Fatma Yavuz Yazdı: Hayatın İçinden “Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme”

ANA SAYFAKitaplık

Fatma Yavuz Yazdı: Hayatın İçinden “Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme”

Fatma Yavuz, Barış Bıçakçı'nın, İletişim Yayınlarından çıkan Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme romanı üzerine yazdı.

KÖKÜ MİTOLOJİDE GÖZÜ BENGİ DAĞLARDA: BEN DENİZLERDEN HANGİSİYİM?
Berna Karakaya | İyi Bir Hikâye İyi Bir Roman: Ercan Başer’in “İyi Bir Hikâye”si
RAYMOND CARVER’IN KATEDRAL’İNE DAİR

Fatma Yavuz Yazdı: Hayatın İçinden “Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme”

Gülümsemek deyiminin hepimizin zihninde çağrıştırdığı şeyler birbirine yakındır muhtemelen. Mutluluk demektir bazen, bazen sevinç, umut ya da heves belki. Ama kalkıp da size “Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme” dersem şöyle bir durup düşünme ihtiyacı hissedersiniz. Gülümsemenin doğum lekesi gibi olanının neye benzediğini sorar, içimizde sürekli bizden izinsiz konuşan ses. İşte Barış BIÇAKÇI’nın bu adı taşıyan öykü kitabı, her şeyden önce durup düşünmeye, anlatılanları çözümlemeye teşvik ediyor okuyucuyu. Kapağına baktığınız anda bile bir merak duygusuyla sarmalanıyorsunuz. Sonra gözünüz ister istemez içeriğe kayıyor.

barış bıçakçı - doğum lekesi gibi bir gülümseme

Kitap, önce ismi sonra da içeriğiyle oldukça dikkat çekici bir öykü kitabı. İçerisinde birbirinde bağımsız 14 öykü yer almakta ve okuyucu, hayatı, her öyküde farklı bir karakterin algısından deneyimlerken buluyor kendini. Bazen küçük bir kız çocuğu oluyor, bazen annesiyle empati kurmaya çalışan bir delikanlı. Kitap zaman zaman güzel tespitlerde de bulunuyor. Kolayca benimseyeceğimiz, aynadaki aksimizi tanır gibi kolaylıkla tanıyabildiğimiz tespitler. Mesela “Eşelek” isimli öyküde “Kadınlar acı gerçekleri bütün açıklığıyla görür ve hemen saklarlar.”(s.35) derken, kadınlar düzeyinde bir genelleme yapmaktan çekinmiyor yazar. Kadının gözlem yeteneğine vurgu yaparken aslında ne kadar benzer olduğumuzu düşündürüyor bize. Öyle ki “Üzerindeki Boşluk” isimli öykü, kocasının kaybıyla oluşan boşluğu bir çift ayakkabıyla doldurmaya çalışan bir kadını anlatıyor ve biz asla yadırgamıyoruz olayın seyrini de ifade edilen duyguları ve düşünceleri de.

Hayat kadar ölümün gerçekliğine de temas ediyor kitap. Yazar, “Anlaşılmaz Şeyler” le, babasıyla çok da iyi bir iletişimi olmayan bir gencin, onu toprağa verirken boğuştuğu düşünceleri diziyor sayfalara. Biz yine durup düşünürken, hayatımızı ve ilişkilerimizi sorgularken buluyoruz kendimizi. ”Çünkü hepimizin uyarılarla, tavsiyelerle, nasihatlerle, emirlerle ve tabii babayla bir meselesi var. Üstelik ölüm bu meseleyi daha belirgin bir hale getiriyor.” diyor çünkü açık açık. “Bu dâhil tüm genellemeler yanlıştır!” sözünün yarattığı paradoksa aldırmadan hak veriyoruz yazara.

Yaşamın gerçekleriyle kafamızdaki mükemmel hayat kurgusu arasında oluşan boşluk hissinin ve bu hissi anlamlandırmaya çalışmanın neredeyse bir ömre mâl olabileceğini çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor mesela “Yüz Yirmilik Keçeli Kalem Takımı” isimli öykü. Daha ilk cümleden, öykü karakterinin, en çok da kendini kontrol edebilme, yaşamda hâkimiyet kurabilme isteğiyle karşılaşıyor, aciziyeti kabul etmenin en tatsız biçimi olan yılgınlıkla tanışmasına şahit oluyoruz. Kendi mükemmeliyetçi yanımız tokat gibi çarpıyor tabi yüzümüze. Aynı yılgınlığı kaç defa yaşadığımızı düşünüyoruz acı acı gülümseyerek. Aynı öykü “Kendini bütün kalemleri, bütün renkleri kullanmak zorunda hissediyordu.”(s.18) diyor ve hayattaki sınırsız çeşitliliğin ruhumuzda yarattığı yorgunluğa gönderme yapıyor.

