Büşra Ünal | İsmail Gaspıralı ve “Bela-yı İslam”

ANA SAYFAKitaplık

Büşra Ünal | İsmail Gaspıralı ve “Bela-yı İslam”

Bela-yı İslam, İsmail Gaspıralı’nın Molla Abbas Fransevî müstear ismiyle 1905 yılında Tercüman’da yayımladığı sembolik bir hikâyedir. Hikâyede İslam medeniyetini güçlü kılan özellikler ve bu özelliklerin hangi yollarla bertaraf edilebileceği alegorik bir şekilde anlatılmıştır.

Erhan Çamurcu | “Çile” Şiiri ve Necip Fazıl’ın Açtığı Çığır
Erhan Çamurcu | Horasan’dan Anadolu’ya Akan İrfan Irmağı
Merve Yurtsever “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi” Üzerine Yazdı   

Büşra Ünal | İsmail Gaspıralı ve “Bela-yı İslam”

Bela-yı İslam, İsmail Gaspıralı’nın Molla Abbas Fransevî müstear ismiyle 1905 yılında Tercüman’da yayımladığı sembolik bir hikâyedir. Hikâyede İslam medeniyetini güçlü kılan özellikler ve bu özelliklerin hangi yollarla bertaraf edilebileceği alegorik bir şekilde anlatılmıştır. Öyküye göre Dört Halife döneminden Emevi ve Abbasi zamanlarına kadar İslam âlemi çok güçlüdür. Siyasi nüfuz, askerî fetih, medeni şöhret, bilim ve teknik açıdan yükseliş; halifelerde adalet, okullarda ilim ve yetenek; pazarda iyi mal, herkeste hak ve hakkaniyete riayet; zulmü kaldırmak için gayret, cehaletten ve zulümden nefret, her işte yardımlaşma vardır. Dirlik, birlik ve bilicilik köylüden halifeye kadar işlemektedir.

Bu durumdan rahatsız olan şeytanlar Müslümanları yoldan çıkarmak için çeşitli yollar düşünür. İlk olarak Batı’dan bir düşman getirmeyi planlayıp Frenkleri bir araya getirerek Haçlı Seferlerinin düzenlenmesini sağlarlar. Fakat Müslümanlar ufak bir toprak parçası bile vermez, Haçlı Seferleri başarısız olur. İkinci olarak Doğu’dan bir düşman musallat etmeye karar verirler ve Moğolları Müslümanlar üzerine gönderirler. Büyük hasarlara sebep olsa da elli sene sonra Moğollar da Müslüman olmaya başlar ve komutanlarıyla İslam’ı güçlendirir. Bu yöntem de işe yaramayınca çaresiz kalan şeytanlar fikir almak için Yaşlı Şeytan’a gitmeye karar verir. O da yol bulamayınca şeytanların büyük meclisi toplanır. Bu meclisten Müslümanların neden güçlü olduğuyla ilgili üç madde çıkarılır.

  1. İslam hükümdarları zulmetmez, ettirmez. Kanunlardan millet huzurunda sorumlu olduğunu bilir. Kendini halka hizmetçi görür. Devlet hazinesini herkesten çok korur.
  2. Âlimleri, edipleri ve şairleri art niyetle söz söylemez, kötü bir yazı yazmaz. Her yaptıkları ya hakikate dayanır ya da milletin faydası içindir. İlim ve bilgiye âşıktır. Doğu ve Batı’nın faydalı bilgilerini birleştirip alırlar. Milleti çalışmaya ve gayrete yöneltirler. Tedbirsiz tevekküle izin vermezler. Müslümanlığın dış görünüşünden ziyade ruhuna, özüne odaklanırlar. Güzel ahlakın süslü elbiselerden önemli olduğunu bilirler. Satırına bin dinar da verilse övülmeye layık olmayanı övmezler.
  3. Fertlerinin her biri şeref, onur, haysiyet, vicdan ve cesaret sahibidir. Savaş meydanından asla kaçmadıkları gibi adaletsiz yöneticinin de zulmünden korkmaz, yüzüne yanlışını söyler, zalime baş eğmezler. Zalimden vefa, merhamet beklemez; nefsini korumada kusur etmezler. Fakat her biri yumuşak huylu ve tevazu sahibidir.

