Muhammet Erdevir yazdı: Bir Yaşam Övgüsü Olarak Mitat Enç’in Bitmeyen Gece’si

ANA SAYFAİnceleme

Muhammet Erdevir yazdı: Bir Yaşam Övgüsü Olarak Mitat Enç’in Bitmeyen Gece’si

Muhammet Erdevir, Gaziantep'in yetiştirdiği önemli aydınlardan Mitat Enç'in hatıralarından oluşan kitabı "Bitmeyen Gece"yi yazdı.

Depremin Birinci Yıl Dönümünde Faik Öcal Yazdı: Hücre İnsan
İbrahim Alisinanoğlu | Ülkü Tamer’in Esin Kaynakları
Gaziantep Dize Film Festivali Başlıyor

Bir Yaşam Övgüsü Olarak Mitat Enç’in Bitmeyen Gece’si*

Muhammet Erdevir

İnsan sadece içinde doğduğu toplumun veya yaşadığı toprağın değil döneminin ve zamanının da çocuğudur. Doğup büyüdüğümüz dönemin bilincimize yansıyan özellikleri, asla farkına varamayacağımız şekillerde davranışlarımızı yönlendirir. Birinci Dünya Savaşı’nı gören, Cumhuriyet’in ilk yıllarına şahitlik eden nesli anlamak için içine doğdukları toplumsal zemin kadar zamanı da göz önünde bulundurmak gerekir. Bu insanlar hem imparatorluğun çöküş sürecine hem de yeni bir zihniyetin memleketi kuşatmasına ve topluma hâkim olmasına şahit olmuşlardı. Mitat Enç de (d.1909-ö.1990) bu zorlu zaman dilimi içinde doğup büyümüş önemli bir kültür insanı ve entelektüeldir. Pedagojik ve akademik çalışmaları dışında Türk edebiyatına kazandırdığı üç önemli eseri, Türk anlatı geleneğinin şaheserleri arasındadır. Türk okurunun yakından tanıdığı Uzun Çarşının Uluları, ona eşlik eden Selamlık Sohbetleri ve nihayetinde geniş kapsamlı bir yaşamöyküsü hüviyetinde olan Bitmeyen Gece ile o, kültür dünyamızın mihenk taşlarından biri olmuştur.

Mitat Enç, Uzun Çarşının Uluları ve Selamlık Sohbetleri’nde Osmanlı’nın son yıllarından Antep Harbi’ne, yıkılmış bir kentin ihya ve inşa edilme sürecinden Cumhuriyet’in ilanına uzanan bir çizgide şehir kültürünün belirgin özelliklerini anlatısına konu edinmiştir. Bu iki kitap yazarın çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dair gözlem ve hatıralarının izlerini taşır. Bitmeyen Gece ise göz hastalığının ortaya çıktığı üniversite yıllarından (1930) başlayarak emekli edilişine kadar olan (1977) serencamını dile getirir. Bu yazıda “Bitmeyen Gece”nin sınırları dahilinde Mitat Enç’in kişiliğini şekillendiren etkenleri tahlil etmeye çalışacağız.

“Bitmeyen Gece”yi anlamak için önce Mitat Enç’in içine doğduğu zamana ve zemine bakmakta fayda var. Olayların tarihî seyrini dile getirmek bu yazının sınırlarını aşacağı gibi bir edebiyatçı olarak benim haddim de değil. Fakat o dönemin tamamını tek bir karede anlatabilecek bir fotoğraf var ki Osmanlı üzerinde asırların yol açtığı yorgunluğu, yönetici kadronun yılgınlık ve bezginliğini, halkın nelerle muhatap olduğunu yekten anlatabiliyor. Sultan II. Abdülhamid Albümleri’nde bulunan bu karede Ayıntab Hükûmet Konağı’nın o dönemki hâlini görmektesiniz. [1]

