ANA SAYFADeneme

Erhan Çamurcu | Türk İnsanının Şiddetle İmtihanı

Erhan Çamurcu "Türk İnsanının Şiddetle İmtihanı" adlı denemesiyle Edebiyat Daima'da

Akif Dut | Aşk Mektubudur D/okunmuştur
Emel Bulut | Hem Bağlısın Hem Özgür
Muhammet Erdevir | Hatırla O Mermer Kafesi
[sharethis-inline-buttons]

Erhan Çamurcu | Türk İnsanının Şiddetle İmtihanı

Son zamanlarda medyanın bütün alanlarında ısrarla gözlerimize sokulan ve üzerinden bir toplum planlaması yapılmaya çalışılan bir durum söz konusu: Kadına şiddet. Neredeyse her gün ve neredeyse her televizyon kanalında bir kadına şiddet haberi karşımıza çıkıyor. Fiziksel şiddet başta olmak üzere, psikolojik, duygusal, cinsel vb. çok çeşitli türlerini görebiliyoruz kadına şiddetin. Kadına şiddet, sosyal hayatımızın öylesine büyük bir meselesi olarak algılandı ki önüne geçebilmek için özel yasalar çıkardık, sözleşmeler imzaladık, sosyal medya üzerinden kampanyalar düzenleyerek bütün toplum kadına şiddete karşı olduğumuzu haykırdık. Bütün bunlara rağmen kadına şiddet haberlerinde hiçbir azalma görülmediği gibi kadınlara uygulanan şiddetin boyutu her geçen gün artmakta ve hatta neredeyse sıradanlaşmaktadır.

Peki, bütün bir toplum kadına şiddete karşı olmasına rağmen nasıl oluyor da bu şiddet olayları sürekli olarak artış gösteriyor? Kanaatimce sorunu ele alış biçimimizde büyük bir hata var. Ortada “kadına şiddet” olarak okunacak bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Söz konusu şiddete maruz kalanların kadın olması, “kadına şiddet” etiketini kolayca gündeme getirse de sorunun doğru tanımı “şiddet”tir. Yani, toplumun esas problemi kadına şiddet değil, şiddetin bizatihi kendisidir. Kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet, hayvanlara yönelik şiddet, yaşlılara yönelik şiddet, güçsüzlere yönelik şiddet, emri altındakilere yönelik şiddet; evsizlere, kimsesizlere, mültecilere şiddet vs. şeklinde örneklerini çoğaltabiliriz.

Sorunu “kadına şiddet” olarak ele alırsak çözümü de kadın erkek ilişkisi üzerinden ve kadının erkek üzerindeki hakları ekseninde ararız. Böyle olunca da toplumsal hayatın bütün alanlarına yayılmış olan kadın erkek ilişkileri bu çözüm çabalarından etkilenir. Sorunu “kadına şiddet” olarak kabul ederseniz bütün kadınları “şiddete maruz kalan” erkekleri ise “şiddet uygulayan” diye tanımlarsınız ve kadını korumak adına erkeğin aile içindeki babalık ve kocalık vasfını dahi sorgulamaya açarsınız. Bu, iyi niyetli görünse de erkeği mağdur eden bir yaklaşımdır.

Tek tek olaylar üzerinden gitmeye çalışacak olursak ne görürüz? Sevgilisini darp eden, ölümle tehdit eden bir adamı ele alalım. Bu adam, sokakta gördüğü her kadına şiddet uygular mı yoksa bir şekilde hayatına girmiş ve üzerinde kendi gücünü kullanma hakkını kendince elde ettiğini düşündüğü bir kadına kolaylıkla şiddet mi uygular? Bu adam, hayatında bir şekilde bulunan bütün zayıf bireylere; kadınlara, çocuklara, yaşlılara hatta hayvanlara dahi kolayca şiddet uygular. Şiddet, bu adam için bir ifade biçimidir, bir çeşit anlaşma unsurudur. Konuşma dilinde beden dilinin önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Sözcüklerin yetersiz kaldığı oranda vücut dili devreye girer. İletişimde şiddete başvuranların esas problemi tahammül sınırlarının çok alçak olmasıdır.

Şimdi, bu tahammül sınırı meselesi de üzerinde durulması gereken bir mesele. Modernizm, bizim toplumumuza tüketim alışkanlığıyla birlikte girdi. Bu derece tüketim çılgınlığı beraberinde medeniyetimize ait pek çok önemli değerin de tahrip olmasını gerektiriyordu. Aile mahremiyeti de bu değerlerden biri. Yıllardır görsel basında izlediklerimiz, yazılı basında okuduklarımız Türk aile yapısını yavaş yavaş parçaladı. Geldiğimiz noktada esas olan sahip olmaktır, uğruna nelerden vazgeçtiğiniz çok da önemli değildir. Özellikle gençler, tüketim kültürünün ve görünür olma derdinin ağına öylesine dolanmış haldeler ki bu uğurda neredeyse feda edemeyecekleri hiçbir değerleri yok. Buradaki temel sorun, yaşadığımız hayatın esaslarını neye göre belirlediğimizle ilgili. Eğer yaşadığımız hayatın esaslarını belirleyecek bir ahlak, daha doğrusu din yoksa bize haz veren her şey mübahlaşır. Kapitalist zihniyet de gelir size o hazzı pazarlar.

Kadına şiddeti çözmek için attığınız her adım, çocuğa yönelik şiddeti görmezden gelmenize neden olur ya da hayvanlara işkence edilmesine karşı sizi duyarsızlaştırabilir. Sorunu çok daha temel bir noktada, şiddetin kendisinde aramak; topyekûn bir çözüm için çok daha mantıklıdır. Kadını korumak adına erkeği töhmet altında bırakan yasalarla bu sorunu çözemediğimiz gelinen nokta itibariyle anlaşılmış olmalıdır. Bu noktada ısrarla erkekler üzerinden bu sorunu çözebileceğimizi düşünmek sorunu çözmekten ziyade sorunun daha da derinleşmesine yol açmaktadır.

 Şiddeti doğuran sebepleri doğru tespit etmemiz gerek. Kadının varlığı ya da kadın erkek münasebeti kendiliğinden şiddetin sebebi değildir. Böyle olsaydı şiddet sadece kadın erkek münasebetinde görünürdü. İnsanların daha anlayışlı, hoşgörülü ve tahammül sınırı yüksek hale gelmeleri toplumun bütün alanlarındaki şiddeti ortadan kaldırabilir. Bunun yolu da bir barış dini olan İslam’ın toplumsal hayatın esaslarının belirlenmesinde referans alınmasıdır. Ancak görüyoruz ki şiddetle İslam’ı özellikle yan yana getirmeye yönelik bir uğraş var. Bu da ister istemez, bu algının altında İslam’a yönelik bir saldırı olduğunu düşünmemizi sağlıyor.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0