Şeytanlar mecliste çözüm bulmakta güçlük çekip çok üzülürler. En sonunda Pir Şeytan bir çözüm olabileceğini fakat bunun için üç oğlan bir kız şeytanın feda edilmesi gerektiğini bildirir. Feda edilecek yavru şeytanlar belirlenir.

Toplantıdan bir müddet sonra İslam âleminde Mat Molla adında bir âlim çıkar. Namı her yere yayılır, saygı görür. İki önemli işi vardır. İlk olarak Yunan ve Hint’ten alınıp İslam âlimlerince hakikati tayin edilmiş bütün matematik ve akli bilimlerin din ve imana zararlı olduğunu halka kabul ettirir. İkincisi halkı en kötü padişahın yedi peygamber kadar keramete sahip olduğuna inandırmasıdır. Bunlar gerçekleştiğinde önceden bilimle gelişen Müslümanların gözlerine perde çekilir. Zihinleri işlemez olur. Kötü yöneticiler kerametlere güvenip zulüm ve israfa düşer. Halk da bir bildikleri vardır, biz anlamıyoruz deyip olan bitene boyun eğer.

Bu düşkünlük hâli devam ederken Şad Molla adında büyük bir şair çıkar. O da iki iş yapar. Birincisi, “Hiç kimseye emekten çalışmaktan fayda gelmez, kader ve tevekkülden gelir.” mealinde şiirler yazması ve yaygınlaştırmasıdır. Halk da bunu benimser, tembellik etmeyi öğrenir. İkincisi, yöneticilere hak etmedikleri, anlamsız ve faydasız övgülerde bulunacak şiirler yazarak para kazanır. Para kazanma sevdasına düşen diğer edipler de onu takip eder. Böylelikle eserler yalanlarla dolar. Vicdan ve insanlık ortadan kalkar. Yalan o kadar geçerli hâle gelir ki cilt cilt yalanlar yazılıp hakikat diye satılır, rüşvet ve hediye alınır. Moğol bir komutan hakkında peygamber soyundan denilip kerametine keramet katarlar. Halk tamamen şaşkınlığa düşer. Çünkü sahip oldukları bilim, kültür, fikir ve insanlıkları önceden söndürülmüştür.

Toplum böyleyken bir de Çubar Vezir ortaya çıkar. Vezirin kız kardeşi de hükümdarın odalığıdır. Çubar Vezir hükümdarı zevke sefaya daldırıp yönetimi kendi eline alır ve despotluğa başlar. Kız kardeşi de işve ve nazla hükümdarı odaya bağlar. Biri içeriden biri dışarıdan hükümdara ve devlet işlerine farklı şekiller kazandırıp zarara uğratırlar. Allah’ın yardım sancağı tozla kaplanır. Bir nara ile etrafı ürküten aslanlar kediye döner. Netice olarak Müslümanlar yağma edilir ve şeytanlar meclisi muradına erer. Doğu’nun ve Batı’nın yapamadığını üç oğlan ve bir kız yapar.

Bu sembolik öyküde İsmail Gaspıralı şeytanlar vasıtasıyla İslam toplumunun iyi özelliklerini, bu özelliklerin ne şekilde bozulduğunu ve Müslümanların nasıl zarara uğradığını anlatır. Gaspıralı’nın neden böyle bir yol tercih ettiğini anlamak içinse hayatına, Tercüman gazetesinin ortaya çıkış sebeplerine ve eser verme amaçlarına bakmak gerekir.