Ayıntab Hükûmet Konağı

Fotoğrafın altında açıklama olarak “Ayıntab Hükûmet Konağı’nın resmidir” yazmakta. İmparatorluğun son yüzyılının kısa özeti niteliğinde bu fotoğraf karesi. Hükûmet Konağı’nın merdivenlerini kuşatan ahşap tırabzanların parçaları kırılmış, yer yer dağılmış. Yerde uzunlamasına yatırılmış eğri büğrü bir tırabzan parçası duruyor. Binanın çatı kiremitleri uzun süredir aktarılmamış. Fotoğrafın solunda, albümdeki başka bir fotoğraftan nezarethane olarak kullanıldığını anladığımız yüksek çitin biçimsiz ahşap kazıkları görülmekte. Padişahın fotoğrafçısı Sultan’ın emriyle geliyor, Osmanlı şehirlerini belgelendirmek üzere imparatorluğu dolaşıyor, padişahın görüp incelemesi kuvvetle muhtemel fotoğraflar çekiyor. Ancak her ne hikmetse güneyin önemli bir ticaret merkezi olan Ayıntab’ın “Hükûmet Konağı” binasının kırık tırabzanlarını, bir keser ve iki çiviyle düzeltmeye kimse çalışmamış. Bu basit ayrıntı toplumu yöneten kişilerin yaşadığı yılgınlık ve bezginliği somutlaştıran küçük ama ilginç bir örnektir. İşte Cumhuriyet’in ilk kuşak gençlerinin önlerinde bulduğu manzara hemen her yerde ve her alanda böyledir. Oğuz Atay’ın Prof. Dr. Mustafa İnan’ın yaşamını ustaca işlediği Bir bilim Adamının Romanı adlı biyografik romanında da Mustafa İnan’ın çocukluk ve gençlik yıllarına dair hatıralarında benzer manzaralar ve hisler karşılar okuru. İki kitap da aynı dönemi ve şartları anlattığı için yan yana okunduğunda manzara daha da netleşir. Zira Mustafa İnan’ın yaşadığı zorluklarla Mitat Enç’in yaşadıkları çağdaşları gibi birbirine paraleldir. Memleketin geleceği için bir şeyler yapmaya çabalayan çalışkan ve kabiliyetli insanların, her defasında bürokrasi duvarına çarpa çarpa yıpranması ve yaşlanması o yılların makus talihi gibidir.

Mitat Enç’in kitabına yazdığı takdimde yaşam hikâyesini yazmayı sürekli ertelediği anlaşılmaktadır. Ona göre “yaşam övgüsü” (Yaşam övgüsü vurgusu yazara aittir) yazan kişilerin ortak yanı, unutulmaması gereken kişiler olduklarını bir kez daha belgelemektir. Bununla birlikte kendisi, ne zaman yazı makinesinin başına otursa bir utanma duygusuyla baş başa kaldığını söylemektedir. Ona göre yaşam öyküsü yazmanın önünde iki temel zorluk vardır. Birincisi gerçekten yaşam öyküsünü yazmaya değer bir hayat yaşamış mıdır? İkincisi yazılan yaşam öyküsünün gerçeklerle ilişkisi ne düzeydedir? Mitat Enç, yaşam öykülerinin gerçeklikle bağı konusunda şüphelerini ifade eder. (s.10) Çekincelerine rağmen neden yazmaya koyulduğunu ise şöyle açıklar. Kendisi görme engellidir ve engelli olmak fırtınaya tutulan bir gemiden kurtulan felaketzedeler gibi bir duruma düşmek demektir. Böyle bir fırtınaya kapılan kişilerin sayısı hiç de az değildir. Üstelik birçoğu oldukça sıkıntılı, neredeyse bitkisel hayat düzeyinde yaşamaktadır. İşte hatıralarını yazarak onlara ışık olabileceğini düşünmektedir. Enç’in bu tavrı onun kişiliğinin belirgin ve temel özelliklerinden biridir. Yaşamı boyunca yapmayı düşündüğü hemen her işin önüne bir engel çıkmıştır. Bürokrasi bezdirici düzeydedir, bir görme engelli olarak değil iş yapmak yolda yürümek bile çok zordur. Fakat tüm bunlara rağmen çocukluk yıllarının işgale direnen Antep’i gibi o da bu zorluklara direnmiş ve pes etmeden bildiği yolda yürümüştür. Kitabın yazılma motivasyonu da hiç şüphesiz onun mücadeleci kişiliğinden bağımsız değildir.

