Merve Yurtsever | Bembeyaz Bir Harabe

ANA SAYFAÖykü

Merve Yurtsever | Bembeyaz Bir Harabe

Merve Yurtsever "Bembeyaz Bir Harabe" adlı öyküsüyle aramızda. Daima insan, daima edebiyat!

Merve Yurtsever | Kendine Söyleyecek Çok Sözü Olmalı İnsanın
RUHUN AĞRISI VE AĞIRLIKLARI: “BÜTÜN AĞIRLIKLARIM”
MERVE YURTSEVER YAZDI: “BİR TALANIN SEVİNCİ” ÜZERİNE

Merve Yurtsever | Bembeyaz Bir Harabe

Ne varsa takmış takıştırmış üstüne. Güzel olmak yetmiyor elbette, en güzel olma çabası heveste. O gün evlilik yıldönümleri, sürpriz bekliyordu. Hayatı boyunca içinde bir yerlerde var olduğuna inandığı meziyetine ulaşamamış bir kadın Sare. Eleştirilmekten yorulmuş benliği, varlığını göstermenin yolunu temizlikte bulmuş nihayetinde. Yaşam amacı tertemiz evde mis gibi yaşamak işte. Herkesten daha temizmiş, düzen konusunda üstüne yok imiş. Böyle demeli komşuları, onu gören imrenmeli. İnsanların haftada bir gün yaptığı genel temizlik onun günlük rutini. Her gün tüm halılar silkelenir, evin her bir köşesi silinir de öyle serilir. Eşiyle yaptıkları sık kavgalarda da aldığı güzel haberlerde de kendini temizlikte bulur. Söyleyemediği içinde biriktirmişlikleri halılarla birlikte silkeler balkondan aşağı. Haykırmak istediği sevinçlerinin sesi elektrik süpürgesinin sesine dönüşür. Belki de içinde bulunduğu hayatta ki hiçliği süsleme derdi onunkisi. Ve giderek yalnızlaştığının farkında değil. O sadece ne kadar titiz ve mükemmel olduğunu duymaya odaklanmış.

Gittiği misafirliklerde gözleri her yerde. Bir açık bulmalı, ufacık da olsa bir kusur. Ancak o zaman huzur bulur ruhu. O kişiden daha iyi olduğunu ispatlar kendince. Yüzüne takındığı küçümser gülümseme, artık herkesçe bilinmekte. Tek dudağı hafif yukarı kalkar, sırtı dikleşir, dudağıyla paralel kaşı da yukarı doğru çıktığı an bilinir ki hedefine ulaştı Sare. Konunun o kusura gelmesi yakındır ve bu hiç hoş karşılanmamaktadır. Artık daha az yere çağırılır ancak gittiğinde de temizlik muhabbetlerinden öteye geçemez. Evini parlatmaktan, ne okuyacak bir kitabı vardır ne de izleyecek filmi. Doğal olarak tek bildiği, en bildiği olur gündemi. İnsanlar yorulmuş, o zevke doyamamış halde döner evine. Kendi mükemmelliğiyle o kadar meşguldür ki arası uzayan arkadaş topluluklarının farkında değildir.

Pırıl pırıl evinde günlük üç çeşit yemeği ve tatlısıyla karşılar eşini. Ancak çamaşır suyu sıçramış bluzu, diz izi yapmış rengi solgun eşofmanıyla kalır öylece. İşleri ancak bitirmiştir ve yorgundur. Fırsatının olmadığı ispatlı kurgusudur. O gün yemeği dışarıda yiyecekleri için biten iş güç sonrası hazırlanabilmiş. Dikkat çekici bir kırmızı elbise üzerinde, ne zaman aldığını bilmiyor bile. Tüm altın takılarıyla kendini süslemekte. Koyu bir makyajla ben buradayım dedirtecek cinsten hazır beklemekte. En son ne zaman makyaj da yaptığı ayrı muamma. Eye-liner çekmekle uğraştığı zamanın aktığını çalan kapıyla ancak fark etmekte. Uzun zamandır hissetmediği bir heyecan tüm vücudunu tarıyor sanki. İyi hissettirdiği de besbelli. Ara sıra böyle giyinmeli düşüncesiyle açıyor eşine kapıyı. Kocaman bir gülümseme yüzünde, heyecanı kendini belli etmekte.