İsmail Gaspıralı 8 Mart 1851’de Kırım’ın Bahçesaray şehrine iki saatlik mesafede bulunan Avcı köyünde doğmuştur. İlköğrenimine Bahçesaray’da Hacı İsmail Efendi adlı birinin yanında, muhtemelen Zincirli Medrese’de başlayan İsmail Bey, 10 yaşında Akmescit (Simferopol) askerî kolejine girer. Burada iki yıl okuduktan sonra Varonej şehrindeki askerî liseye ve nihayet Moskova askerî lisesine nakledilir. Moskova’da içinde bulunduğu muhit onda milliyetçilik duygularının doğmasına sebep olur.

Bir arkadaşıyla birlikte Türk askerlerine yardım etmek için kaçak yoldan İstanbul’a girmeye çalışırken Odesa’da yakalanır ve geri gönderilirler. Askerî okuldan da atılırlar. Gaspıralı, mecburen Rusça öğretmenliği yapmaya başlar. Birkaç sene öğretmenlik yaptıktan sonra sisteme yönelik eleştirileri ve müfredatta olmamasına rağmen Türkçe öğretmesi gibi sebeplerle tepkiyle karşılaşır ve öğretmenlikten ayrılmak zorunda bırakılır. O yıllarda Osmanlı tesiri Kırım’da güçlü şekilde hissedilmektedir. Milliyetçi hislerle Osmanlı ordusuna katılıp subay olmak ister. Fransızca bilmesinin faydalı olacağını düşünerek Fransa’ya gider ve iki yıl boyunca burada kalarak dil öğrenir. Daha sonra İstanbul’da mütercim olarak çalışan amcasının yanına giderek askeriyeye başvurur. Rus diplomatlarının nüfuzu sebebiyle başvurusu bir sene sonra reddedilir. Kırım’a geri dönmek zorunda kalır.

Kırım’a dönene kadar geçirdiği süreçte bulunduğu bölgelerin özelliklerini, Türk ve Müslüman halkları inceleme, anlama fırsatı bulmuştur. Deneyimleri daha sonra çok işine yarayacaktır. Türklerin geri kalma nedenlerini araştırarak dil birliğinin gelişme için gerekli olduğunu fark eder. Medreselerin ıslahı, fonetik (savtî) okuma-yazmanın yaygınlaştırılması, eğitimdeki diğer eksiklik ve aksaklıkların giderilmesi onun ilk hedefidir. Bazı gazetelerde yazılar yazarak ve bir matbaa kurarak işe başlar. İsmail Bey’in annesi ve eşi matbaa kurmasına, Tercüman’ı çıkartmasına önemli maddi ve manevi yardımlarda bulunurlar.

Bu dönemde Rusya Müslüman topluluklar üzerinde güçlü bir Slavlaştırma ve Hristiyanlaştırma politikası uygulamaktadır. Ayrıca Türkleri farklı kavimlere ayırarak birlik bilincini kırmayı, tehdit unsuru olmaktan uzaklaştırmayı hedeflemektedir. Bütün bunlardan rahatsızlık duyan Gaspıralı bir şeyler yapmak istemekte ve kendisi için en uygun yolun basın yoluyla fikirlerini yaymak olduğunu düşünmektedir.

Tercüman Gazetesi

Kırım’a döndükten sonra gazetelerde yazı yayımlar. Daha önce yayımladığı yazılarını “Rusya Müslümanları”, “Rus-Doğu Anlaşması” isimleriyle kitaplaştırır. İki kitapta da Rus-Müslüman ilişkilerini konu edinir. Birkaç basılı yayın denemesinde bulunur. Fikirleri nihai şeklini aldıktan sonra gerçek bir gazete çıkarmak için Rus hükûmetine başvursa da dört kez reddedilir. Son olarak 1882’deki başvurusu Türkçe yazıların aynılarının Rusça olarak da basılması şartıyla kabul edilir. “Tercüman” gazetesi 1883 yılında yayın hayatına başlar. 1886’da gazetenin amacı “Rusya ülkesinde sâkin ehl-i İslâm’ın fevâid-i maneviye ve maddiyesine hizmet etmek” şeklinde açıklanır. İsmail Gaspıralı bu gazetede ilk sayıdan itibaren sade bir İstanbul Türkçesi kullanır. Tercüman’da her zaman açık bir anlatım ve kısa cümleler kullanılmıştır. Amaç “Boğaziçi’ndeki balıkçıdan Kaşgar’daki deveciye kadar” herkesin bu dili anlamasıdır. Tercüman gazetesi, yayınının devam ettiği 35 yıl boyunca İsmail Bey’in dil konusundaki şuurlu ve ısrarlı tavrı sayesinde Türk dünyasında ortak edebî dilin oluşmasında büyük bir rol oynar.