Mitat Enç, Bitmeyen Gece

Mitat Enç kitabını toplam 21 bölüme ayırmış ve her bölüme bir isim vermiştir. Birinci bölümün adı epey manidardır: “Gün Batarken”. Üniversitede henüz bir sınıf öğrencisi iken bahar dönemi sınavlarında vermeye hazırlandığı günlerde gözünde kanlanma ve ağrı hisseder. Ağrılar dayanılmaz olunca bir göz doktoruna görülür. Ancak doğru tedavi ve zamanında müdahale yapılamadığı için gözü gittikçe kötüleşir. Görme duyusunu bu kadar erken yaşta kaybetmek elbette sarsıcı bir deneyimdir. Görme duyusu, insan için son derece kritik düzeyde bir duyudur. Berger’e göre görme, insanın dünyayı algılama biçiminin temelini oluşturur. Bu algının verdiği kanaatle düşünür ve karar veririz. Görme konuşmadan önce gelişmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. (Berger, 2020: 7) Türkiye’de tedavi umudu kalmayınca bir akrabasının yanına Viyana’ya gönderilir. Viyana’da geçirdiği günler onun hayatında silinmez izler bırakır. Tedavisinde bir ilerleme sağlanamazsa da görme engelli bir kişi olarak hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı özgüveni bir arada geçirdiği aylarda kazanır. Özellikle kaldığı pansiyonun sahibi Madam Frau Strauss, Mitat Enç’i her zaman destekleyen tavrıyla onun üzerinde son derece olumlu bir tesir bırakır. Gözlerini tamamen kaybedip karanlığa gömüldüğü netleşip de tedavi ümidinin kalmadığı anlaşıldıktan sonra bu yeni sürece adapte olmakta zorlanır. Çünkü Berger’in vurguladığı gibi görmek sadece görme duyusuyla ilgili değildir. “Bir şeyi gördükten hemen sonra aynı zamanda kendimizin görülebileceğini de fark ederiz. Karşımızdakinin gözleri bizimkilerle birleşerek görünenler dünyasının bir parçası olduğuna inandırır bizleri.” (Berger, 2020: 10) Zaman içerisinde panik duygusu giderek derinleşir ve delirme korkusu da dönüşür. Yaşadığı travmanın etkisiyle ortaya çıkan bu durum günümüz şartlarında pekâlâ “panik atak” olarak teşhis edilebilirdi. Tedaviden sonra pek bir ilerleme sağlanamaz. Yaz tatilinde memlekete döner. Ancak içinde bulunduğu durum oldukça trajiktir. Trende tek başına yolculuk yapmaktadır. Etraftaki insanlara karşı sanki gözleri görüyormuş gibi davranmaya çalışır. Ama bir yandan da içinde bulunduğu durumun ne kadar absürt ve trajik olduğunun farkındadır. Mitat Enç’in eğilip bükülmeyen cesur kişiliğini gösteren bu anekdotun benzerlerini, yaşamı boyunca birçok başka olayın karşısında görürüz.

Mitat Enç, Gaziantep’e dönünce Viyana günlerinin tersi bir durumla karşılaşır. Ailesi onun “körlüğünü” çok trajik bir olay olarak görür ve özerkliğini kısıtlar. Etrafında sürekli birileri vardır. Tek başına bir şeyler yapmasına hatta uyumasına bile izin verilmez. Viyana’daki ev sahibesinin destekleyici tavrına karşın ailesinin aşırı kollayıcı ve baskıcı tavrı ile yüzleşmek zorunda kalır. Ancak Mitat Enç bunlara aldırmaz. Oldukça inatçı ve mücadeleci bir kişiliği vardır. Uzun badireler ve tartışmalardan sonra annesine yalnız başına hareket edebileceğini kabul ettirir. Zamanda ailesi onun bu durumuna alışır. Zor da olsa tek başına çarşıya dolaşmaya inmeye başlar. Fakat göremediği için günleri genellikle boş geçmektedir. O da bu sorunu aşmak için Gaziantep Amerikan Hastanesinde çalışan Amerikalı doktor Bayan Isely’den destek alarak İngilizce öğrenmeye koyulur. Fakat göremediği için İngilizce öğrenmek için oldukça zordur. Üzerinde Amerikalı doktor, Braille alfabesi ile yazılmış İngilizce ders kitapları ve egzersiz kitapları temin eder. Braille alfabesini öğrenen Mitat Enç kısa sürede öğrenme konusundaki şevkini yeniden yakalar. Artık dünyayı dokunarak algılaması gerekmektedir. Parmak uçları onun gözleri olur. Berger bu konuda “İnsanın bir şeye dokunması demek, kendisini o şeyle ilişkili bir duruma sokması demektir.” yorumunda bulunur. (Berger, 2020: 8) Dokunma, sadece algılamanın değil bağ kurmanın da bir başka yoludur.

