Dilek Tuna Memişoğlu | Halı

ANA SAYFAÖykü

Dilek Tuna Memişoğlu | Halı

Edebiyat Daima, daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış öyküleri yayımlamayı sürdürüyor. Dilek Tuna Memişoğlu, "Halı" adlı öyküsüyle Edebiyat Daima'da.

ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: Melike Tuğba Türkmen | İnsanlık Her Yerde Olsun
Öğrenci Öyküleri: Nihlegül Atay | Biz Yanarsak…
Sema Uyar | “Haziran”da Kaçış ve Arayışın Öyküleri

Üstüne bir bavul ve halı sarılmış kırmızı araba; heybesi sırtında, bir derviş gibi, ağır ağır ilerliyordu. Yolu uzun, yolu engebeliydi.

Arka koltuğunda köşeye büzülmüş bir kız, yanında iri yarı adam, önde bir şoför ve orta yaşlı bir kadın yol alıyordu sabahtan beri…

“Sevgi” dedi adam.

“Sevgi tamam üzülme artık canım, bak her şey çok güzel olacak, hele bir evimize gidelim.”

Kız, adını duyunca kıpırdandı, başını çevirecek oldu, sonra vazgeçip,  omuzlarının içine gömüldü hepten.

 “Hadi biraz gül ya!  Bugün bizim en mutlu günümüz ama değil mi?”

Kız, duymuyormuş gibi camdan dışarı bakmayı sürdürdü.

Yorgun düşüncelerinin ve bedeninin içinde kayboldu gitti.

***

Kök boyayla renklenmiş ip yumaklarını kan ter içinde kapıya kadar taşıdı babası. Sonra bir tur daha döndü, bahçe kapısının ardından kucak dolusu iplerle geri döndü. Kardeşiyle yığılı yumakları iç odaya taşıdılar.

Son yumak çuvalını taşıyıp kapıya bırakan adam, terini elinin tersiyle silerken,

“Üç aya bitirin bunu ha!”  dedi.

“Oyalanmayın, ayarlayın işlerinizi işte!”

“Olur baba, daha da erken biter sen merak etme”. dedi kız.

“Elimizde iş kalmadı, ne var ki hem, bilmediğimiz iş mi? Dokuruz.”

“Sen parasını…” diyecek oldu.

Babası,

“Bir ayran yapıverin hele, dilim damağım kurudu, oradan al, buraya getir derken.”

Kardeşi, “Ben yaparım” deyip mutfağa yöneldi.

Babaları camın önündeki sedirde terini silip, ayranını içerken onlar da ip yumaklarını pencerenin kenarındaki tezgâha bir bir taşıdılar, renklerine göre ayırıp, yerleştirdiler sonra.

İkindi günü, tezgâhın gergin ipleri üstünde oynaşıyordu. Sıra sıra dizili ipler, üstüne dokunacak renkleri desenleri bekliyordu. Koca tezgâh odanın tamamına oturmuş da kalkmayan bir dev gibiydi. İki kız onun önünde cüce gibi kalıyorlardı. Anası öldüğünden beri tüm yük Sevgi’nin üstündeydi. Evin çamaşırı, yemeği, temizliği, bir de babasının kahrı, kardeşine anasızlığı göstermeme çabası, hepsi hepsi. Ortaokuldan sonrasını okutmamıştı babası. “Otur tezgâhın başına.” demişti. Ömrü, kardeşi ve babasıyla bu küçücük evde geçiyordu. Bir de fırsat bulduğu her anda lise bitirme sınavlarına çalışıyordu. Allah için ilkokul öğretmeni çok destek oluyordu. Arada uğruyor, hal hatır soruyor, test kitapları, roman falan bırakıyordu. Biriktirdiği paralarla da kitaplar aldırıyordu öğretmenine. Babası kitapları görse kızardı elbet. O gelmeden saklıyordu. Belki de görüyordu da ses etmiyordu. Ama yok yok, görse kızardı.

“Kaldır onları! ne işin var kitapla? Halını doku bak yetişmezse paramızı keserler.” derdi.

Paramızı kesmeleri demek, ayda bir yediğimiz etin eve girmemesi demek, yılda iki kez alınan elbise hakkının bire inmesi demek, bir yıl önceki alınan ayakkabıyla diğer yılda idare etmek demek, Haluk Amcanın bakkal dükkânından alınan bisküvilerin, çikolataların zaten azken, hepten azalması demek. Ve kitaplara daha az para ayırmam demek. Babam ne zaman bu konuyu açsa, kız kardeşim telaşlanıyordu:

“Uf, paramızı kesmesinler ama…” diye sızlanıyordu.

O gün de öyle olmuştu. Babam söylenip durmuş, sonra ceketini alıp çıkmıştı. Kardeşim çocuk aklıyla ha bire soru soruyor, peşimde dolanıp duruyordu:

“Kesmezler değil mi abla? Bugün başlayalım ha?”

“Tamam başlarız başlarız. Sızlanma, haydi şu ev işlerini halledelim oturalım.”

