ANA SAYFADeneme

Hatice Yıldırım | Şehrin Turuncu Saçlı D/evleri

Hatice Yıldırım "Şehrin turuncu Saçlı D/evleri" adlı denemesiyle Edebiyat Daima'da

Muhammet Erdevir | Şiirülke
Sevda Sezer Gülle | Noktalı Virgül ve Peçete
Beyza Ege | Zamanla/ma
[sharethis-inline-buttons]

Hatice Yıldırım | Şehrin Turuncu Saçlı D/evleri

Çatı katları… Ülkenin geneline yayılmış olan, cebi delik ama hayalleri yüksekteki kesimin bir dönem kaldığı basık, bunaltıcı çatı katlarından bahsediyorum. Fakirlik ve dertlerin güya hammadde gibi işlenerek elmasa dönüştürüldüğü, fikrin yoğrularak edebi eser haline geldiği bu çatı katları için ülkece sempati beslediğimiz su götürmez. Ama konu benim çatı katına gelince işler biraz değişiyor.

Dışarıya bakan tek pencerenin salonda olması size iyiye alamet gibi görünebilir. Hatta bulmuş da bunuyor diye düşünüp ağzımın payını vermek isteyenleriniz bile çıkabilir. Oysa olay, kaderin: “Yüzünde sinek var.” deyip bir tane patlatmasından başka bir şey değil. Yediğin tokada canın yanarken sineğin gerçek olmamasına sevinesin tutar ya hani! İşte öyle bir durum. Neden mi böyle söylüyorum? Anlatayım efendim, anlatayım. İşten eve yorgun argın geldikten sonra –ki öyle evlere hep yorgun argın gelinir- tüm can sıkıntımı, dışarıda görmeyi umduğum güzel manzaraya bakarak boşaltmak ve rahatlamak istiyorum. Çünkü evlerin içi de insanın göğüs kafesinin içi gibidir. Derdinizi kederinizi of deyip dışarı salasınız gelir. İşte böyle zamanlarda, bir de elime enerji içeceği hüviyeti yüklediğim bir “Karadeniz çayı” almışsam, başkalarının dünyasını temsil eden pencereye yaklaşıp perdeyi aralamak en umut vadeden seçenektir. İşte tam da o sırada, şak diye iner kaderin eli. Ne göreyim, önümde tupturuncu bir deniz… Sanki beni ve anlata anlata eskittiğim dertlerimi artık görmek istemiyormuş gibi arkasını dönmüş onlarca ev… Evlerin sırtı olan çatılardan bahsediyorum efendim. İçlerinde paylaşılan mutluluk ve huzurun benim hayatıma sırtını dönmesi, bir çatıyı çatı olmaktan çıkarıp umut taşıyan bakışlar için hususi olarak dikilmiş bir korkuluk haline getiriyor. Her akşam üzeri, acaba bu sefer bizim turuncu kasvet dağları yerinden kaybolmuş mudur diyorum ama ne gezer! Bana inat o betondan devler, avucundakini göstermek istemeyen kıskanç çocuklar gibi yamuluyor, büzüştükçe içine kapanıyor ve beni kiremit soğukluğundaki derisiyle karşı karşıya bırakıyor. Oysa ne güzel olurdu görebilsem akşam yorgunluğunu bir babanın, sofrayı hazırlarken etrafında koşuşan çocuklara söylenen annenin telaşını; ya da birbirine tebessüm eden ihtiyar karıkocanın sallanan koltuklarından çıkan gıcırtıya kulak misafiri olsaydım. Herhangi bir kare paylaşsaydı bu çatılar benimle, yalnızlığımı unutturacak, sıcak, her anında insan kokan mini minnacık bir kare… Ama olur mu hiç? Kaç güneş devirdik karşılıklı, bu hasis çatılar bir kere olsun bana içlerini açmadılar.

Sahi, bir evin en sevilebilecek yeri neresidir hiç düşündünüz mü? Bana sorarsanız efendim, pencereleridir derim. Çünkü pencerelerde her daim hayat vardır. Ya bir çiçek, ya bir kuş, ya bir insanla… Ama o canlılık hep vardır. Oysa donuk turuncu rengiyle somurtan bu çatılar, bana bir dilencinin diğerini küçümsemesini andırıyor. Evlerin en çok unutulan, göz ardı edilen bölümleriyken, tutup asık suratıyla bana burun kıvırıyor. 

Gökyüzünün turuncu tarlaları… Asıl komik olan bu soğuk nevale rengin de bana kafayı takmış olması. Önceki kiracıdan kalan kanepeler, bilin bakalım ne renk? Tabii ki turuncu! İnanabiliyor musunuz? Can sıkıntısıyla perdeyi kapatıp yüzümü odanın içine çeviriyorum ve havuç rengi kanepelerin bana dil çıkardığını görüyorum. Başkalarının hayatlarını benimkinden ayıran, dışarının tüm mesafelerini ve uzaklığını bana koca bir sırt şekliyle ima eden bu uyuz renk, içeride şakacı ama daha sevimli bir suratla karşımda sırıtıyor. Ölür müsün öldürür müsün? Neyse efendim işte dışarda soğuk, içeride benim evim olması hasebiyle sıcacık gülümseyen bu yanardöner renk, bir süredir zihnimi hayli meşgul ediyor. İster istemez soruyor insan: Yoksa kötü olacağı baştan anlaşılıp yarım bırakılmış bir masalın şanssız kişisi miyim?

Gökyüzünde, turuncu bir tarlanın ortasına kondurulmuş kız kulesinde yaşayan, koltukları havuçtan bir külkedisi gibiyim. Bu kadar turuncuya bakılırsa, belki de içimde biraz tavşanlık da vardır. Çizmeli tavşan, koşarken merdivenlerde sihirli lambasını düşürmüş; bunu gören konuşan ayna cadıya elma yerine havuç yedirmiş. Havuca alerjisi olan cadı yüz yıl uykuya dalınca sanırım ben de yanlışlıkla ormanda yolumu kaybedip bu turuncu saçlı beton devlerin arasından geçerek bizim çatı katına gelmişim. Yoksa bu yaşadığımın başka bir açıklaması olamaz. Neyse efendim, masalımızın sonuna gelirken şunun haberini de vereyim: Gökten üç turuncu elma düşmüş, biri evlerin mutsuz çatılarına, biri bacadan hooop benim salona, diğeri de…  Diğerini bilmiyorum ama umarım bu hikâyeyi okuyanın başına değildir.

(Not: Tanrı sizi turuncudan, çatı katlarından ve yalnızlıktan korusun.)

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0