ANA SAYFAÖykü

Osman Yücel | Afitap

Osman Yücel "Afitap" adlı öyküsüyle Edebiyat Daima'da

Burçin Laçin Altay | Ütopya
Melek Temur | Miyasa
ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: Saliha Yıldırım | Bir Köpek

Osman Yücel | Afitap

[sharethis-inline-buttons]

Yürüyorum. Hazan vakti. Yapraklar dökülüyor. Yürüyorum. Ardımda, düşen kestane yapraklarının hazin raksı. Firkate düşmüş, yalnızlık sisinde yol alan son bir yaprak, derinden ah ediyordu. Fikrimin orta yerinde, mırıltıyla hırıltı arası bir sesle, söyleniyordu; “Zafer” ve “Emel” diyordu.

Tenha zamanın hatıralar koridorunda, mükerrer yankılanıyordu bu iki kelime.

“Afitap” denen bir aşüfte yüz, buruş buruş bu tenhada. Bir iki sendeledi havada yaprak. Uçtu kavis kavis ve düştü önüme. Bir Sevda masalının puslu perdesi kalktı gözümden…

Zafer,  sevgi bulutlarının arasından gülümsüyordu. Ellerindeydi elleri Emel’in.

Afitap’ın hasis, karabasan gözleri üstündeydi onların. Kem göze kurban gideceklerini kimsecikler bilmezdi. Zafer ve Emel. Kanat çırpıyorlardı muhabbet ve nur âleminde. Hazan yaprakları arasında bir çift akkuş gibi. Süzülüyorlardı bir kutlu hülyada…

Zafer!

Afitap’ın maşuku. Oysa “Emel” sevdasıydı yüreğinde Zaferin.

Zafer!

O, çok ötelere sevdalı. Gölgenin olmadığı diyarlarda, bir ezel ve ebet hasretkeşi.

Zafer!

Hem aşk hem âşık…

İlk nur sağnağında ıslandı yüreklerimiz. Sonra gözlerimiz kucaklaştı, muhabbetle. Güneş bulutların ardına saklandığında her dem, demli akşamlarda tanış olurduk. Afitap gizliden gizliden. Gördüm onları birlikte. Çekinmişlerdi;  gözlerim gözlerine değdi yasaklı duyguların. Zafer mahcup, Afitap şaşkın. Hangi gözler diye meraktaydılar, attığım bakışın geldiği yöne doğru pür dikkatleri ifratlarda. Her şey susmuştu. Duyulanlar; derin sessizliğin çığlığı, hızlı hızlı çarpan bir çift günahkâr kalp ve ritmine saplanmış bakışın dalga dalga büyüyen halkalarının esrarlı hışırtısı.

Zafer!

İlk tanışmamızda yüreğimizle kucaklamıştık ya. Kalbinin atışlarını duyuyordum “Emel” derken Afitap’a kaçan… Emel ne? Afitap kim? Çoğu zaman anlam veremezdim bu seslere. Hep “Emel” diyen, onu terennüm eden, son kucaklaşmamızda “Afitap” diyordu, esrarlı fısıltılarla, yaban. “Emel” derken apak olan yüz “Afitap” derken ne kadar da utangaç. Fakat duymazdan geldim. Görmezden…

Zafer!

Gülüşü gül’ün güne.

Zafer!

Evvelde bir can o,  ahirde bir özge ihvan.

Zafer!

Bir tebessüm resmi Afitap’a…

Siyah ve iri gonca güller arasında rastladım onlara. Zafer Afitap’ta tutuklu.

Onlar bana aşikâr, ben onlara hiç. Kendi âlemlerindeydiler.

Aşkı bulmuştu güya. Ya muhabbet?  Ya Emel? Sanki fena seline karışmış ve yok olmuş gitmişlerdi.

Zafer!

Onu hiç kimse bilmedi benim kadar,  Afitap bile…

Zafer’de Emel!

Bedii bir kutludan zamana tutunmanın adı. Elde tan kırmızısı bir yazma. Kalp aynasına akseden lema. Sözlerden tulû eden ışık ışık parıltı. Bunlara eşlik eden, demli, cam dolusu al bir iksir. Kahredici karanlığın ziyası. Nura nurdan arkadaş…

Zafer!

Muhabbetli gecelerde, maziden esen nağmesi rüzgârın; nakaratı kendisi… Şimdi, hüzünle, mavi gözlerde kapılan muhabbet şarkısı nüksediyor. Muhabbet diyarından hasret hasret, gözyaşı dökülüyor, nedametle. Düşen her damla, yemyeşil hayal âleminde sedef sedef nakşolunuyor yaprak üstüne.

Zafer!

Sergüzeşti hayatımda bir hazin şarkı O. Muzafferdi bir zamanlar nefsinde.

Zafer!

Uzaktan uzağa visal şarkısını söyleyen sarhoş edici bahar yeli. Hayal cennetinde, gül kokulu şebnemi dalında gülün. Bir yalnız yolcusu yolunda nurun.