Yeniden Viyana’ya giden Mitat Enç bir kez daha ameliyat olur ama sonuç değişmez. Durumu kabullenmek durumunda kalır. Viyana’da körler okulunu ziyaret eder, orada görme engelliler için uygulanan programı inceler. Fakat bu incelikli metot ancak iyi bir lisans eğitimiyle kavranabilecek geniş kapsamlı bir iştir. Viyana’da yoksulluğunun gittikçe arttığı bir dönemde, Amerikan Hastanesinin bağlı olduğu kuruluşun İstanbul müdürü sayesinde ayarlanan bir bursla eğitimini Amerika’da tamamlamak üzere seçildiği haberi gelir. Bu durum Mitat Enç’i büyük ölçüde rahatlatacaktır çünkü ailesinin ekonomik durumu gittikçe kötüleşmektedir.

Amerika’ya gitmeden önce bir süre Ankara’da körler okulunda çalışır. Bir süre de İngilizcesini geliştirmek için memleketine, Gaziantep’e gönderilir. Daha sonra bir transatlantik ile Amerika yolculuğu başlar. Mitat Enç seyahati sever. Hatta Atalantik’i dört saatte geçecek ve ses hızına yakın hızlarda uçacak uçakların yapılmasını anlamsız bulur. Ona göre seyahatin her anının tadını çıkarmak gerekir. Amerika’da ilk günlerde birçok şeye şaşırır. Eski dünya ile yeni dünya arasındaki fark epey büyüktür. Söz gelimi Amerikalıların temizlik anlayışı, o yılların Viyana’sından da ileri durumdadır. Viyana’da haftada birden fazla banyo yapmak ücrete tabiyken Amerika’da sıcak su günün her saatinde akar ve banyo yapmak ücretsizdir. Mitat Enç’in dikkatini çeken bir başka özellik ise Amerikan kültüründe reklamcılığa verilen önemdir. Her yerin türlü reklam araçlarıyla kuşatıldığını yazar.

Boston’da, Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesine bağlı Perkins Körler Okulunda eğitimine başlayan Mitat Enç, burada uygulanan eğitim metoduna oldukça şaşırır. Zira bu kurumda derslere giren öğreticiler birer “bilim tanrısı” gibi davranmazlar. Dönem başında derslerin içerikleri ve işlenişiyle ilgili kılavuzlar dağıtılmakta, öğreticiler derslerde sorular sorup cevaplar arayarak eleştirel bir tutumla ders işlemektedir. Öğrenciler derslerde aktif durumdadır. “İnsanın kendi düşünme ve karar verme yeteneklerini geliştirip, kişiliğini oluşturan” bu atmosfer başlarda Mitat Enç’e oldukça anarşik gelir. Ayrıca Strauss’un da dediği gibi “Başkalarına baktığında onlarda kendisine benzeyen şeyler insana çarpıcı gelir.” (Strauss, 2018: 19) dolayısıyla bu bağı kurabilmek Enç için içinde bulunduğu durumu kabullenmeyi de beraberinde getirir. Ancak zamanla burada gördüğü eğitim metodu; Enç’in kişiliğindeki özgürlük, kendine güvenme ve farkındalıkla birleşince onun dünyaya bakışını da değiştirmeye başlar. Engelliler burada “özgür” kişiler olarak ele alınmakta ve desteklenmektedir. Kimse onlara acıyarak bakmaz. Mitat Enç’i en çok etkileyen durumlardan biri de budur. Çünkü o, hem Viyana’da hem de Gaziantep’te kendisine acıyarak yardım etmeye çalışan insanlarla mücadele etmiştir. Özellikle de Gaziantep’te ailesinin ona yaklaşımına direnmiştir hep.