Sesi kısılmış gibi konuşamayan eşi gülümsemesini daha da büyütüyor Sare’nin. Donup kalan eşinin elini boş görmek hayal kırıklığı oluştursa da belki de arabadadır çiçeği düşüncesi neyse ki çabucak düşüyor aklına. Eşi Kemal’in aklı bambaşka noktaya takılı bilmiyor Sare. “Çantamı alayım da çıkalım mı? Nereye götüreceksin beni? Çok merak ediyorum sürprizlerini. Haydi, oyalanmayalım.”

Daha fazla dayanamayan kadıncağızın sesi doluşuyor bulanık aklını daha bulandırarak Kemal’in kulaklarına. “Ne sürprizi?” deyiveriyor bir anki en büyük sürprizin içinde hissediyor kendini o an. “E, evlilik yıldönümümüz ya. O yüzden çıkmıyor muyuz yemeğe?” Kemal daha fazla nasıl şaşırabilir ve bu işin içinden nasıl çıkabilir bilmese de ne olursa olsun daha fazla katlanamayacağını biliyor. Evlilik mi kalmış ortada da neyin beklentisini yaşıyor bu kadın diye de öfkelenmekte. Esasen açıklayacağı kararlarının bugüne denk gelmesi de iyi olmamıştı fakat o bugünü tamamen unutmuştu. Biraz konuşalım teklifiyle karşı koltuğa oturan eşine bakmak bile istemiyordu uzun zamandır. Şu an karşısında bir palyaço gibi gözüküyordu. Ne zaman bu hale geldiklerini tartmaktan da vazgeçeli çok olmuştu zaten. En iyisi uzatmadan anlatmak. Ne olacaksa olsun artık düşüncesi bir süredir bekleyen adamın dilini çözmüştü nihayet. “Ben bugün evlilik yıldönümümüz olduğunu unutmuştum. Dışarda yemek istememin başka bir nedeni vardı. Sözümü kesmeden dinle beni lütfen. Yoruldum hatta yıldım artık daha fazla içimde saklayamayacağım. Basit bir kebapçıya gidip yemek yerken sana anlatacaktım ancak bu kılıkta gidemeyiz hiçbir yere. Dışarıda daha sakin karşılarsın diye düşünmüştüm. Hepsi bu. Madem çıkamıyoruz şimdi duymak zorundasın zira artık içimde tutacak gücüm yok. Ben boşanmak istiyorum.”

Şok olmanın sessizliğe bürünmüş halini yaşamak sırası Sare’deydi anlaşılan. Kocasına uzun uzun ve bomboş gözlerle baktıktan bir süre sonra “Neden?” diye fısıldayabildi ancak. Fısıltısının karşılığı canını çok yakan koca bir kahkahaydı. “Allah aşkına şu halimize bak. Bu nasıl evlilik cidden sen memnun musun bu durumdan?”  Memnundu… Ne vardı ki halinde anlayamıyordu. Bütün gün her işi dört dörtlük yapar, herkesin imrendiği tertemiz evde yaşar, her akşam farklı çeşit yemekleri kocasına sunar… Eksik olan ne anlayamıyordu. “Evimize gelen herkes diken üstünde oturuyor. Çocuklarını halıya bastırmaya korkuyorlar. Sosyal hayatımız bitti. Aşk hayatımız bitti. Cidden farkında değil misin bütün bunların?” Sare şaşkındı. Aşk hayatımız bitti cümlesinin ruhundaki yankısına takılı kalmıştı. “Beni sevmiyor musun artık?” diyebildi sadece. Bir sürü şey konuştular ama Sare durup durup bunu soruyordu, kavramakta zorlanıyordu kocasının tavrını.

Hayat akıyor işte. Kendi iç sesinden yaptığı konuşma dış sesinde can bulmuş farkına varmadan. Duydukları karşısında öfkelenen eşi “Hayat akıyormuş!” diye sinir bozucu bir kahkaha bırakıyor ortama. Birikmiş söylenmemiş ne varsa taşmakta. “Doğru, hayat akıyor… Akıyor da ben kaçırıyorum. Ben artık sana akmıyorum anlasana.” Üstüne basa basa söylediği son cümle taş oluyor düşüyor yüreğine Sare’nin. Öylece donup kalıyor olduğu yerde.