İsmail Gaspıralı gazeteyi çıkarmaya başladığında hedeflerini ve yöntemlerini belirlemiştir. Eğitimin ıslahını, İslam dininin doğru anlaşılmasını, Türklüğün çeşitli kabilelerinin Türk kimliği çatısı altında birleşmesini ve hepsinin ortak modern bir kültüre ve teknolojiye sahip olmasını arzu etmektedir. Bunun için en büyük engel cehalet, hurafeler ve tembelliktir. Bu amaç doğrultusunda gazeteciliğe de “uyandırma” işini üstlenen bir araç gözüyle bakmıştır. İkinci en büyük adımı ise ilkini 1884’te Kırım’da açtığı “Usul-i Cedid” okullarını kurmasıdır. Bu okullarda dinî eğitimin yanı sıra Batı’dan alınan fenni bilimler de okutulmaya başlanmıştır. Alfabe ve ilk okuma kitabı olarak bastığı Hâce-i Sıbyan (1884) da büyük ilgi görmüş, açtığı okullarda okutulmuştur. 1905’e gelindiğinde yalnızca Kırım’da değil dünyanın her köşesindeki Türk memleketlerinde binlerce “Usul-i Cedid” okulu açılmıştır.

İsmail Bey bu mekteplerde eğitimin anadilde yapılması, temel İslami bilgiler yanında tarih, coğrafya, matematik, diğer fen bilimleri ve Rusçanın da okutulması gerektiğini ileri sürer. Bunun gerçekleşebilmesi için imamlar, hocalar da ayrıca eğitilmelidir. Kurtuluşun tek yolu eğitimle Batı medeniyetine yaklaşmak, onun bilimdeki seviyesine ulaşmaktır. Ona göre bu, ölmüş durumdaki Türk-İslam ruhunu diriltmenin tek yoludur.

İsmail Bey’in Tercüman gazetesinde ön planda tuttuğu en önemli mesele belki de eğitim meselesidir. Gaspıralı toplumların gelişmesi ve ilerlemesini sanayi ve uzmanlaşmaya, ticaret ve sanayinin gelişmesini ise eğitime bağlamaktadır. Gazetede başta Osmanlı olmak üzere Türk toplumlarının içinde bulundukları durumlara ve yeniliklere sıkça yer verir.

O, Rusya Müslümanları arasında geniş ölçüde hurafelerle iç içe geçmiş ve bu yüzden her türlü yenileşmenin, kıpırdanmanın önüne set olarak dikilen yanlış din anlayışını; bir bahane olarak ileri sürülen “Bu iş İslamiyet’e aykırıdır, kâfirliktir!” itirazlarını yok etmek, yanlış anlaşılan İslam dinini basit ama doğru bir şekilde tanıtmak istemektedir. Sözü edilen konularda Türkiye kaynaklarını kullanması tesadüfi değildir. Halifenin ülkesindeki İslam anlayışını, mecburi değişimi, reformları onlara örnek olarak göstermek, bu işlerin İslam’ın kalesi kabul edilen İstanbul’da da yapıldığını ve asla “kâfirlik” olmadığını anlatmak istemektedir.