Mitat Enç, üniversitede yüksek lisans eğitimlerine devam ederken bir yandan da uluslararası durum gittikçe kötüleşmektedir. Tüm dünyayı II. Dünya Savaşı’nın ayak sesleri sarmıştır. Hatta Viyana’daki ev sahibesi Madam Frau Strauss da bir an önce Amerika’ya kaçmaya çalışmaktadır. Bu konuda Mitat Enç’in de bazı girişimleri olur. Böylece ev sahibesine karşı vefa borcunu ödemiştir. Kendisi dönüş yoluna geçtiği sırada Madam Strauss da İtalya’dan Amerika’ya doğru yola çıkar. Mitat Enç yurda dönerken aklında tek bir düşünce vardır: Ankara’da bir körler okulu kurmak. Gemi, limanlara uğraya uğraya onu Türkiye’ye yaklaştırırken bu hayali olgunlaştırır. Döndüğü sırada, Amerika’ya gitmesinde kolaylık sağlayan Refik Saydam başbakan olmuştur. Onun sayesinde körler okulunu kolayca açabileceğini düşünür. Refik Saydam’ın konu hakkında talep ettiği ve yaklaşık yüz sayfa tutan kapsamlı raporunu hazırlar. Tam da bugünlerde dış politikada işler kızışmıştır. Almanlar Polonya’yı işgal etmiş, Varşova’yı bombalamaktadır. Avrupa’yı savaşın “koku”su sarmıştır. Savaş şartları nedeniyle “körler okulu”nu açma fikrinin gerçekleştirilemeyeceği ortaya çıkınca Mitat Enç İstanbul’daki çeşitli okullarda iş arar ancak olumlu bir sonuç alamaz. Ankara Üniversitesinin yeni yeni teşkil edildiği günlerdir. Arkadaşları oraya başvurmasını tavsiye eder. Bunun üzerine Mitat Enç birkaç görüşme yapar. Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünde çalışmak isteğini belirtir. Birtakım bürokratik zorluklardan sonra Enstitüye kabul edilir. Ancak Mitat Enç’i her defasında üzen ve zorlayan bir tavırla karşılaşır. Gittiği her yerde bu “kör” adamın ne işe yarayacağı, görenlere nasıl öğretmenlik yapacağı, onu nereye ve nasıl görevlendirecekleri gibi sorularla açıktan olmasa da tavır olarak muhatap olmak durumunda kalır. Bürokrasinin tıkanıklığı yanında insanların kısıtlayıcı ve soğuk tavrını bir yaratık karşısında duyulan tedirginliğe benzetir Mitat Enç.

Gazi Eğitim Enstitüsünde çalışırken kurumun modern standartlarda eğitim vermesini önceler Mitat Enç. Bu uğurda yorulmadan çalışır. O yıllarda ülke genelinde bir temel eğitim seferberliği sürmektedir. Fakat bu seferberliği aksatan birçok etken vardır. Kaynak yetersizliği yanında nitelikli insan eksikliği temel sorundur. Temel öğretim görmüş çavuşlara askerlik dönüşü bir kurs verilmiş ve öğretmen olarak köylere gönderilmişlerdir. Yine köy enstitüleri de köy okullarının ihtiyaç duyduğu öğretmenleri yetiştirmeye çalışmaktadır. Bu noktada Mitat Enç’in önemli bir gözlemi vardır. Köy enstitüleri kuruluş yapıları gereği uygulamalı eğitim için bahçe, fırın, kümes gibi küçük işletmelere de sahiptir ve bu okulların yöneticileri bir süre sonra öğrencilerin çalıştığı işletmeleri kâr amacı güden birer araç olarak görmeye başlar. Öğrenciler derslerden alınıp bu işlerde çalıştırılmaktadır. Mitat Enç bu durumun sakıncalarına dikkat çeker. (s. 230)

Gazi Eğitim’de geçen on yılın ardından Mitat Enç, tanınan bir sima olmuştur. Gazete ve dergi yazılarının yanında yayımlanan kitaplarıyla ünü başkent sınırlarını aşmıştır. Bu arada evlenmiş, bir kız bir de erkek çocuk sahibi olmuştur. Ancak olağan bir ailede erkeğin üstlenmesi gereken bazı görevleri İngilizce öğretmeni olan eşinin üstlenmek zorunda kalması zaman zaman onun zoruna gitmektedir. Meslekteki başarı ve aile saadetine rağmen engelli çocuklar için bir şeyler yapamıyor olmak içten içe Mitat Enç’i rahatsız etmektedir. Çünkü onun Viyana’da tedavi için bulunduğu günlerden Amerika yıllarına kadar en büyük hayali engelliler için fark yaratacak bir okul açabilmektir. Ancak her defasında yetkililer hele sağlamları eğitelim onlara da sıra gelir diyerek onu başından savuşturmaktadır.

