ANA SAYFAKitaplık

Berna Karakaya | Kaybeden Kadınlar

Berna Karakaya "Kaybeden Kadınlar" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Gönül Yonar | Kayıp Aydınlanma’ya Uyanmak
Yunus Çinçin | Bir Yol Romanı: Fikrimin İnce Gülü
Serap Yalçın Pamuk | “Köpek Kalbi”ne Dolanıp Duranlar

Berna Karakaya | Kaybeden Kadınlar

[sharethis-inline-buttons]

“Gülsün Ağavni Zilha” tutmaya çalıştıkça ellerinden kayan hayatlarının peşinde koşan kadınların hem kanatan hem sağaltan hüzünlü hikâyesi… Çocukluğunda tanıklık ettiği hayatları kaleme alan Tomris Alpay, içimizi acıtan hikâyelerinde yan yana yaşayan kadınların trajik öykülerinin izini sürüyor. 2019 Yunus Nadi Öykü Ödülü alan eser 11 öyküden oluşuyor.

Acının, göçün, dostluğun birleştirdiği kadınlar Sarmaşık Sokak’ta bir araya geliyor. Her birinin ayrı bir yaşanmışlığı özlemi, yarası var. Sarmaşık Sokak Rum, Ermeni ve Türk kadınları sarıp sarmalıyor; lokman hekim edasıyla onların yaralarını sarıyor. Ayrı kültürlerin kadınları birbirlerine tutunarak, birbirlerini koruyarak hayata direnmeye çalışıyorlar. Paylaşmanın tadına varılan, kadir kıymet bilinen devirleri yazıyor Tomris Alpay. Kadim dostlukların kök saldığı, farklı dillerin ve dinlerin iç içe geçtiği sıcacık mekânda, yıllarca hafızalara kazınacak tatlar, kokular, anılar yer alıyor. Ağavni’nin baktığı fallar, sakız ve mahlep kokulu çörekler, çaya batırılıp ıslatılan kulurakia kurabiyeleri, sarmaşıklarla sarılı bitişik evler, avlulardaki güller akşamsefaları hikâyeden bize kalan sıcacık ayrıntılar.

Tomris Alpay’a bir röportajda kitabın ismi neden  “Gülsün, Agavni,  Zilha” diye soruluyor. Yazar bu soruyu şöyle cevaplıyor:

“Agavni çok kültürlülüğü vurguluyor. Gülsün, asla gülemeyecek olan bir kadın; yoksul, son derece de yüce ruhlu… Zilha zengin, savaş yıllarında bütün mahalleyi koruyup kollayan, fakat sonunda kaybeden bir kadın, aslında çoğu, kaybeden insanlar…”

Evet, hepsi kaybeden kadınlar… Tomris Alpay’ın eserindeki ilk hikâye Mırnav’da kaybedişi izleyen öykü kişisi bir kedi. Efsunlu İstanbul, Mırnav’ın şahitliğinde İpek’e mezar oluyor.

Küçük yaşta annesini babasını kaybeden ve yetimhanede büyüyen Ağavni annesinin kaderini yaşıyor.

Akrebin Ölümü hikâyesinde Gülizar, kocasını kaybettikten sonra onun sevgilisine ve gayrimeşru kızına kucak açıyor. Koca yürekli Gülizar, ”Nefret ağır yüktür, yaşam kısa bu yükü taşımak istemem.”diyor.

Doğduğu topraklardan ve annesinden ayrılmak zorunda kalan Eleni de akıbeti mukadder bir yaşam sürüyor. Kaderi önününe ne koyduysa onu yaşıyor.

“Tanrılar bile kadere karşı koyamamışlar.”diyen annesini doğrularcasına kara yazısını değiştiremiyor.

Farnupia adlı öyküde ayrı düşen sevgilileri birleştirdiğine inanılan ve komşulara dağıtılan tatlıdan söz ediliyor. Ne yazık ki öykü kahramanı Nurhayat, farnupia tadında bir hayat süremiyor. O da kaybeden kadınların lanetli yazgısını taşıyor.

Sana Bir Yelek Diktim adlı hikâye, dilini bilmediği Yanya’ya küçük yaşta gelin giden anneannenin (aneyne) yaşadığı zulmü ve sonrasındaki zorunlu göçü anlatıyor. Bulgar çetelerinin evleri bastığı, çığlıkların duyulduğu bir gecenin sabahı aneyne ve kocası Osman Efendi kapılarında onları korumaya çalışan Rum komşularının çizdiği haç işaretini görüyorlar. Bulgar zulmü artınca mülklerini geride bırakarak yollara düşen aile, yanlarına sadece aneynenin yeleklerin ve kemerlerin içine diktiği altınlarla yola düşüyorlar.

    Giydiğin küçük yelek

    Onu sana ben diktim

    Kırgınlıkla ve sıkıntılarla

    İçine de astar koydum

    Onu giydiğinde beni hatırla

Tahta Boş adlı hikâyede hayata oğluyla tutunan Feride, onu hayata bağlayan Mustafa’sını yitirerek kaybeden kadınlar arasında yerini alıyor. Geriye, yürek yangınıyla sayıklarcasına söylediği “Oğlum gitme dedim.”sözleri kalıyor. “Oğlum gitme dedim…”

İnşaattan düşerek sakat kalan kocasına ve bıçaklanarak öldürülen kız kardeşinin kızına bakan Gülsün’e de hayatın çok cömert davrandığı söylenemez. Yaşama gülümsemesi için ona “Gülsün” adını koyan ailesi, kaderin kızlarına hiç gülmeyeceğini nereden bilebilirdi ki?

Yokluk günlerinin yaşandığı II. Dünya Savaşı’nın ardından evlatlık kızının yanına sığamayan Zilha da Tomris Alpay’ın hikâyelerinde kadersiz kadınlar kervanına katılıyor.

1950’li yılların İstanbul’unu anlatan eserde hikâye kahramanlarının yaşamları anlatılırken tarihsel anlatıdan da yararlanılıyor. Özellikle 6-7 Eylül’de İstanbul’da yaşanan travmatik olayların anlatıldığı “Kıpkırmızı” adlı öykü, Tomris Alpay’ın belleğinde kalanların kâğıda yansıması… Alevlerin semaya yansıdığı gece; gökyüzü, sokaklara akan şaraplar, atölyelerden sokaklardaki sulara karışan boyalar kıpkırmızı… Bu utanç gecesinde Ermeni, Rum komşularını saklayan Türkler, evleri basan eli sopalı kalabalığa ”Sarmaşık sokakta gayrimüslim yok.” diyor.

Bu kadim dostluğu anlatan cümleyi birkaç kez okuyorum. ”Sarmaşık Sokakta gayrimüslim yok!” Gülsün, Agavni, Zilha ve kitaptaki çilekeş kadınlar… Acı gülüşleri, çeyiz sandıklarında sakladıkları özlemleri ve sırtlarında taşıdıkları kocaman dünyaları ile kayıtlara geçiyor, Tomris Alpay’ın samimi kalemiyle de hayat buluyorlar. İyi ki okudum bu kayıtları iyi ki tanıdım yüreği güzel o kadınları…

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0