Zafer!

Bülbülün güle olan aşkı Afitap’ta O.

Zafer!

Muhabbet kuşunun feryadı; dillerden düşmeyen hüzün şarkısı.

Zafer’de Emel; Mecnun’un Leyla’sı, Ferhat’ın Şirin’idir. Galip’çe bir hüsn-ü aşk.

Zafer!

Siz tanımadınız onu. Hemhal olmak bambaşka bir şey.

Tanıyın, sonra firkat gölüne düşün ondan. O zaman sizde “Zafer!” diyeceksiniz, çırpınışlarla. Buruk… Zafer! Dost ile olmanın en muhlis adı…

Zaman henüz körpe; dünyaya gözlerini yeni açan bir tomurcuk. Mevsim sabah; çiçek çiçek kokularla müzeyyen. Güneş yüze göz kırpıyor. Ovuşturulan gözler.

Zihnimde depreşen enin kelime. Zafer!…

Zafer!

Sen boynu bükük nergis!  Sen tanırsın onu.

Hani bir akşam sana gelmiştik. Sen yalnız ve mahzun, biz sana dert yoldaşı.

Ellerimizde bir buket nur; uzunca bir vakit ışığıyla ışındık, omuz omuza.

Sen kara gölgeni ayakucuna alınca, Zaferle zamana arınmış ve beraber eğilmiştik; iki ahi, ay çiçeği misali, güne doğru. Susmuştun sen ve gözyaşların dinmişti.

Gönül virdini tamamlıyordun. Gözlerindeki parıltıdan mesrurdun…

Zafer ve Emel. Hep beraberdik.  Ne kadar da mutlu bir tabloydu. Gölgeler kalmayınca, günden ayrılmıştık, geceye tutsak bir neşe ile… Ve bahar sonunda, daldığım uykudan silkiniyorum. Bahar geçmiş, gelmiş sonbahar. Şimdi ise, kış bütün heybetiyle küheylan, kar’a atıyor. Yer-gök kardan yıldızcıklar altında. Hatıralarımda; çakan şimşekler, sevgi yağmurları. Ve sessizliğin sesi. Acı bir kiren tadı. Kedi karası gecenin karanlığında kanat çırpan bir çift iri göz; bu baykuşun nefesi. Derken firkat; o visali boğan karanlık. Rüzgârın hayatı sürükleyişi cazibesiyle. Aşılacak yollar girift…

Zafer ve Emel. Şimdi birbirinden çok uzak. Ayrı dünyaların onlar artık. Günler mazide ve gönül rafında üflenen tozdan hayaller. Şimdi çılgın sular suskun. Kar siyah bir gülün gölgesinde kapkara. Mehtapta kasvetli bir aydınlık. Duygular keşmekeş. Ve sonra.  Gönül hokkasından damla damla gözyaşlarıyla yazılan son. Mazi penceresinden buruk bir tebessüm dostlarına Zafer’den. Ayrılığın cenderesinde Zafer’e sallanan bir el Emel’den…

Zafer! Dost ile olmanın öteki adı. Bakışı ne de samimiydi. Nasıl gülerdi o öyle bilmem. Belli ki bir iksir içiyordu. Ama şimdi yok. Emel’in kalbinin derinliklerinde akışan o kalbî bağlılık, yokluk kervanında yük artık. Demek o iksirden almıyor; hayat veren, ışık saçan o sihirden. Seste aynı yumuşak tını, bakışlarda aynı muhabbet, gözlerde aynı ihlâs yok. Emelin kalbi paramparça şimdi. Vaktaki anladım, Emel’den Zafer’i ayartan Afitap imiş. Adına “mecazî aşk” denen…

Zafer bitmiş, kaybetmişti nurdan ‘Eme’lini. Batıyordu Afitap’ın dipsiz gamzelerinde. Nefsin izbe dehlizlerinde ışığı kirleten Afitap’ın müstehzi gülüşü, ıslah olmaz diyarlarda bir yaban meyyit. Bize bir bilinmez artık Zafer. Batıp bitmişti. Kopup gitmişti Emel(in))den…Zafer Afitap’a ram. Sanki, “Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur.” (1) misali yalnızlarda…

Yürüyordum. Hazan sonu. Hüzün vakti. Yapraklar çıtırdıyor. Yürüyordum. Önümde, sararmış kestane yapraklarının enîn raksı. Dostun olmadığı seherlerde gönlüm, bikes. Firkatin mat ve flu sisinde yol alan bu yüreğin gözleri ağlıyordu; iniltiyle sızıltı arası bir sesle. İbrahimi çağdan dinmeyen hıçkırıklar; ‘la uhibbul afilin’ ‘la uhibbul afilin’. (2)

(1)Feleyse lehu-lyevme hâhunâ hamîm(un)… (Hâkka 35)

(2)Ben batanları, kaybolup gidenleri sevmem… (En’am 76)

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0