ANA SAYFADeneme

Sevda Sezer Gülle | Sizin Gözleriniz Nehirden Gelmiyor*

Sevda Sezer Gülle, "Sizin Gözleriniz Nehirden Gelmiyor" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da

Hatice Yıldırım | Sevgi Uydusu
Rahmi Kızıltoprak | Sükût Kelepçesini Kırmak
Erhan Çamurcu | Türk İnsanının Şiddetle İmtihanı

Sizin Gözleriniz Nehirden Gelmiyor*

[sharethis-inline-buttons]

Kararlıydı. Hiç olmadığı kadar ciddiydi de üstelik bu sefer. Başının üstünde kırılacak bir ekmekle kurtulamayacağını bildiği bir yemine doğru hızla yaklaştığını hissediyordu.

Dizlerine kadar çektiği kırmızı yün çoraplarının üzerindeki iki ayıcığın şirin gülümsemelerine aldanmadan öfkesine sadık kalmış ve içindeki yanardağı kızdırmayı başarmıştı. Her an patlayabilirdi. Gelin görün ki, küllerinden doğmaya hazırlanan Simurg’da hemen orada, yanı başındaydı.

“Bundan sonra kimseyi beklemiyorum. Hele merak, hiç etmiyorum. Başına bir şey gelenin er geç haberi de gelir” diye içine içine konuşurken, bir yandan da “almayalım bu yastıklı koltukları, huyumu biliyorum durmam ikide bir sağından solundan vurup şişireceğim diye uğraşırım” dediği yastıkların bir kere daha canını okuyordu. Zavallılar ne çekmişti elinden. Günün her saatinde fabrika çıkışı sunuma hazır halleriyle, göbeklerini içine çeken kas mağdurları gibi asla duramazlardı. Daima fit olmalıydılar. Onlar da kendilerini  şöyle ağız tadıyla salacakları günü bekliyorlardı belki de ama ne mümkün! Bazen, bırak insan olmayı bir yastık bile olsan kaderinden kaçamıyorsun.

Beklemiyorum. Merak da etmiyorum. Beklenen, beklendiğini bildiği halde gelmemeye bahane arıyor ve küçük aklıyla beni kandırdığını zannediyorsa, ben de beklemeye değecek birini beklerim. Hem var mıdır ki kadın erkek fark etmeksizin  yeryüzünde bunu hak edecek  ve geç bile olsa “iyi ki şimdi buradasın” denilerek tüm sitemlerin geri alınacağı birileri? Sanmıyorum. Dondan sonra açan çiçeğin yaşayacağına olan imanım bu konuda  dinden çıkıyor ne yazık ki. Bu  beni kâfir kılmaz de mi? Olsa olsa tek bir kelime üzerinden deist yapar. İman kapısı açık nasıl olsa.

 İnandırsın biri beni yeter ki  hemen girerim o kapıdan.

 Ona da, itikadıma da sarılırım en kucak dolusundan.

Beyit bile yazdırdı düşüncesi, benim gibi ömründe sakız manisi kıvamındam öteye gidememiş şiirler yazdığını sanan birine. Bir de başa gelse, divan’ı zorlayabilirimin hadsiz cesaretine kapıldım şu an! 

Fazla afilli sözler pasif bir öfke için bile olsa, o da bunun farkında. İsyankâr ruhu buna asla inanmasa da toplum ve sistem tarafından ev için yaratıldığına boyun eğdirilmeye çalışılan bir kadın için bilhassa. Onun okuduğu kitapları, izlediği filmleri on yıl arkadan takip ederken bile  yılışık samimiyetsizliklerin pirim verdiği statü meraklısı çift diplomalı beş yüksek lisanslı sosyal medya fenomeni arkadaşları  geldi aklına. Nasıl bir birikmişlikse tek nefeste kurdu üstelik bu sıralı cümleyi. Zincirli sıfat tamlamasını hak etmeyen sahtekar rumuzlu, vıcık vıcık iltifat soslu tatlı dil hiyerarşileriyle birlikte. Değişmelerini  beklemek çok mu iyi niyetli olurdu diye sordu kendine? İkinci kere bir şeyin olacağini yine sanmadığını fark etti. Bu içinde bir yerleri ince bir kesik atılmış gibi sızlattı. Sonrada alayına bir “Canınız Cehenneme” dedi. Bir iyi geldi sanki içindeki volkanın hararetine. Ohh be dünya varmış esintisi sardı dört bir yanını zalimce. Gençliğinin dişi kahramanı Zeyna meydanlarda kılıç sallamış gibi bir zafer.Yine abartıyordu tamam bunu unutalım.

