ANA SAYFAKitaplık

Mehtap Nas | Belleğe Çapa Atmanın Hikâyesi Yahut Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum

Mehtap Nas "Belleğe Çapa Atmanın Hikâyesi Yahut Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum" adlı yazısıyla Edebiyat Daima'da.

Saniye Kısakürek | Mazarin Mavisiyle Başka Bir Dönüşüm
Süleyman Arif Yıldız | Gülhan Tuba’nın İnsanları
Birgül Yangın Aslanoğlu | Gülün Adı’nda Umberto Eco’nun Gizlediği Borges

Mehtap Nas | Belleğe Çapa Atmanın Hikâyesi Yahut Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum

[sharethis-inline-buttons]

Kimi zaman izlediğimiz sanat yapıtında veya okuduğumuz kurmacanın önümüze açtığı kelimeler ve çağrışımlar dünyasında kendi gerçekliğimizi yeniden üretmek isteriz. Hikâye kişilerinden biriyle özdeşim kurup yalnız olmadığımızı gördüğümüz de olur. Bir karakterin varoluş sancısına tanıklık ederken üzerimizdeki ağırlıkları bırakmak bir yana kendi otobiyografik belleğimize kazı yaptığımız da. Iain Reid yazarının 2016’da yayımlanan psikolojik gerilim türündeki romanı Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’u okurken ve geçen ay aynı isimle Charlie Kaufman tarafından sinemaya uyarlanan filmini izlerken önümüzde iki nehir gibi akıyor Jack’in hikâyesi. Ve bize âdeta, “Ne duruyorsun, sen de belleğine çapa at,” diyor.

Kitabın giriş paragrafı nizamiye kapısı âdeta: “Her şeyi bitirmeyi düşünüyorum. Bir kere insanın aklına geldi mi bir daha gitmiyor bu düşünce. Sürekli hatırlanıyor. Zihinde oyalanıyor. Hayata hükmediyor. Yapabileceğim pek bir şey yok. İnanın bana. Kurtulamıyorum bir türlü. İstesem de istemesem de orada. Yemek yerken. Yatakta. Uyurken. Uyandığımda. Hep orada. Her an.”

“Bazen düşünceler gerçeğe eylemlerden daha yakındır. Her istediğini söyleyebilirsin, her istediğini yapabilirsin ama her istediğini düşünemezsin.”

Kitap boyunca leitmotif olarak gelen bu pasaj büyük resmi gösterir nitelikte. İlişkiler üzerine de kafa patlatan karakter bir yerde evlilik için şunu diyor: “Başarı oranı bu kadar düşük olmasına rağmen, insanların kitleler halinde denediği başka bir şey var mı?” Bunu diyen hayli yaşlanmış bir okul hademesi. Ömrünün son demlerinde geçmişini deşiyor, belleğin merdiveninden bodrum katına iniyor, yani ki bilinçaltına. Orada kendiyle ve ailesiyle yüzleşiyor. Gerçeklikten kopup kendini genç tahayyül ediyor, hayalinde sevdiği genç bir kadın yaratıyor ve onu ailesiyle tanıştırmak için çiftlik evine gidiyor. Yaşlı annesinin patolojik ruh dünyası (tırnak söken, saçlarını yolan, kulağında daima uğultu olan, uyku felci bir kadındır) bir yana Jack’in babasıyla arasındaki duvar, birbirlerine değememeleri, birbirleriyle tek kelime konuşmamalarından anlıyoruz ki Jack’in hayatının en gölgeli kısmı babası, Jack her ne yaparsa yapsın varlığını babasına ispat edememiş. Genç kadın bir ara elini yıkamaya gidiyor o sırada dikkatini celbeden merdivenden inip bodrum kapısını açıyor. Bodrum metaforunun psikolojide bilinçaltına tekabül ettiğini düşünürsek burada Jack’in yaptığı manzara resimleri ve bir hademeye ait formalar kadının dikkatini çekiyor. Tam da bu sahneyi ve kadının Jack’in eskiden kullandığı odayı baktığı sahne başkarakterin kendiyle ve geçmişiyle yüzleştiği yer. Hikâyenin omurgası tam da burada. Burada anlıyoruz ki sürekli araya giren, “Her şeyi bitirmeyi düşünüyorum,” iç sesi ve ara ara görüntüyü kesen hademe aynı kişi. Tek başına yaşayan yaşlı bir hademe. Bütün olan biten onun zihninden geçenler. Çalıştığı yer olan okul onun çıkışsızlığı. Diyor ki, “Olmak istediğimiz kişi olamıyorsak, kim olduğumuzun bir önemi yok.” Kitap boyunca bir labirentteyiz. Anıların korkuyla kol kola verişini, geçmişten taşınan yorgunlukları, gerçekleşmemiş hayalleri okuyoruz.

