Öğrenci Öyküleri: Perihan Ören | İnadına Hayata Tutunmak

ANA SAYFAÖykü

Öğrenci Öyküleri: Perihan Ören | İnadına Hayata Tutunmak

Yazar adaylarının öyküleri, Edebiyat Daima'da ilk kez okurlarıyla buluşuyor. Öğrenci Öyküleri'nde Perihan Ören "İnadına Hayata Tutunmak" öyküsüyle...

ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: KAÇAK HAYATI
ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: Zeynep Yıldırım | Kiev Ekspresi 
Öğrenci Öyküleri: Yiğit Hikmet Bircan | İki Duvar Arasında

Öğrenci Öyküleri: Perihan Ören | İnadına Hayata Tutunmak

Hastalığım günden güne artıyordu. Nefes almakta zorlanıyordum sanki. Öyle hızlı akıp gitmişti ki zaman. Benim içimi parçalayan dört çocuğumla ortada kalmamdan ziyade, kışın ayazında bir çadırda çaresizlik ve yoklukla baş başa kalakalmamdı. İdlib ’de ne günler geçirmiştik ailecek. Her şey bir anda sel baskınından dolayı nasıl da değişti. Kaç aile parçalanmıştı. Elimizde sadece üstlerimizde giydiğimiz kıyafetlerden başka hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Açlık bir yandan hastalık bir yandan belimi bükerken bir yanda evsiz barksız ortada dört çocukla kalmak…

Her zamanki gibi erkenden kalktım. Çocuklarım dün akşamdan beri ağızlarına bir şey sürmemişlerdi. Sabah erkenden kalkmıştım ki dağıtılan yiyecekler için bu sefer geç kalmamalıydım ve ön sıralara geçip yiyecek almalıydım. Sonlara kaldığımda yiyecek alamadan çadıra geri dönmek, çocuklarımın yüzündeki o acı beni kahrediyordu. Yardım aracı görünür görünmez insanlarda hınca hınç bir itişip kakışmalar öyle yoruyordu ki beni. Koah hastası olmamdan kaynaklı nefes alışlarım beni çok zorluyordu bir türlü telaşa strese gelemiyordum. Zor da olsa yiyeceklerimi aldım ve çadıra doğru koyuldum. İçim ne kadar da huzur dolmuştu.” Allah’ım “diyordum,” Sen kimseyi aç bırakma, yoksa halimiz ne olur.”

Çadıra geldikten sonra ortalığı toparladım. Hemen sofrayı hazırlamaya koyuldum. Aslında erkenden kalkıyorlardı ama bu sefer yavrularım aç yattıkları için uykuya dalıvermişlerdi. Sofrayı kurar kurmaz çocukları kaldırdım. Sofrayı görünce mutluluk çığlıkları öyle içime dokundu ki, onları uzun süreden beri ilk defa bu kadar mutlu görmüştüm. Yüzlerini bile yıkamadan hemen sofraya oturdular. Öyle mutluydular ki ben de yüzlerini yıkamadan sofraya oturulmaz demekten vazgeçmiştim. Bir anda göz yaşlarımı tutamadım. Dizlerimin bağı çözüldü. Yere kendimi bırakıverdim. İçimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu. Bir yıl öncesine kadar dört çocukla ortada kalacağım aklıma bile gelmezdi. Bir sel yüzünden açlığa terkedilip çadırda çaresizliğe bırakılmakta cabası olmuştu. Elimden ne gelebilirdi ki. Tek başına olsam bir şekilde idare edebilirdim. İşte işin içine çocuklarda girince her şey ne kadar da değişiyordu…

Yemeklerimizi de yedikten sonra sıra su ihtiyacımız için çeşmeden su doldurmaya gitmeye gelmişti. İşte bu konuda en büyük destektin en büyük çocuğum Eylül oluyordu. Daha on iki yaşındaydı ama sanki benim kanadım kolum olmuştu. Hastalığımdan dolayı destekçim olmuş, babasını kaybetmenin acısından dolayı sanki gözümün içine bakıyordu. Neler düşünüyordu kim bilir? Ben çaresizdim evet ama ya onun yaşadığı hissettiği neydi bu küçük yaşında. Bu küçük yaşında nelere göğüs geriyordu, neleri sırtlanmak zorunda kalıyordu. Hayata karşı direnemediğim zamanlarda ondan destek alıyordum. Sanki bana ders veriyor gibiydi. Dayan anne dayan der gibi gözlerimin içine bakıyordu, dayan bugünler de geçecek.

 Kış dolayısıyla hava erken kararıyordu. Bir gün daha bitmişti. Işık olamadığı için erkenden yataklarımıza geçiyorduk. Soğuğa karşı en iyi çare buydu. Sanırım bu çadırdaki en güzel an, sokak lambalarından sızan ışığın loşluğu altında çocuklarımın gülüşlerinin sıcaklığıydı. Bu kadar acıya, üzüntüye nasılda iyi gelip içime garip bir sıcaklık katıyordu. İçimden dua ediyordum. İyi kilerim, iyi ki benimlesiniz.” Diye.

YORUM

WORDPRESS: 0