Akşam için bir kap çorba, yeşil fasulye koyar koymaz oturduk. Elimizde dokuyacağımız halının örneği, bir süre inceledik.

“Abla dua ettin mi?”

“Ne için kuzum?”

“Yeni halıya başlıyoruz ya, ona dedim, hani hep yapıyoruz ya?”

“Ha tabii, ettim ettim. Sen?”

“Ettim abla, dedim ki Allah’ım kolay başlayalım, kolay bitsin, çok güzel olsun, parası çabuk gelsin, bereketli olsun, babam bize biraz fazla versin, âmin.”

“İyi iyi, çok gofret yiyelim de dedin mi bari?”

Gülüşüp, ilk düğümü en güzel hayallerimizle düğümledik. Sonra ikinci düğüm, sonra üçüncü, sonra…

Kırmızıdan, yeşile, ondan limonküfüne, oradan kavuniçine, açık sarıya, eflatuna. Arada pembe, mavi, turuncular… Rengin birini koyuyor birini alıyorduk neşeyle. Parmaklarımız acıyana kadar kalkmadık yerimizden. Penceredeki günün rengi solunca fark ettik akşamın olduğunu.

“Kalk kız babam gelir şimdi, sofrayı kuralım, ben de azıcık ders bakayım.” Deyip koşturdum mutfağa…

Elbet bir ders, bir halı, bir evin işi zor oluyordu olsun varsın. Sonucu güzel olacaktı. Üniversiteyi bir kazanırsam, babam da “tamam” diyecek nasılsa. Kardeşimi de okutur benden sonra. Biraz yumuşasın da hepsi hallolur. Eskiden de sevgisini çok belli eden biri değildi ama. Annem öldükten sonra hepten huysuz biri olup çıktı. Sevgisini göstermese de severdi annemi, karısıydı elbet…  Sonra o hastalık, bir anda annemizin aniden ölmesi, evde oluşan koca boşluk… Hepimizi yuttu o boşluk. Ne ettiysek çıkamadık içinden. Debelenip duruyoruz. Babam kendi dünyasını kurdu o boşluğun içine, ben kız kardeşimle ayrı bir dünyada, bu küçük evin içinde. Ama kararlıyım…  Bu son halıyı da dokuyalım hele bir… Oradan biraz para gelirse, biraz daha kitap, şu sınavları verip biraz daha yol alacağım, her seferinde biraz daha, çıkacağız bu boşluktan.

Babam fasulyeyi beğenmedi yine… Bir yıldır hiçbir yemeğimizi beğenmiyor. Ya tuzu eksik, ya suyu fazla, ya az pişmiş. Bak yine biraz yeyip kalanını iteledi eliyle, kalktı. Camın önünde sigarasını yaktı, sonra ikinciyi. Ceketini alıp çıkarken seslendi:

“Siz kapıyı kilitleyin arkamdan, geç kalırsam beklemeyin, uyuyun.”

“Olur baba.”

Biz yedik. Ekmeğimizi suyuna bandıra bandıra. Acıkmışız… Sonra ben biraz kitapların başına, kardeşim tezgâha.

“Abla sen çalış” diyor.

“Ben dokurum senin yerine de…”

Ablayım ama annem öldüğünden beri annesi gibiyim. Gözünün içine bakıyorum. Bazı geceler ağlayarak uyandığında konuşuyoruz, eski günleri, annemle olan… Annem ona hamileyken yaşadıklarımızı, doğumunu, bebekliğini. Bebekken saçımı nasıl çektiğini, elimi tutup uykuya daldığını anlatıyorum, gülüyoruz, sonra gelecekte neler yapacağımızı hayal ediyoruz.

“Abla sen öğretmen olacaksın, ben hemşire tamam mı?” diyor, gözündeki yaşı silip gülümserken. Tamam, diyorum. İnşallah, diyorum. Sonra yorganı çenemize kadar çekip, kendi hayallerimizin içinde uykuya dalıyoruz.

Sabah saati kurup erken kalkıyorum, hemen ders, sonra çay peynirle geçiştirilen bir küçük kahvaltı, yine boyumuzu aşan tezgâhın dibine diz kırıp oturuyoruz. Babam sabah çıkıyor, akşam geliyor, eksik olunca söylüyoruz, hemen getirmiyor bazen.

“Sonra” diyor.

Bazen unutuyor, tekrar söylüyoruz, gözünün altından bakıp başını sallıyor. Halı tezgâhımızda renkler desenler oynaşıyor artık. Çiçekler, dallar, güller, al, yeşil… Kardeşimle karşısına geçip seyrediyoruz yorgun akşamlarımızda. Babam düşünceli bu aralar. Bizi hepten duymuyor sanki. Sigarayı artırdı. Yemeklerimize kusur bulmayı da. En ufak lafımızda parlayıveriyor. Susuyoruz. Erkenden odamıza çekiliyoruz. Her akşam çıkıyor artık. Gece geldiğini duymuyorum. Sabah bir şey demeden çıkıp gidiyor.