Modern eğitim usullerini benimsemesi ve medreselerde ıslahat yapılması yönündeki yazıları mutaassıp çevrelerde tepkiyle karşılanırken bu fikirleri aydınlar arasında heyecan yaratmıştır. Görüşleri sebebiyle kâfir olmakla itham edilen fakat aslında “İslamcı” olan İsmail Bey Tercüman gazetesini çıkarmaya başladığı ilk yıllarda gazetesinde İslam dininin ilerlemeye engel teşkil etmediğini savunmuş, din adamlarının halk üzerindeki yanlış etkilerini ve halka yaptıklarını eleştirmiş, halkı bu kişilere karşı uyarma yoluna gitmiştir. Gaspıralı’ya göre İslamiyet eğitim, çalışma, eşitlik, hürriyet gibi medeniyetin temeli olan kavramları tavsiye etmektedir. Tercüman gazetesi “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” sözünü şiar edinmiştir. Gaspıralı, bir topluluğu millet yapan en önemli unsurlardan birinin dil birliği ve din birliğini olduğunu vurgulamıştır. 1905’ten sonra başlayan Rusya Müslümanlarının Kongrelerine öncülük eden aydınlar arasındadır. “İttifak-ı Müslimîn” (Müslümanların İttifakı) adlı siyasi partinin kurucuları arasında yer alır.

İsmail Gaspiralı - Biyografya
İsmail Gaspıralı

İsmail Gaspıralı, dönemin şartları gereği birçok yazısında açıkça ismini kullanmaz, zaman zaman bazı takma adlardan yararlanır. Onun en çok kullandığı imzalarından biri Molla Abbas Fransevî’dir. Bu imzayla o, Taşkentli Molla Abbas adlı kahramanının Avrupa ve Afrika’daki seyahatlerini, maceralarını konu alan, birbirinin devamı olan eserler yazar. Birkaç yıl Avrupa’da dolaştığı için eserde “Molla Abbas Fransevî” şeklinde takdim edilen roman kahramanı Taşkentli Molla Abbas’ın güya Tercüman gazetesine “mektuplar” hâlinde gönderdiği seyahatnamesi bölümler hâlinde yayımlanır.

Gaspıralı, Rus yönetimi altında yaşayan Müslüman toplumunun kusur ve eksikliklerinin, ahlaki zaaflarının, dönemin acımasız şartlarına karşı tedbirsiz ve teşkilatsız olan toplum bünyesinin ancak eğitimle ve tenkitle düzeltilebileceğine inanıyordu. 1880’li yıllarda Rusya Türkleri, uzun yıllar Rus misyonerlerinin sert hücumlarına maruz kaldıklarından doğrudan doğruya yapılan tenkitlerden rahatsız olabilirdi. Oysa onlar eskiden beri “eğlendirerek terbiye eden, ders veren hikâye tarzına” alışıktılar.