Onunki sözler bir tarafa da şarkısı gibi pek bir afilli yalnızlıktı aslında. Söylesem mi birazcık acaba diye aklından hızla geçirdi çaydanlığın altına su çekerken. Yok, canı istemiyor. Şarkının  sonraki cümlesi, “Aldatan bir kadın kadar düşman”  ve şu an onun işine yarayacak bir söz de değil. Zaten içeride yine üç kişinin yüz kişiyi zafer nidalarıyla kılıçtan geçirdiği bir şahlanış dizisi izleniyor. Bir şarkı söylenecekse de illa ki, konjonktür  itibarıyla  susma ihtarı almamak için bunun mehter marşı falan olması gerekiyor.

Onlaraydı… En çok onlara

Geleceğim deyip gelmeyenler, ilk fırsatta deyip aramalarını dar zamanlara fragman niyetine sokuşturup filmin  bütününü izletmeyenler ve sonsuza kadar deyip sonlarını el çabukluğuyla getirenler yüzündendi en çok da azalan merakına sebep gördükleri. Özel değildi, biricik hiç değildi. Sevdiği kadar sevilmeyeceğini, verdiği kadar verilmeyeceğini, beklediği kadar beklenmeyeceğini de artık biliyordu. İnandığı masalları dinlerken gökten düşen elma biraz sert bir iniş yapmıştı  belli ki! Ve alışık olmasına rağmen yine canını yakmıştı.

Bir Pazar günü…

Fred Çakmaktaş’ın başlamasıyla aynı zamana denk gelen anne patatesinin pişmesini beklemek gibi çıtır bir mutluluk değildi bu. Ya da gizli gizli sevdiğin ilk aşkının, “ben de senin için ölüyorum kızım” demesini beklemek gibi. Buzdolabından gizlice aşırdığın yumurtayı  battaniye arasına saklayıp karanlıklara mahkûm ederek civciv çıkmasını beklemek kadar bir nebze ürkütücü bile sayılabilirdi. Ama daha çok dişlerinle önce dikine mi kessem yoksa kafasını  sadistçe koparıp gövdesini  sonra mı yesem şıkları arasında gelip giderken, balık krakerin bir gün canlanıp intikam almasını beklemek gibi bir şeydi sanırım daha çok. Olması ve vazgeçmesi zor bir bekleyiş.

Kendisiyle olan sohbetine ara vererek perdeyi  kaldırdı ve bahçeye açılan pencereden denize doğru baktı. Melisa çayı etkisi yapıyordu denizi seyretmek onda. Bilhassa böyle rüya gibi bir görüntü karşısında. Abartmaya bayılırdı. Sevgisini de, gördüklerini de.

Yakamoz vardı bu gece. Eylül  geçip giderken tüm turuncusuyla, baharın sonunda bıraktığı hüzne karşılık böyle de  bir hoşluk yapayım demişti. Denizin üzerindeki ayın muhteşem huzmelerini bilmem kaçıncı keredir sanki ilk defa görüyormuşçasına  hayretle izliyordu. Ne güzellerdi. Hep birden ve tüm ışıltılarıyla dansa davet eder gibiydiler.

 Kahvesini yapıp seyre daldı  gecenin serinliğine aldırmadan. Her götürdüğü yeni yeri yadırgayan begonvili ve koltuğuna ortak çıkan üç yavru kedisiyle birlikte. Az önceki eylem planlarını da öfkesini de çoktan unutmuştu. Sivil itaatsizliği buraya kadardı. Ay ve deniz karşısında yeniden bir bekleyişe götürüyor gibiydi her şey. Gönüllü bir bekleyişe…

O’na yazmak istedi

İsmi  de cismi de belli olmayan ona. Soluğunu uzaklarda bir yerlerde hissedip hiç görmediğine. Bir film sekansı gibi birden burada belirsin, sandalyeyi kendine doğru çeksin ve hiç sormadan yanına otursun istedi. Bu dünyayı kapının önünde bıraktıran, kapıyı çalan kim olursa olsun açmalarına mani olacak  sohbetler etsinler ve şiirler okusunlar. “Önce  ben” desin  beklendiği kadar da bekleyen adam, ilk ben başlıyorum sonra da sen, olur mu? 

