy ve yükseklikten sonra) olarak ne ifade ettiği, nasıl bir örüntü oluşturduğu, zaman nedeniyle oluşan ağın kişiyi nasıl şekillendirdiği” anlatılmış ki kitabın en dikkate değer öyküsüydü. Bütün öyküler üçüncü kişi tarafından anlatılmıştı. Felsefi ve metafizik öğelerle yüklüydü.”, “…Zamana kafayı takmış bir yazarla karşı karşıyaydım.” (Zaman Taciri, s.98). Lakin 4. öykünün tekabül ettiği de gerçekten kitabın özü diyebileceğimiz “Kuklanın Ruhu”na denk geliyor. Bir başka öykücü üzerinden anlattığı durumlara baktığımızda kendi ve kitabı hakkında verilen ipuçları kitabın efsunlu halini bozuyor.

Metinlerarasılık kitap sonunda roman tadı veriyor. Anlatıcının özellikle kullandığı bazı rakamları rastgele seçmediği aşikâr. Son öykü (Okur /Yazar) de, kim bilir anlatıcının otuz yıl öncesine dayanan ”Diğer Şeyler”inin engel teşkil ettiği mahremiyeti, silüet olarak okura göz kırpıyor.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0