ANA SAYFADeneme

Ayşe Meltem Pırıltı | Adında Bir “Seven” Var Dıranas’ın 

Ayşe Meltem Pırıltı "Adında Bir 'Seven' Var Dıranas’ın" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da. 

Gamze Koç | Hasta Kelimeler
Reşit Güngör Kalkan | Gidişine Ağır Bir Halay Denemesi
Aslı Hilal Menteş | Yalnız Ellerim Var

Ayşe Meltem Pırıltı | Adında Bir “Seven” Var Dıranas’ın

Dıranas’ın şairliği; onun hayatını sondan okumak gibi,
ilk söyleyeceklerini kendine saklayıp
son söyledikleriyle haklı çıkmak gibi…

“Ölmüş herkes gibi ölen insan,
Yalnız ayaklar kalmış yaşayan.”

Ölümlerin günü belli oluyor hep. Bazen doğum günleri bile perişan. Oysa insan yetmiş yılda bir geliyor dünyaya. Umursamıyorum. Çünkü yılın en uzun gününde bir baba doğuyor, bir şair ölüyor. Şair ruhlu babamın doğduğu gün; vasiyetinde babasının köyünün bulunduğu Sinop’ta gömülmek istediğini söyleyen şair hastalanarak ölür yetmiş bir yaşında. Sırf bu tesadüf bile beni, Dıranas okumaya mecbur edebilir!

“Ey hafıza! Cömert memenden beni emzir;
Zengin renklerini ufkuma dök, ey bahar!”

Lisedeki edebiyat öğretmeni Tanpınar gibi az yazan, şiirlerini şiire başladıktan çok sonra yayımlayan şair, çeşitli dergilerde yazdığı şiirleri kitaplaştırır. O hep “iyi şair” olarak anılır fakat bir kez bile “büyük şair” diye nitelendirilmez. Onun büyük olmak gibi bir düşüncesi yoktur zaten.

“Dindirir miydi ki en tatlı rüzgârlar
Bende gizli gizli başlamış ağrıyı”

Askerlik yaptığı yıllarda da kendi şiirini oluşturmaya devam ederken kaleminden dökülür “Ağrı” şiiri ve “Gölgeler” oyunu. Demlenirler, yayımlanma zamanlarını beklerler. Hiçbir akımın ve ideolojinin etkisine kapılmadan kendi şiirini yaratmayı başarır. Öyle ki İkinci Yeni deyince durup göğe baktıran şair Turgut Uyar; Dıranas’ın şiirini “zamansız” ve “mekansız” bulur ve aynı zamanda şiirinin teatral olduğunu söyler.

“Bir salon. Her şey yerli yerinde.”
Şairlerin dünyasında hiçbir şey yerli yerinde değildir. Disiplinli şairin düşünceleri dağınıktı belki; belki çocukluğundaki resmi, yetişkinliğinde tiyatro oyunuyla çizmişti. Bir babanın buhran ve arayışlarıyla birlikte şizofrenik hallerini anlattığı “Gölgeler” oyunuyla karşımıza çıkar, şairin içindekiler.

“Oyun bitti ve her şey yerini buldu.”
Konusunu milli mücadeleden alan ve Fransızcadan uyarlanan “Üç Kahraman” adlı tek perdelik piyes yayımlanır. Fakat Gölgeler ve ilk adı “O Böyle İstemezdi” olan “Çıkmaz” oyununun; konusu ve dil özellikleri sebebiyle daha çok anıldığını söylesek yanlış olmaz. Dıranas her iki oyunda da ruh dünyasını, insanın bedeninin içini sorgular. Şiirlerinde dile getiremediklerini oyun kahramanlarına şairane bir biçimde söyletir.

“Aşıksam kadınım değil tanrıçasın ece.”
Çocuk Esirgeme Kurumu’nun çocuk tiyatrosu seçim kurulunda görevli olduğu yıllarda kuruma gelen on beşindeki genç kız için, ben bu güzel kız ile evleneceğim, der. Önce bakışlarıyla sarıp sarmalayan hangi şaire hayır denebilir ki… Adının anlamı gibi, ışık gibi güzel Münire’sini hayatı boyunca yanından ayırmak istemez şair. Ve tek kitabını elbette karısına şu sözlerle ithaf eder: “Münire’ye… Bir gün, laf arasında, bana: ‘Bir beşik gibi sallanır dünya, rahat uyusun diye bütün çocuklar…’ gibi bir söz söylemiştin. O gün bu gün düşünürüm ki, insanların barışını ve evrensel sevgiyi daha özge bir biçimde anlatmak kabil değil. Ben yaşantımı şiire, şiirimi de bu sevgiye verdim. Sanırım, kitapta savaş sözcüğünü bulmayacaksın. Kaldı ki, esinim senden gelir. Onun için, kitabı, sevinerek, sana armağan ediyorum; sana ve bu inançla yaşayanlara ölenlere…”

“Gözlerin, dişlerin ve akpak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye abla.”

