ANA SAYFAKitaplık

Deniz Kara Kavalcı – Şule Gürbüz’ün “Zamanın Farkında”sında Yavaşlayan Zaman

Deniz Kara Kavalcı "Şule Gürbüz'ün 'Zamanın Farkında'sında Yavaşlayan Zaman" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Serap Yalçın Pamuk | “Köpek Kalbi”ne Dolanıp Duranlar
Tuğçe Kozan | Görünen Her Zaman Gerçeği Görünmez Kılar!
Seydali Önal | Bellekteki İzlerin Yürekte Ses Oluşu

Deniz Kara Kavalcı – Şule Gürbüz’ün “Zamanın Farkında”sında Yavaşlayan Zaman

[sharethis-inline-buttons]

Aziz Augustinus, Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Aristoteles, Newton, Einstein… Daha nice filozof ve bilim insanı zaman kavramı üzerine düşünmüş ve yazmıştır.

Edebiyatta da zaman kavramı, birçok şiire, romana ve denemeye konu olmuştur. İnsan, zaman kavramı üzerine geçmişte de günümüzde de alabildiğine düşünmüş, üretmiştir.

Günümüz edebiyatının dikkat çeken isimlerinden, İlber Ortaylı ve Hakan Günday’ın “muhakkak okunmalı” diye dikkat çektiği yazar Şule Gürbüz. Aldığı sanat tarihi, felsefe eğitimi bir yana; iyi de çalgı aleti çalan Gürbüz gün geliyor “hepsi bir yana, zaman bir yana” diyor ve zamana parmak uçlarıyla dokunan, kırık saatlerin tamircisi; kurduğu uzun cümlelerle ise gönülleri onaran kadın olarak çıkıyor karşımıza. Hülasa, parmak izi gibi benzersiz bir yaşam…

Tek bir cümlesi üzerine günlerce düşündüren, iç dünyamızı allak bullak eden, sözcüklerle raks ederken bizleri soyut üslubunun zirvesine hiç fark ettirmeden çıkaran; zirvede bir başına bırakıp “hadi şimdi bul yolunu” diyen bir esrarlı ruh Şule Gürbüz.

“… Hep bir süreçten bahsediliyor, ömrün bu süreç olduğundan. Ben ömrümü arkamda görüyorum, önümde değil. Şu halde, benim bu yiten sürecime artık onu yani neyi yitirdiğimi anlamaktan başka ne katkım olabilir. Son vakte kadar, son nefes falan da diyorlar. Ama son nefesi hazırlayan benim daha önceki milyonlarca nefesim bu istenen sonun hazırlıklarıyla örülü değil ki. Yine de sanki içime sertliğimi yumuşatan sıcak kaynar sular dökülüyor, erimiyorum ama sanki daha yoğrulabilir bir kütleye dönüşüyorum. Tahammül deniyor, ben hep yaralı kediler gibi bir köşede kendi kendime iyileşmeyi bekledim. Tevazu deniyor; ben kibirlenecek şeyler biriktirememenin hastasıyım…”

“Zamanın Farkında” beş farklı öyküden oluşmuş bir kitap, gibi bir tanım son derece sığ ve eksik olacağından sanırım şu tarif daha doğru karşılayacaktır eseri: Şule Gürbüz’ün her cümlesi bir öykü değerinde ve derinliğinde felsefe ve edebiyatın harmanlandığı nadide yapıtı. Oğuz Atay Öykü Ödülü ile de taçlandırıldığını da söylemeden geçmek olmaz.

Öykülerin içinde ben varım, sen varsın, hepimiz varız ve oradayız. İçinde bulunduğu zamanla, devirle, biyolojik dönemle sıkıntısı olan; bir şekilde barışamayan herkes var. Hareket mi zamanı kapsar, zaman mı harekete dâhil? Ne önemi var? Zaman çizgisel mi, döngüsel mi? Kimin umurunda? Tüm kaygılarımızla, korkularımızla, gerçekliğimizle, özgün ve özgür yanlarımızla, sıradanlıklarımız ve tutsaklıklarımızla zamanın içinde öylece konumlanmış bekliyoruz. Müzisyen de biziz, Cansın da bizden biri, Leyla da tanıdık, Çakır da bildik, Aslan’a da aşinayız. Zamanın deveranında bir şekilde hepsiyle temas etmediğimizi kim ispatlayabilir?