Adamın cebinde yanıp sönen telefonu, tahammül sınırlarını zorlayan eşine daha fazla katlanamamasına bahane oluyor. Üzerinden bir yük kalkmış gibi hafif hissediyor, eşinin halini fark etmiyor bile. Hafif bir gülümseme eşliğinde kalkıyor adam, kadının gözyaşları damlıyor elbisesine. Sare’nin ruhu duvarlar arasında sıkışmış gibi acıyla kıvranıyordu da muhatabı bayram havasında evi terk ediyor. Zafer sarhoşluğuyla evin kapısını dahi çekmeyi unutmuş olduğunun da farkında değil. Cebinde sessiz haykıran telefonun ışığı, Kemal’in yeni hayatının ışık saçacağı umudunu yansıtıyor ruhuna. Huzura ermiş bir heyecanla ve bir an önce haberi verme telaşıyla dönüp ardındaki kapıya bakmadan basıyor asansörün düğmesine ve “Hayatım…” diyerek açıyor sonunda telefonu. Eşinin neşeli sesini duyan Sare umutla kaldırıyor başını, o an fark ediyor dış kapının açık kaldığını. Yıkılmaya doymayan umutlarla doluyor içi bir kez daha. “Seninim artık. Kurtuldum ondan!” Balyoz etkisinde duyduğu diğer cümle, hiçbir olurunun kalmadığını bağırıyor son perdede. Gelen asansöre binen eşi hayatın renkleriyle yoğrulmaya gidiyor neşe içinde. Sare kalıyor olduğu yerde. Bembeyaz evinin siyaha bürünen havası içinde. Ne düşünmesi gerektiğini, ne yapabileceğini bilmeden, çöktüğü koltuktan öteye gidemeyen acizlikte. Kafasında dönen yaşanmışlıklar kıskacında gün sabaha varıyor, yüreği karanlıkta…

Kahvaltı için ekmek almaya çıkan üst komşusu, gelmeyen asansöre söylenerek inerken merdivenleri, Sare’nin açık kapısının şaşkınlığıyla giriyor içeri. Yolunda gitmeyen bir şey olduğu belli yoksa hayatta açık bırakmaz titiz Sare, kir toz girer içeri der deli diye geçiriyor içinden. Pek sevmediği komşusunun koltuktaki hali içler acısı gözüküyor. Yüreğini yumuşatan bir sızıyla varıyor yanı başına.  “İyi misiniz? Ne oldu size?” tüm bedeni uyuşmuş, koltukta aynı yerde sabahlamış Sare, ne söylemesi gerektiğinin idrakine varamıyor. Kafasını kaldıracak gücü bile yok içinde. Sessizliğe gömülmek istiyor. Sessizce yok olmak…

Kolundan tutarak banyoya götüren komşusu, “Haydi, yüzünüzü yıkayalım. Biraz kendinize gelirsiniz.” diyor.

Bembeyaz banyoya giriyorlar. Başını kaldırıyor Sare. Banyonun beyazlığı içinde kan kırmızısı elbisesiyle sırıtıyor. Sanki sabaha kadar kanayan yüreğini bağırıyor üzerindeki. Ve aynadaki beyaz yüzü akan rimelin siyahına bulanmış siyahlara bürünecek kalan ömrünün timsali. Ne demeli?

Yüzünü yıkamasına yardımcı olan komşusu soruyor “Daha iyi misiniz?”

Sare’nin dudaklarından dökülenler ise “Bir çocuğumuz olsaydı gitmezdi.” Yılların yarası dökülüyor dilinden de komşusu anlamıyor. “Yalnız kalmak istiyorum.” diyerek odasına gidiyor. Sessizce giden komşunun dış kapıyı çektiğini duyuyor. Hiç bir şey gelmiyor içinden… Hiç bir şey… Sessizliğe bürünüyor sadece.

YORUM

WORDPRESS: 0