ANA SAYFA

Erhan Çamurcu | Horasan’dan Anadolu’ya Akan İrfan Irmağı

Erhan Çamurcu, "Horasan’dan Anadolu’ya Akan İrfan Irmağı" adlı incelemesiyle Edebiyat Daima'da

Mustafa Kaya – Ali Güney | BİR BAKIŞ: EKOFOBİ HİPOTEZİ
José Saramago’nun “Körlük” Romanına Dair
Merve Yurtsever “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi” Üzerine Yazdı   
[sharethis-inline-buttons]

Erhan Çamurcu | Horasan’dan Anadolu’ya Akan İrfan Irmağı

            Anadolu irfanı, İslam’la yoğrulan Türklerin önce Selçuklu ve ardından Osmanlı medeniyet dairesi içinde oluşturdukları ahlâk anlayışını ifade etmek için kullanılır. Günlük yaşamı şekillendiren pek çok düsturun yanı sıra ikili ilişkilerdeki nezaket, iyi niyet ve dünyaya bel bağlamamak gibi güzel hasletleri de içinde barındırır. Her ne kadar “Anadolu irfanı” olarak nitelendirilse de bu ahlâk anlayışının mayası bütün bir İslam coğrafyasını kaplayacak geniş bir alanda parça parça yoğrulmuş ve Hoca Ahmed Yesevî kanalıyla Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi mutasavvıflar aracılığıyla Anadolu’ya taşınmıştır. Anadolu’ya tasavvufun bu kanaldan girmesi Anadolu Türklerine has bir tasavvuf geleneğinin oluşmasını da sağlamıştır zira Hoca Ahmet Yesevî, Pir-i Türkistan olarak da bilinir.

            On birinci ve on ikinci yüzyıl itibariyle Büyük Selçuklu Devleti’nin sağladığı barış ortamında tasavvuf hem gelişme şansı bulmuş hem de kötü niyetli kişilerce kullanılmaya müsait bir hale gelmiştir. Böylesi puslu bir ortamda Yusuf Hemedânî, Sünni ve Hanefî bir çizgide öğretilerini yaymış ve pek çok değerli mutasavvıf yetiştirmiştir. Bunlardan biri de Ahmet Yesevî’dir. Yusuf Hemedânî’yi tanımak, Selçuklu medeniyet dairesi içerisinde yetişen Horasan erenlerini tanımayı da kolaylaştırır. Horasan erenleri Anadolu’nun Türk yurdu olmasında ve İslam’la şereflenmesinde önemli bir rol oynamıştır. O Yusuf Hemedânî ki Feridüddin Attar onun için “asrın imâmı, dünya sırlarının sahibi…” diyor. Dr. Muhammed Emin Riyâhî, Yusuf Hemedânî için şunları söylüyor: “… hâl ehliydi, lâf değil. Aşk ehliydi, tartışma ve akıl yürütmeci değil.”

            “Rutbetü’l- Hayat”, Yusuf Hemedânî’nin soru cevap şeklinde oluşturduğu eseri. İnsan, hayat, iman, İslam ve tasavvufa dair pek çok konuyu ayet ve hadislerin ışığında açıklıyor. Hayat nedir, şeklindeki bir soruya tasavvufi derinliği olan şu cevabı veriyor: “Hayat teselli olmaktır. Herkesin tesellisi ve huzuru farklı şekilde ve farklı şeyledir. Hayatın en aşağı rütbesi dünya ile teselli olup oyalanmaktır. Bu, hayvanların hayatına ve yaşayışına benzer.” Hemedânî, insanın Allah’a kavuşmak için öncelikle hayvanî tesellilerden uzaklaşmasını, yani nefsine gem vurmasını öneriyor. Pek çok mutasavvıfın nefs-i emmare olarak nitelendirdikleri mertebe burasıdır. İnsan kendisini hayvandan ayıran manevi vasıflarının farkına vararak nefs-i levvame mertebesine geçebilir.

            “Makâmât-ı Yusuf Hemedânî” adlı eserde Abdülhâlik Gucdüvânî, Yusuf Hemedânî hakkında; “Yemeğini kendi pişirir, elbisesini kendi yıkar ve eğer elbise yırtılırsa kendisi yamardı. (…) Bakır, gümüş ve altın kaplardan abdest ve gusül almazdı.” diyor. Derdi post olanlar posta oturduklarında kerameti kendilerinden bilip oturdukları postu dünyevi isteklerine alet ederken derdi dost olanlar oturdukları postun farkında dahi değillerdir. Her ne kadar mürit bir mürşidin eteğine tutunmuş olsa da mürşit de Allah’ın ipine sıkıca tutunmak zorundadır. Bu nedenle “Ben şeyhim.” diyen kişiye itibar etmek yerine kişinin ameline bakmak gerekir. Abdülhâlik Gucdüvânî, Yusuf Hemedânî’den naklen şunları söylüyor: “Zahirinizi dağınıklıktan kurtarın. Zahiri dağınık olanın batını ve gönlü daha da dağınık olur.” Zahir, görünüş demektir. Müslümanın görünüşüne özen göstermesi gerekir ama bu özen gösterme dışı süslemek olarak düşünülmemelidir. Davranışlarımızın ve söylemlerimizin süslenmesidir burada vurgulanan. Yani görünüşteki yaşantımız Müslümanca olmadan İslam’ın sırları gönlümüze ayan olmaz.