Mitat Enç, yurda döndükten on beş yıl sonra oradaki özel eğitim sistemini incelemek için Amerika’ya gönderilir. Aradan geçen yıllarda özel eğitim alanında Amerika’daki gelişmelerin boyutuna epey şaşırır. Üstelik bilimsel gelişmeleri ve dergileri takip etmeye çalışmasına rağmen bu konuda kendini geri kalmış hisseder. Özel eğitim alanında Amerika’da bu eğitimde çalışacak kişilerin lisansüstü düzeyde eğitim görmüş olması gerektiği fikri yaygınlaşmıştır. Enç, bu gelişmeler karşısında hayranlığını gizleyemez. Onun dikkatini çeken bir nokta da bizde her şeyin organizasyonunun devletten beklenmesine karşın Amerika’da bireylerin inisiyatif alarak toplumun ihtiyaçlarını çözmekte adım atmasıdır.

Mitat Enç yurda döndükten sonra İstanbul’da “Ağaçlı Yetiştirme Yurdu”nun kuruluşunda görev alır. Bu yurt, köprüaltı veya yangın yeri çocukları olarak adlandırılan, sokaklarda kimsesiz yaşayıp kriminal işlere bulaştırılan çocukları o hayattan kurtarmak için kurulur. Durum o kadar fecidir ki sokaklarda yatıp kalkan bu çocuklardan bazıları oğlancılara satılmakta, bazıları sabıkalılar tarafından uyuşturucuya alıştırılmakta ve birçoğu illegal işlerde sömürülmektedir. Çocuklar ani baskınlarla toplandıkları eski hamamlar gibi yerlerden alınarak yurda yerleştirilince Mitat Enç, çocukların aslında bozuk olmadığını ama asıl bozuk olanın içine itildikleri bu çevre olduğunu fark eder. Çünkü bu çocukları kullanan çeşitli şebekeler vardır.

Üniversitenin özel eğitim bölümü Bakanlıkça kapatılınca Mitat Enç de boşa düşer. Bu sırada Ford Vakfı’nın bir temsilcisi doktorasını yapmak üzere bir burs temin edebileceklerini bildirince Mitat Enç Amerika’ya doktora yapmak için yeniden gider. Enç, alandaki yetkinliğinden ötürü Illinois kentindeki üniversiteyi seçer. Bürokrasinin dar vizyonu ve işleri yokuşa sürme teamülü doktora aşamasında da peşini bırakmaz. Kendisiyle birlikte doktoraya gönderilen bazı araştırmacıların izinleri iptal edilir ve yurda dönmeleri istenir. Neyse ki Ford Vakfı yetkililerinin araya girmesiyle bu badire atlatılır ve araştırmacılar çalışmalarına devam edebilir. Doktorasını tamamlar ve yeniden Türkiye’nin yolunu tutar. Dönüşte ODTÜ’de kurulmasına karar verilen eğitim fakültesinin kurucu dekanlığına getirilir. İki yıllık çabalamanın ardından okulla ilişiği kesilen bir politikacının kızını yeniden okula kaydetmeye direndikleri için birçok dekanla birlikte Mitat Enç’in de görevine son verilir. Üstelik iki yıl boyunca gecesini gündüzüne katarak çalıştığı eğitim fakültesi de kapatılarak Mitat Enç’in görevine son verilir. Böylece bir kez daha bürokrasinin hışmına uğrar Mitat Enç, olanca çalışkanlığına ve gayretine rağmen bürokrasi kalesinin duvarlarını aşması mümkün olmaz. Tüm bunların üstüne 27 Mayıs Darbesi gerçekleşir ve Enç, Gazi’deki görevine ek olarak Talim Terbiye Kurulu üyesi olarak seçilir. Elbette burada da ta Viyana yıllarından beri üzerinde çalıştığı eğitimle ilgili fikirlerini uygulamaya çalışır ancak önü sık sık bürokratik engellerle kesilir. Kemikleşmiş ve katılaşmış alışkanlıkları değiştirmeye girişmek gerçekten çok zor bir iştir. Bürokrasi yanında siyasi iktidar değiştikçe Millî Eğitim Bakanlığında köklü değişiklikler olmakta, bu da bugün doğru olan bir şeyin yarın yanlış olması sonucunu doğurmaktadır. Mitat Enç bu durumdan da yakınır.