Müziği terminolojiye hapsetmek isteyenlere karşı, müzik ruh işidir diyenlerin yanındayız. Ruhlarımızı kalıplara doldurup fabrikasyon insan üretmek isteyenlere karşı, kendi mecrasında akmaya, kendini bulmaya çalışan Cansın’ın yanında… Özgün ve özgür birey olma yolculuğunda, tüm sancılı süreçlere “eyvallah” kabilinden bir selam çakarak…

Zamanın içinde, hayatının bir köşesinde kendine dair ipuçları arayan Leyla gibi “azıcık sevimli, çokça ahmak, azıcık güzel, çokça saf ve temiz kalpli” değil miydik bir zamanlar?

Evlerimizin sıcaklığını hatırlayalım. Kalbi mutfak değil miydi o kutu gibi evlerin? Aile olunan yer değil miydi? O vakit sırasıdır Çakır’la bir kahve sohbetinin…

Ve Aslan Bey… Bile isteye yalan yanlış işleri, yapıp etmeleri, yapmayıp yapıyormuş gibi göründükleri. İnsanlar üzerinden toplumun, yapıp ettikleri üzerinden ise insanın kıyasıya eleştirisi. Ne olduğunu bilmeyen, kendi gibi olamayan, yerini bilmeyen, bocalayan insan…

“-Ya yaşa, ya öl.

-İkisi de olmuyorsa?

-Uydurun Aslan Bey, uydurun.

Zaten her şey çok uyduruk.”

“…Zaman ıstırap demek, ıstırabı çok çekmeyeyim diye her şeyin üzerinden en ağırlığıyla geçişine göz yummak, sessiz kalabilmek, gördüklerini görmek ama sadece görmek demek. Zaman, bir algının acısından ve yetersizliğinden başka ve daha derin bir algının acısına uzanan yoldaki yolcunun mevcudiyeti demek, yürüyen, önünü görmeyen, görmesinin imkânı olmayan demek. Önüne çıkanı değerlendiren ama ne çıktığını o gözden kaybolduktan sonra anlayan demek…”

“Hani hastalıktan kalkanın nekahet halinin yaşama tutunmak zannedilen bir hali vardır ya, o aslında yaşamın tutunacak ve tutulacak bir yeri olmadığının anlaşıldığı haldir. Hani büyük dertlerin terbiyesinden geçenin sükûneti vardır, o aslında dert ne denli büyük olursa olsun sükûnetten başka yapacak bir şey olmadığının anlaşıldığı haldir. Hani benim indiğim kuyuda aklımı adeta bırakışım var ya, o da aslında yanımda taşımaya değer bir şey olmadığını anlamanın ve ne taşıdığımı bilmenin seyahatidir. Kendini bir kez çıplak gözle görebilse insan, bir bakabilse, yapamadıklarına değil bu hali ile yapabildiklerine şaşar. Bir kez gerçekten görebilse olmuşu, verilmiş, olabilecek her şeyin aşinası olur artık. Aşinası olunan artık tiksinilen ve inleten değildir. Sadece kime ne kadar gösterileceğinin tedbiri alınır; aşinalık tedbirleri. Kırgın değilim. Gördüm ve önümdekinden başka bir şeyim olmadığını anladım. Önümdeki bir parça zaman, farkına varabildiğim kadar.”

Öyle her şeyi ben bilirim havasında değil yazar. İddiası yok, derdi çok. Mütevazı bir anlatımla soyut üslubun sınırlarını zorluyor. Zor bir yola sokuyor okuyucuyu. Bir solukta alınamayacak türden. Dinlene dinlene, sindire sindire, araya araya; bulacaksın. Hep bir sayıp dökme hali; bir içe dönme, içe bakma kitabı. Mutlu olmayı bekleme. Kitaptan seni mutlu edecek tek cümle: 

“Selam sana sade insan, sen dünyanın en zenginisin. “

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0