            Rutbetü’l- Hayat risalesinde şu ifadelere yer veriyor Yusuf Hemedânî: “İnsan, vücudunun taşıyıcısı olan nefsinin menfaati için yeme, içme, giyinme ve evlenme isteklerini kontrol altına almalı ve kendisinin asıl huzur bulacağı yeri bilmelidir.” Hacı Bektaş-ı Veli’de “Eline, beline, diline sahip ol” şeklinde ifadesini bulan düsturla Yusuf Hemadânî’nin ifadelerindeki düstur aynı kaynaktan besleniyor. Âl-i İmran suresinde Cenab-ı Hakk, “Bu dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” buyuruyor. Bir hadis-i şerifte peygamber efendimiz Hz. Muhammed(sav) “Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” buyuruyor. Bu ayet ve hadisle beraber pek çok ayet ve hadis dünya hayatının geçici ve dünya saadetinin bir imtihan vesilesi olduğunu ifade ediyor. Yusuf Hemedânî, nefsine aldanan ve dünya nimetlerine kanan insanı “dünya ile yaşayan” insan olarak nitelendirirken Hakk Teâla’nın zikri ve işi ile teselli bulan insanı “Mevla ile yaşayan” insan olarak nitelendiriyor.

            Günümüz insanının bulanık akılla içinden çıkamadığı meselelerden biri de mürit ve mürşit ilişkisidir. “İlahî sırlara ulaşmak ve insan-ı kâmil mertebesine erişmek için kişinin kendi aklı ve iradesi yeterlidir, insan ne diye kendi iradesini bir şeyhin iradesine teslim eder ki!” şeklindeki eleştirileri sıkça duyuyoruz. Yusuf Hemedânî bu konuyu şu şekilde açıklıyor: “Müridin nasibi, şefkatli bir pîre bağlanmıştır. Mürid, tek başına on senede alamayacağı bir yolu, bir pîr ile olunca bir senede alabilir. Muhtemeldir ki mürid bir hâle ve müşahedeye takılıp o mertebede on sene kalabilir. Sonunda bir pîr gelir, onun yolunu açar, o halden çıkarır.” Henüz yürümeyi öğrenmemiş bir çocuğun kalabalık bir caddede evinin yolunu bulması ve sağ salim evine ulaşması ne kadar mümkünse bir mürşide bağlanmadan gönül ülkesinin yolunu bulmak da o kadar mümkündür. Düşe kalka yürümeye çalışan ve sürekli ağlayan o çocuğu şefkatli bir adam güler yüzle nasıl kucağına alır ve gözyaşlarını silerek evine kadar götürürse bir mürşid de dervişin yolunu öylece kolaylaştırır.

            Tasavvuf denince akla ilk gelen kavramlardan biri de keramet. Keramet, yüce Allah’ın seçkin kullarına tanıdığı bazı ayrıcalıklardır ve tasavvuf ehli bunları açıktan konuşmayı sevmedikleri gibi keramet peşinde de koşmazlar ancak “Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” Sözünün de ifade ettiği üzere iyi niyetli bir şekilde tasavvuf ehline insanüstü vasıflar da yüklenmiştir. Allah’ın seçkin kullarının hallerine dair konuşurken dile dikkat etmek gerekir. Bu hallere dair sözler hakikate kapalı olan gönüllere küfür gibi görünebilir. Yusuf Hemedânî bu konuya dair şunları söylüyor: “Seçkin insanların bu mertebeyi anlatıp açıklamasına gerek yoktur. Çünkü onlar bu halleri zaten bizzat yaşarlar. Avam halka bu mertebeyi anlatmanın da bir faydası yoktur. Çünkü onlar bunu anlayamazlar ve akıllarına hulûl gibi yanlış düşünceler gelir. Oysa Hakk Teâlâ bundan uzak ve münezzehtir.”

            İman, imtihanladır. İnandık, demekle kurtuluşa ermez insan. Yusuf Hemedânî, “Her emîn olan, sultânın ve pâdişahın düşmanlarından korunmuş olmaz.” diyerek iman dairesine giren kişinin ihsan mertebesine erişmek için imtihandan geçmesi ve sebat etmesi gerektiğini ifade ediyor.

            Yusuf Hemedânî, bir müridin yolunun dört esasa göre belirlemesi gerektiğini ifade ediyor: Birinci esas, perhiz ve nefs riyâzatı. Bu esasa göre kişi az yemek, az uyumak; giyim, kuşam ve nefsî arzulara gem vurmakla dünyaya olan bağını koparır. Böylece Allah’ın ipine sımsıkı tutunmuş olur. İkinci esas lokma ve hırkanın helal olmasıdır. Haram kazançla Allah’ın razı olacağı işiler yapılamayacağı gibi kalp de sekinet bulmaz. Üçüncü esas mücâhededir. İnsan şeytanın vesveselerine, nefsin heva ve arzusuna karşı direnç göstermelidir. Dördüncü esas ise zikirdir. Anadolu’da, “bir şeyi kırk kere söylersen olur.” diye bir laf vardır. Dervişin dilindeki zikir kalbine sirayet eder ve yüce Allah ona kendi sırlarını açar.

            Yusuf Hemedânî, kâinâtı şöyle tarif ediyor: “Kâinât; yeme, içme, işitme, koklama, söz, iş, hareket ve duruşlardır. Bunlar ihtiyaç nisbetinde ve bedenin taşıyabileceği miktarda olunca faydalı ve lezzetlidir. Ama ihtiyaçtan ve bedenin taşıyabileceği miktardan fazla olunca bedene, akla ve idrake zarar verirler.” Anadolu insanının yüzlerce yıldır şiar edindiği ve Anadolu irfanı olarak nitelendirilen yaşama ve düşünme biçiminin özünde kâinâtı bu şekilde yorumlayan Yusuf Hemedânî ve onun öğretilerini Anadolu’ya taşıyan Hoca Ahmed Yesevî vardır.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0