Görüldüğü üzere Gaspıralı hayatı boyunca Türk kültürel birliğini sağlamak için çabalamıştır. Bunun için de İslamcılık tezini kullanır. Onun lügatindeki Müslümanlık aynı zamanda Türkçülük ve uygarlaşmayı da içermektedir. Türklerin içinde bulundukları durumdan kurtulması için Müslümanlığı doğru anlamaları gerektiğini düşünür. Bu sebeple birçok yazı kaleme alır. Bu çalışmanın konusu olan “Bela-yı İslam” da Gaspıralı’nın aynı maksatla kaleme aldığı, basit bir dille yazılmış, halka meseleyi eğlendirerek anlatmayı uygun gören bir öyküdür. Öyküde Müslümanların dünyada saygın bir yer edindikleri dönemler örnek gösterilerek o zamanlar taşıdıkları özellikler sıralanmış, gerçek Müslümanlığın bu olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. Buna göre İslam hükümdarları zulmetmez, kendini halka hizmetçi görür. Âlimleri ve edebiyatçıları art niyetle söz söylemez, kötü bir yazı yazmaz. Her yaptıkları ya hakikate dayanır ya da milletin faydası içindir. İlim ve bilgiye âşıktır. Doğu ve Batı’nın faydalı bilgilerini birleştirip alırlar. Milleti çalışmaya ve gayrete yöneltirler. Tedbirsiz tevekküle izin vermezler. Müslümanlığın dış görünüşünden ziyade ruhuna, özüne odaklanırlar. Satırına bin dinar da verilse övülmeye layık olmayanı övmezler. Fertlerinin her biri şeref, onur, haysiyet, vicdan ve cesaret sahibidir. Yöneticinin zulmünden korkmaz, yüzüne yanlışını söyler, zalime baş eğmezler. Zalimden vefa, merhamet beklemez, nefsini korumada kusur etmezler. Fakat her biri yumuşak huylu ve tevazu sahibidir. Ancak bu durum değişmiş ve Müslümanlar arasındaki dirlik bozulmuştur. Bozulma sebeplerini de yine örnekler üzerinden anlatır. Buna göre öncelikle Müslümanların Doğu’dan ve Batı’dan alarak kullandıkları doğru ilimle bağları kesilmiş, cahil bırakılmıştır. Ayrıca yöneticiye itaat öğretilir. Yanlışlara boyun eğilir. İkinci olarak çalışmak, emek kötü gösterilip cebriyeci bir anlayış benimsetilir. Halk tembelliğe alışır. Şairler hakikatten uzaklaşıp yalan sözlerle dolu şiirler yazarak para kazanır. Halk okuduklarından istifade edemez olur. Yöneticiler de kandırılıp memleketler kötü niyetli insanlar tarafından yönetilir. Hükümdar halktan kopuk, sarayda zevk sefa içinde yaşar. Halk zulüm altında kalır.

Eserlerinde daima halkı uyandırma amacı güden Gaspıralı, halkın önündeki en büyük engelleri cehalet, hurafeler ve tembellik olarak görür. Bu amaç doğrultusunda gazeteciliğe de “uyandırma” işini üstlenen bir araç gözüyle bakar. Bu öykü ile de Müslüman-Türk halklarının içinde bulunduğu durumu özetlemek ve insanlara sembolik olarak anlatmak istemiştir. Bunu yaparken birçok yazısında da aktardığı doğru İslam görüşünü temel almaktadır. O, hayatı boyunca en büyük mücadeleyi eğitim ve din alanında vermiş, Türk halklarının kurtuluşunun bu yolla gerçekleşeceğine inanmıştır. Öyküde ön plana çıkan en önemli iki husus da halkın eğitilmesi ve din anlayışıdır.

Burada dikkat çeken bir diğer unsursa öyküde Müslümanlara yönelik geçmişteki saldırılar söz konusu edilmesine rağmen o günün en büyük saldırısı olan Ruslar ve Slavlaştırma politikasına asla değinilmemiş olmasıdır. Bu, Gaspıralı’nın gazeteyi çıkarırken dikkatli davranmasının ve gazetenin devamlılığı için Ruslara yönelik kışkırtıcı ifadeler kullanmak istememesinin bir sonucudur. Fakat geçmişteki saldırılardan örnek verilerek üstü kapalı şekilde güncel problemlere değinilmektedir. Halka, içinde bulundukları sorunları ve saldırıları def etmenin nasıl mümkün olacağını bu yolla anlatmak ister.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

İsmail Gaspıralı Roman ve Hikâyeleri, Ötüken Yayınları.

İsmail Gaspıralı ve Tercüman Gazetesi, Berrin Kalsın, Uluslararası Hakemli İletişim ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi.

Kırım Edebiyatı, Mehdi Genceli Ders Notları.

TDV İslâm Ansiklopedisi

YORUM

WORDPRESS: 1
  • comment-avatar
    Faruk öndağ 2 yıl ago

    Bu ne muhteşem bir yazı. Gönlünüze kaleminize sağlık