Sınavlara az kaldı. Kitapların son yapraklarındayım. Halının son desenlerinde. Kalbim pır pır. Son ilmekleri de attık mı babam keser ipleri, sarar halıyı, yüklenir götürür sahibine. Sonrasında yeni kitaplar, elbiseler, çikolata, gofret ve liseyi bitirme sınavları…

Babamın şu gergin halleri bir geçse, yanaşıp diyeceğim, kitapları dökeceğim önüne. Bak baba, kızma, bunların hepsini var ya ben okudum, soruları çözdüm, hazırlandım. Sınava gireceğim, ne olur “he”  de sen de. Hem bak işi gücü de yetiştirdim, koca halıyı da dokuduk çıktık işte… “He” de baba da şu sınavları vereyim, okuyayım baba, ikimiz de okuyalım, ne olur.

Sonra elini tutacağım zorla, biliyorum, vermez kolay kolay da, ben tutup zorla öpeceğim, sonra yanaklarını. Kardeşime de göz edeceğim, o da koşup sarılacak, küçük ya ona biraz daha yüz verir, biliyorum. Sonuçta taş değil yüreği, kabul edecek elbet, ben bu kadar emek verdim ya… Sonra sarılacağız, kardeşim komik bir laf söyleyecek, kesin, güleceğiz hep birlikte. “Tamam kız, tamam ikna ettin beni, hadi bi çay koy da içelim, yanında bisküvi de olsun ama” diyecek.

Kaç gündür bunun hayaliyle yatıp kalkıyorum. Kardeşime de anlattım, o benden heyecanlı. Söyleyip duruyor. Kız sus, şimdi değil, babam duymasın, ben uygun zamanı bekliyorum, diyorum ama kendi içimdeki heyecanı durduramıyorum.

Nihayet beklediğim o anı yakaladım. Babam yemekten sonra sigarasını içti, yine düşünceli. Kalktı tezgâhın yanına gitti, ipleri kesti, kız kardeşimle sessizce izliyoruz. Halıyı omuzladı geniş odaya getirdi yere serdi. Üçümüz de başına dikildik, inceliyoruz. Renkler, desenler oynaşıyor.  Babama bakıyoruz ne diyecek diye, gözünü halıdan ayırmadan;

“Elinize sağlık” diye mırıldandı.

Sonra göz ucuyla bana baktı:

“Bir çay koy da içelim” dedi.

Kardeşim heyecanlandı, konuşacak, tüm planımı alt üst edecek neredeyse, gözlerimle susturdum. Tamam işte, beklediğim an geldi. Babam halıyı yavaş yavaş sarmaya başladı, kardeşim de eğildi yardım ediyor düzgün sarılsın diye, sonra iki ucundan iple bağladılar. Onlar halıyla uğraşırken ben çoktan mutfağa koştum, çayın altını yaktım, dolapta kalan son bisküvileri tabağa boşalttım.

Çayları doldurup babamın yanına geldim. Sedirde oturuyordu, çayını uzattım. Baba, dedim, sana bir şey söylemem lazım.

“Dur hele, ben diyeceğimi deyim sen sonra söylersin.”

Kardeşimle ben oturduk dizinin dibine, elimizde çayımız, bisküvimiz. Babam çayından derin bir yudum çekti, sigarasını söndürdü…

“Çok uygun bir kısmetin çıktı” dedi…

“Hâlimiz ortada… Nereye kadar böyle halı tezgâhında oturup duracaksın… Ben sözünü verdim, sen de bil hani…”

Baba dedim, sanki, yoksa demedim mi? Ben sana, bir şey diyecektim. Dedim, dedim, ağladım, sızlandım, yalvardım, ellerine sarıldım… Dinlemedi beni, duymadı. Duymadı babam sesimi. Sesimi kimse duymadı.

Artık ben de duymuyorum kimseyi. Ne sesim çıkıyor ne kulağım duyuyor… Yanımdaki adam aldı beni bir eşya gibi. Satın aldı, gördüm babama saydığı paraları… Kardeşim kaldı ardımda ağlayarak. Babam yüzüme bile bakamadı son kez. Ben tüm hayallerimi, çocukluğumu bırakarak çıktım işte o evden. Ben ne yapacağımı bilmiyorum bundan sonra; ne diyeceğimi, ne edeceğimi… Konuşup durdu yanımdaki… Yol boyu anlattı. Sordu, cevap bekledi. İşte geldik geleceğimiz yere, hâlâ konuşuyor. Ben, ben kayboldum içimde.

***

“Sevgi” dedi yine yanındaki adam…

Kolunu hafiften sıkıp “Sevgi, düş mü görüyon ki sen? Uyan haydi, kim seni duymadı, kim dinlemedi, ben buradayım işte, hadi kalk inelim arabadan, geldik yeni evimize bak. Kız kalk hadi, duymuyor musun beni, rezil mi edeceksin ele güne!” diye kızın kulağına fısıldadı…

Sonra baktı olmuyor, durgun gözlerle kendisine bakan kızı çekiştirerek çıkardı arabadan. Herkes indikten sonra, arabanın tepesinde sarılı halıyı da kucaklayıp indirdiler.

YORUM

WORDPRESS: 0