Olmaz mı hiç yolunu gözlediğim, beklediğim günleri ibadet bildiğim…”

Şaşırdığı yerler olsun, noktalı yerleri ben tamamlayayım. Aynı dizelerin altını sevdiğini bildiğim sürmemin siyahı gibi kara bir kalemle çizelim. En sevdiğimiz şiirin içinde akalım birbirimizin kıyılarına da ay ve yıldızlar şahit olsun. Şiiri olmayan dümdüz adamlardan değil ya, azığından bir ortak şairimiz olan Haydar Ergülen şiiri çıksın mesela. En sevdiğini o söylemeden hissetmiş olsun ve başlasın bildik bir yerlerinden, kendi kendinin bile özleminde olan gözlerini benim gözbebeklerime kırpmamacasına dikmişken… Sana geldim sevgilim desin. Geç kalmadım, tam zamanında geldim. Zaman yavaşlasın ve an orada o karede donsun. 

İnsanın gözleri sevdiklerinden alır rengini

Aşktan, nehirden, zeytinden, üzümden, gölgeden

Sizin gözleriniz nehirden gelseydi

Ruhunuz bana akardı

Bana akardı

Akardık birbirimize…

Tatlı bir meltem, kadının erkeğin elleriyle bozduğu topuzunu dağıtsın rüzgârlara. Hava serinledikçe birbirlerine daha çok yanaşsınlar. Babasının göğsünde uyumak kadar huzurlu bir merhamete sığınsın. Bayram sabahı sevinciyle açsın gönlünün kapısını şeker isteyen çocuklara açtığı gibi. Kalbi avuçlarının içinde atan iki el birleşirken, efsunlu bir ses gökteki yıldızları indiriversin karşısındaki adamın yüzüne pul pul.

Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim

“Uyandım bir sabah” gibi değil, öyle değil

Nasıl yürür özsu dal uçlarına

Ve günışığı sislerden düşsel ovalara

“Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin.” **

Dizeleri dökülüversin kadının dilinden bir anda. Heyecandan terlemiş elleriyle şalını düzeltiyormuş gibi yaparken, adamın utangaç tebessümüyle oluşan dudağının kenarındaki uzun ve derin çizgiyi uzanarak öpmek istesin. Öper gibi  yapılan bir öpüş değil ama uzun ve geri kalan yaşamını orada devam ettirmek ister gibi. Zeki Demirkubuz filmlerinde olduğu gibi  kapı aralarında yaşanmış bir aşkla da değil, Yeryüzünün aşkın yüzü olduğunu (***) kanıtlayan  ve çeliklenerek çoğalan  bir aşkla birlikte. Sırası mıdır ki, gündüz yavru kedilerine bahçede söylediği şarkı geliyor dilinin ucuna. Dayanamıyor. Bunu istemiyor da. Ömrün söylenecek güzel sözleri içine atacak kadar uzun olmadığına inanıyor çünkü. Tekrarı yoksa o hâlde,

Sen gözlerimde bir renk 

Kulaklarımda bir ses

Ve içimde bir nefes

Olarak kalacaksın

Sen… 

İç ses mi o? Ne çok bağırıyorsun öyle, tamam duyuyoruz.

(Allah’ım affet işine karışmak değil maksadım ama bir gün, tek bir gün günahlardan muafiyet hakkım olsa onu da bugün kullanmak isteyebilirdim. Yan komşumun, kendi bağından üzümleriyle yaptığı şarapla başlayabilirdim sanırım Furuğ’dan ilhamla lezzetli günah geceme. Yani böyle bir anda sıcak birkaç kadeh şarap içimizi ısıtabilirdi. Şiir, aşk ve şarap… Tekrarlıyorum; sadece bir gün. Birkaç saate bile tamam diyebilirim. Ama anlaştıysak  ve  amel defterim sol elime tutuşturulmayacaksa .Yoksa vallahi istemiyorum)