Edip Cansever’in Masa’sı, Dıranas’ın Fahriye Abla’sı, şairlere, nereden de yazdık bu şiirleri, dedirtti. Nedendir bilinmez yalnızca bu şiirleriyle “şair” olduklarını düşünür edebiyata uzaktan bakanlar. “Fahriye Abla” Varlık dergisinde yayımlanır. Filmi dahi yapılır bu ünlü şiirin. İnsanlar kendi tarihlerini başkalarının gözünde, ömründe tüketmeyi sever; tıpkı ülkelerinin tarihini televizyon dizilerinden öğrenmeye çalıştıkları gibi! Fahriye Abla şiirinde asıl olan hikâye ve ses uyumu, sinemada aynı şekilde izleyiciyi etkilemiş midir bilinmez! Keşke; en az şiir kadar sevdiği ve bildiği resim sanatındaki iddiasını Fahriye Abla’yı çizerek gösterseydi Dıranas bir de…

“Bir bıçak saplı durur göğsünde,
Hangi su tasına uzansan boş;
Hangi pencereye koşarsan koş
Aynı siyah güneş gökyüzünde.”

Ankara’daki Hukuk eğitimini yarıda bırakır, İstanbul’daki Felsefe eğitimini yarıda bırakır; dönemin genç şair ve yazarlarıyla kurduğu çilingir sofralarında yaptığı edebi sohbetleri ve şiiri yarıda bırakmazdı.

“Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.”

Ankara Lisesinde okurken ilk şiiri “Bir Kadına” Muhip Atalay imzasıyla yayımlanır.
Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi usta şairlerin öğrencisi olmak Dıranas için büyük bir şanstır, şiirleri için ise zorlu bir sınavdır. Şiirlerini gösterdiği Çamlıbel, yazdıklarının şiir değil olsa olsa birer manzume olabileceklerini söyler. Daha sonraları iyi bir arkadaşı olan Tanpınar ise şiir okumaktan, yazmaktan vazgeçmemesini, özellikle Baudelaire okumasını ister. Böylece “Elem Çiçekleri”ni kendi dilinden okuyabilmek ve Baudelaire nasıl düşünür, nasıl yazar anlayabilmek için Fransızca dersleri alır.

“Ben her köylü çocuğu gibi sığırtmaçlık etmiş, yalın ayak gezmiş tozmuş, sonra yaşı biraz geç de olsa ilkokula gitmiş bir köylüyüm. On yaşından sonraki çocukluk, ilk gençlik, gençlik. Beni ihtiyarlığa doğru götüren bütün yıllar ve yollar boyunca hülyalarımda küçüklüğümün ormanlarını kurdum.”
Küçüklüğünün ormanları ilkin İstanbul sonra Sinop ve Ankara’dadır. İlkokula geç başlar Sinop’ta. Savaşların gölgesinde geçen bir çocukluk ve aile hayatı yaşar. Okuduğu okulların adlarından daha çok önemsiyorum Dıranas’ın duygularını. İstanbul’dan Sinop’a yerleşmek, babasının ikinci kere askere gitmesi sebebiyle Ankara’ya taşınmak… Her şey Dıranas’a başka başka duygular yükler. Yüklendiği her şey azar azar akar satırlara.

“Bir sanatçı, hangi alanda olursa olsun, eserine kendi kişiliğinin damgasını vurabilme sevdasında olmalıdır… Çok kelime üretmek bizi şiirde yanlışa götürür. Kelimeden ekonomi, şiirin, esas gizlerinden biridir.”
Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında babasının görev yaptığı Çanakkale’de bulunan Dıranas, savaşın ilerleyen günlerinde annesi ve Çanakkale’de doğan kız kardeşi ile İstanbul’a döner. Babası Çanakkale’den sonra Kafkaslar ve Arap çöllerinde savaşır ancak savaşın bitmesinden sonra İstanbul’a dönmez. İkinci evliliğini yaparak Sinop’taki baba köyüne yerleşir ve burada ikinci eşinden bir oğlu olur. İlk karısı, iki çocuğunu alarak İstanbul’dan Sinop’taki köye gelir. Dıranas’ın hayatının bu dönemi, annesi ve babasının ikinci eşi arasındaki kıskançlıklarla geçer. Sonunda babası ikinci eşini köyde bırakarak ilk eşi ve çocuklarıyla Sinop’a yerleşir. Sinop, şaire tabiat sevgisini aşılarken, o sevginin hangi dizelere gebe olacağı bellidir. İşte Münire’ye olan düşkünlüğü ondan uzakta kalamayışının saklı nedenlerinden biri, sevgisi dışında, budur, benim gönlümde.

“Vakit dar olsa gerek,
-Hep içim ürpererek
Diyorum-
Vakit dar olsa gerek.”

Dıranas doğar
Belki bindokuzyüzsekiz belki dokuz
Dıranas büyütür içinde ve içimde şiirlerini
Öyle bir söz söylenmeli ki
İçinde mavi olsun ama turkuaz okunsun
Bundan ne haberi olsun Fahriye’nin ne benim ve Muhip’in…

YORUM

WORDPRESS: 0