Mitat Enç’in oldukça önemsediği ve üzerinde durduğu çalışmalarından biri de Altınokta Körleri Eğitme ve Kalkındırma Derneğinin kurulması olmuştur. 1950’de faaliyetlerine başlayan bu dernek ile körlerin sorunlarına karşı ilgilileri aydınlatarak onların toplum içindeki durumlarını iyileştirmektir. Ancak her alanda olduğu gibi dernekçilik alanında da çeşitli sorunlarla kaşılaşılır. Bunlardan birincisi aynı alanda faaliyet yürüten diğer derneklerle yaşanan fikir çatışmalarıdır. Hatta daha yolun başında Mitat Enç’e derneği kapatarak kendilerine katılmasını önermişler, Enç’in itirazı üzerine bu talep sonuçsuz kalmıştır. Bunun yanında dernekleri siyasette yükselme amacıyla kullananlar yüzünden birçok dernek çalışmalarını vaat edildiği biçimde sürdürememiştir. Siyaset heveslileri başlarda büyük bir aşkla dernek çalışmalarına katılmakta, yönetim kurullarına girmekte, maksat hâsıl olup isimlerini kamuoyuna duyurduktan sonra ortalıktan çekilmektedirler. Bu da dernek çalışmalarının kesintiye uğramasına yol açabilmektedir. Fakat tüm bu sorunlara rağmen Altınokta Körleri Eğitme ve Kalkındırma Derneği çalışmalarına devam eder. Görme engelli gençlere meslek öğretmek ve gelir temin etmek için çeşitli kurslar açılır. Sağlık sigortaları için sigorta kurumuna kayıtları yaptırılır. Özellikle Gaziantep’te belediyenin desteğiyle açılan satış büfeleriyle birçok görme engellinin iş sahibi olması sağlanır. Yine de hizmet götürmeye çalıştıkları kitlenin hışmına uğramaktan kurtulamazlar. Dernek kaynaklarını kendi çıkarları için kullandıkları suçlamasına maruz kalırlar. Bunda toplanan bağışlardan yüzde dağıtarak görme engellileri dilenci pozisyonuna düşüren ve bu yolla çıkar elde eden kötü niyetli dolandırıcıların, bu amaçla kurulmuş menfaatçi derneklerin büyük payı vardır.

Kitabın 21. ve son bölümü “Son Durakta Son Söz” başlığını taşır. Mitat Enç’in bürokrasiyle yıldızı hiç barışmamıştır. Emeklilik konusunda da böyle olur. Profesör olması için zorunlu olarak doldurması gereken beş yıl vardır. Bu süre zarfında gerekli araştırmasını tamamlar. Almancaya yeniden çalışır ve işlek hale getirmek için çabalar. Ancak başka bir iş için üniversiteye uğradığında bu çabalarının nafile olduğunu öğrenecektir. Beş yıllık sürenin dolmasına birkaç ay kala emeklilik süresi dolmaktadır. Mitat Enç bu haberi tıpkı kör olduğunu anladığı günlerdeki gibi metanetle ve önemsemez bir edayla karşılasa da içten içe epey hayıflanır ve üzülür. Bu burukluğun sebebi kaçan bir unvan değildir elbette, bu zorunlu emeklilik onu bir işe yaramazlık duygusuna itmektedir. Ancak o, gerçekte bugünlere hazırlanmıştır ve Yalova’da bir yazlık almış; bu yazlıkta okuma, yazma, bahçe işleri gibi uğraşlarla zaman geçirmeyi planlamıştır. Böylece Enç ailesinin Yalova günleri başlar. Yalova’daki yazlık, ailenin son durağı olur. Günleri burada denize girmek veya komşularıyla bir araya gelmekle geçmektedir. Doğayla iç içe olmak ruhuna iyi gelir. Özellikle denize açılmayı çok sever, denizde görme engeli hiçbir sorun oluşturmaz çünkü.