İnsanın bir düşü ve rüyası olmalıyı öğreten eli sopalı hayatın bir araya getirdiği iki kişi çok öncelerden hayalini kurdukları, belki de kokunu aldım ve seni bekliyorumdur dedikleri yerdeler. Evde bekleyen biri varmış gibi aceleyle dönmek isteyecekleri  değil, belki de bu sefer onları bekleyenleri üzmemeyi düşünmeden sonsuza kadar kalmak isteyecekleri yer bile olabilir. Gerçekten bu muydu istediği peki? Absürt bir sahne miydi yoksa az önce zihninde canlandırdığı? Son yıllarda aşık erkeklerin varlığı yerine sadece aşkın hak eden ağızlarda dolanmadığına inanıyordu zira. Her erkek önce bekletir, sonra beklettiğini inkar eder, en son da hiç beklemediğin ve en çok inandığın daha fenası ihitiyacın olan zamanda  sudan,mantıksız  sebeplerle defolup giderdi.Bu erkekliğin şanından olsa gerekti.Aşık olduğunu söyleyen bunu  evet belki yapardı ,fakat merhameti içgüdüsünden ağır basan iyapamazdı.O yüzden b şıkkını seçmişti.

Kadının da erkeğin de arkasına bakmadan gidişinin tek sebebi vardır. Sahibi olamamak! Bunu anladığı yerde tüyme planları yapar ve verilen tüm sözler, edilen tüm yeminler hükmen düşer. Başına bir şey mi geldi merakları içinde yüreğinin kuantumuna  göre uzayan dakikaların hesabı da, ödenmeden gidilmiş olunur. Yine bakkal defteri gibi fakir gönlünle ve alacak hanesine atılmış kırmızı bir çeltikle bakakalırsın gidenin ardından. “Beddua etme yedi yer  dolaşır gelir de yine seni bulur” kocakarı öğretisi engel de olur ağız dolusu ah etmelere kursağına dizer. O zaman da küfürlere sığınmanın aşırı cazibeli faziletine inanırsın. İyi de gelir şöyle kolonya koklamışsın da, üstüne de limonata içmişsin ferahlığı gibi.

Durum romantizmine parmak uçlarıyla acısız realizm dokunuşları fazla mı oldu sanki diyedüşünerek yeniden denize baktı aklı karışık ve birkaç saat içinde bu kadar hızlı duygu geçişleri yaşayan kadın. Çizgi karakterlerin konuşturulduğu bir balondu sanki az önce yaşananlar ve tek bir iğneyle, pufff!

Bahçeye bakan odadan gelen kılıç sesleri ve naralar çoğaldı. Yine aynı üç atlıyla başka bir  anlı şanlı  zafer kazanılıyor anlaşılan hamaset dolu ekranlarda. Gerçeğe ve yeni bekleyişlere dönüş zamanı geldi.

“Işınla beni Scaty.”

 Gece iyiden iyiye üşütmeye başlayınca üzerine örtüsünü iyice çekerek kaybolmaya yüz tutan yakamoza son bir kez daha bakarak masanın üzerinde duran kitabının kaldığı sayfasından okumaya başladı. Bir başka  yerde yitirip görmezden geldiği şey bir kitabın imlasında bile karşısına çıkabiliyordu insanın zira. Onun da başına gelen tam olarak buydu…

“Beyaz bedeni boyunca akan utangaç ayva tüylerini, ansızın fışkıran arsız sarmaşıkları, ürktüğü soyunukluğunu, sevdiği çıplaklığını, can attığı yalnızlığıyla tüylerini ürperten yalnızlığı, mavi inişleriyle turuncu çıkışlarını, yalazını ve buzunu, oburluğuyla perhizini, bilgeliğiyle çileciliğini, koltuğunda düşünüşünü ve düşleyişini, hiçbir şey beklemezliğiyle vazgeçemediği bekleyişi, uzatabileceği eliyle göğsünde birleştirdiği parmaklarını ,beyninde yeşeren dölle rahminde uyuyan kısırlığını, hepsini görebiliyordu. Görebiliyordu.”****

Kararlıydı. Bundan sonra kimsenin onu bekletmesine izin vermeyecekti.

*Haydar Ergülen / Gözleriniz nereden geliyor?

**Gülten Akın/ Seni Sevdim

*** Adnan Yücel / Yeryüzü aşkın Yüzü oluncaya dek

****Tomris Uyar / Gecegezen Kızlar

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0