“Kusursuz Kısırdöngü” isimli öyküdeyse, bir erkeğin, bir kadın tarafından tanımlanabilir, betimlenebilir olduğuna inanmasının, kendine dair algısına yaptığı etkiyi okuyoruz satır aralarında. Erkeğe atfettiğimiz ezberimizdeki o güç algısı meselemiz oluyor bu sefer. Görünür olabilmek için, olumlu ya da olumsuz bir şekilde, geçmişte veya şimdide, bir kadının gündeminde yer alabilmeye duyduğu ihtiyacı resmediyor öykü ve biz “Asıl güç sahibi kim?” diye soruyoruz kendimize sessizce. 

 Çoğu öykü kitabında olduğu gibi aile kavramını ve ailevi ilişkileri irdelemekten kendini kurtaramayan kitap, mecbur kaldığı bu görevin de hakkını veriyor diyebiliriz. Bazen bir baba-kız ilişkisini ele alıyor, bazen baba – oğul iletişiminin kopukluğunu, bazen de karı-koca arasındaki ilişkinin gelişim ve değişim aşamalarının izini sürüyor okuyucuyla birlikte. Mesela “Ölüleri, hele annem gibileri yatıştırmak zor, çok zor! Biricik hayatlarının uzak, yakın bir sürü insan tarafından talan edilmiş olmasının kızgınlığını duyuyorlar.”(s.36) derken sizi tutup, aile mefhumunun gölgede kalan tarafına çekiyor usulca. Tadınız kaçsa da bu sefer bu kavram üzerine kafa yoruyorsunuz.

Arada bir aynayı bizatihi kendine, kendi gibi olanlara çevirdiğini de sezdiriyor yazar. “Cesaretle çıtlatıyor belki de bazı şeyleri.” diye düşünmekten alamıyorsunuz kendinizi. Çünkü “Sonsuz İkindi”yi “Ceplerinde boş bir değişme umudundan ve ölüm korkusundan başka bir şey yoktu.”(s.55) diye bitiriyor.

Okurken yanınızda kalem bulundurmanızda fayda var çünkü bazı cümleler öyküden bağımsız olarak, bir başına bile çok vurucu… “Sevilmeye, ilgi ve değer görmeye aç biri… Böyle insanlar bana sadece kalbimizi değil, ciğerimizi de söküp alacaklarmış gibi geliyor.”(s.68) derken sarsılıyorsunuz mesela. Ve altını çizmekten alamıyorsunuz kendinizi. Çünkü insan, yanına almak, aklında tutmak veya kendine katmak istediklerini hep vurgulama ihtiyacı hisseden bir varlık.

Eserin geneli değerlendirildiğinde, okuyucuya keyif veren derin bir anlatımı ve kurgusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat tüm bu artılarının yanında, bazı öykülerdeki karakterlerin kasıtlı olarak başka karakterlerle yer değiştirmesini kafa karıştırıcı bulduğumu söylemeliyim. Yine de “Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme” kısa öykülerine ve sınırlı sayfa sayısına rağmen usta yazarın kalemiyle okuyucuya doyurucu ve derinlikli bir sanat deneyimi sunuyor. Bu kitabı boş zamanlarınızda okumamalısınız. Okumak için zaman oluşturmalısınız bence.

Barış BIÇAKÇI, Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme, İletişim Yayınları, 99 sayfa.

Barış BIÇAKÇI
1966 Adana doğumlu Türk yazar. Yayımladığı ilk kitapları şiir üzerine olsa da ilk romanı “Herkes Herkesle Dostmuş Gibi” 2000 yılında, Ayhan Geçgin ve Behçet Çelik’le birlikte edebiyat üzerine yazışmalarından oluşan “Kurbağalara İnanıyorum” 2016’da yayımlandı ve İletişim Yayınları imzasını taşıyan “Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme” Barış BIÇAKÇI’nın 2021 yılında yayımlanan öykü kitabı. İletişim Yayınları’nca yayımlanan diğer kitapları: Herkes Herkesle Dostmuş Gibi (2000), Veciz Sözler (2002), Aramızdaki En Kısa Mesafe (2003), Bizim Büyük Çaresizliğimiz (2004), Baharda Yine Geliriz (2006), Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra (2008), Sinek Isırıklarının Müellifi (2011), Seyrek Yağmur (2016) ve Tarihî Kırıntılar (2019).

Barış BIÇAKÇI
Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme
İletişim Yayınları
99 Sayfa

YORUM

WORDPRESS: 0