Yalova’da geçen emeklilik günlerinde Mitat Enç ister istemez ölüm gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalır. Her ne kadar düşünmemeye çalışsa da komşularından ve arkadaşlarından birilerinin eksiliyor olması ölümü düşünmeyi kaçınılmaz kılar. Enç, bu konuda şöyle der:

“Ulu Yaratıcı’nın eseri hayat, her tür görünümü ile insanın her boyutuna akıl erdiremediği harikulade bir mucize. Gözle zor ayırt edilebilen tek bir hücrenin daracık kabuğuna sığdırdığı binbir bulmacaya en akıllı geçinenlerimiz bile henüz akıl erdirebilmiş değil.  Öyleyse bu harikanın yaratıcısı bunun bir noktada sona erip yok olmasına, ortadan silinmesine razı olur mu? Onun kulu olan insan bile ölenlerin başucunda taş ve anıtlar dikerek ürünlerini müze ve galerilerde toplayarak ölümsüzlüğe eriştirmeye uğraşmıyor mu? Elbette o da yarattığı bunca mucizenin bir gün gelip sona ermesine ve yok olup gidivermesine göz yummaz.” (s. 331)

Mitat Enç, dolu bir yaşam sürdüğünün ve kayda değer işlere imza attığının bilincindedir. Bu yönden bir şikâyeti ve korkusu yoktur. Ancak o, ölümsüzlük hissini geride bıraktığı eserlerde değil ailesiyle kurduğu ilişkide yakalamaktadır. İşine düşkün olmakla birlikte onu yaşama bağlayan asıl güçlü bağın aile bağları olduğu anlaşılmaktadır:

“Ben ölümsüzlük duygusunu en çok çocuklarım ve torunlarım çevremi aldıkları zaman hissediyorum. Kuşkusuz onların hem kendilerinde hem de kişiliklerinde bizden bir şeyler var. Ana-babamı andıkça onlardan da bende yaşamını sürdüren bir şeyler olduğu ortada. Bu geçiş ve uzantı kim bilir kaç kuşak gerilere ve ne kadar da geleceğe doğru uzayıp gidecek.” (s. 334)

Ölüme yaklaştığı dönemde ve bu düşünceyle meşgul olduğu zamanda bile çalışma azminden, hayattan lezzet almaktan ve yaşama sevincinden bir şey kaybetmez Mitat Enç. Ömrünün son faslını dolu dolu yaşamaktan yanadır. Son anına kadar mücadeleden vazgeçmeyen ve yaşama dört elle sarılan bir tavır içinde görürüz onu:

“Bu ömür artığı başıboş geçmeye bırakılamaz. Umup da elde edemedikleri bizi uzanıp da tutamadıklarımızı yakalama zamanıdır.” (s.334)

Mitat Enç, Bitmeyen Gece’ye son noktayı koyduğunda takvimler 10 Ocak 1983’ü göstermektedir. Vefat ettiğinde ise 13 Kasım 1990’dır. Gaziantep’te başlayıp Yalova’da sona eren ve her günü dopdolu geçen bir ömrün ardından yaşama gözlerini yumar. Ondan geriye akademik çalışmaları ve yazınsal değeri olan çalışmalar yanında mücadeleden vazgeçmeyen, dirençli bir Türk aydını portresi kalır.

* Bu yazı ilk kez Çelebi dergisinin Nisan 2022 tarihli 7. sayısında yayımlanmıştır.

KAYNAKÇA

Claude Levi-Strauss, Modern Dünyanın Sorunları Karşısında Antropoloji, Çev. Akın Terzi, İstanbul, Aralık, 2018.

John Berger, Görme Biçimleri, Çev. Yurdanur Salman, İstanbul, Eylül, 2020.

Mitat Enç, Bitmeyen Gece, İstanbul, 2019.


[1]http://katalog.istanbul.edu.tr/client/tr_TR/default_tr/search/detailnonmodal/ent:$002f$002fSD_ILS$002f0$002fSD_ILS:2068424/one?qu=ay%C4%B1ntab+h%C3%BCkumet+kona%C4%9F%C4%B1&lm=IUNEKABDUL

YORUM

WORDPRESS: 0