Parçalanmış gerçekliğin hâkim olduğunu kitabın ortalarına doğru anlıyoruz. Romanın katmanlı yapısındaki gerilim, merakımızı sürekli diri tutuyor. Bir postmodern öğe olarak metinlerarasılığa başvuran kitapta bolca gönderge mevcut. Tolstoy’dan Thomas Bernhard’a birçok yazara selam veren satırlar var. Geçmişten bugüne taşınan yaralar, ilişkiler, hayaller ve yaşlanma üzerine düşündürten güçlü diyaloglar ve bolca iç monologlar mevcut kitapta. Ana karakter sürekli kendini gözden geçiriyor ve sonu gelmez öz sorgulamalarıyla her an baş başa.

Kitaba kuşbakışı baktığımızda odakta çocukluk travması kurtlanmış domuz üzerinden verilen Jack’in özkıyıma karar verdiği gün var.

Dutların diriltici tadıyla hayata sarılabilir miydi?

Varoluşçu psikolojiye teşne olanları ekrana çiviler nitelikteki bu film iki kanaldan akıyor. Biri başkarakterin kim’liği ve ne’liği üzerine yaptığı yolculuk. İkincisi ise Jack’in arkadaşı Luis ile beraber ailesinin çiftlik evine ve oradan kasabaya doğru yaptığı yolculuk. Her iki yolculukta da felsefî serpiştirmeleri, kimlik bunalımını ve kişilik parçaları arasındaki çatışmayı okumak mümkün.

Filmde, “Her şeyi bitirmeyi düşünüyorum,” dış sesinin geldiği her yerde çağrışım trafiğime Kiarostami’nin Kirazın Tadı filmi takıldı. Karakterin, “Böyle gecelerde tek istediğim zihnimi bir lamba gibi söndürebilmek. Keşke bilgisayardaki gibi bir kapat tuşum olsa,” demesinden anladım ki her şeyi bitirmek istemesi aslında tam da her şeyi bitirmek istemesidir. Bu anlamda özkıyıma tevessül ederken attığı ip dala takılmayınca ağaca çıkmak zorunda kalan ve yüzüne değen dutların mestane tadıyla hayatın diriltici yanını iliklerine kadar hisseden karakter gibi olsun istedim Jack de. Veya Kirazın Tadı’ndaki karakter mezar çukuruna yattığında ortalığın birden kameralarla dolup yönetmenin görülmesi gibi bir ters köşe bekledim. Olmadı. Kar altında araba içinde bir ölüm düştü payına. Bu da filmde hâkim olan dört klostrofobik ortamdan birinin araba içi oluşunun boşuna olmadığına işaret.

Kimi nesnelerin hikâyeye görsel zenginlik oluşturmanın yanı sıra filmin anlatı formuna derinlik de katıyor. Çiftlik evinin üst katında Jack’in çocukken kullandığı odadaki DVD kutularının sırtındaki yazılar karakterin kişisel bellek aktarımı gibi: Ebediyen Üzüntü Veren Anılar, Unutulmaz Şanssızlıklar, Başarmak İçin Verilen Uğraşlar…

Aile içi atmosferi filmde muazzam verilmiş; müzik, ışık ve renk. Oldukça soğuk bir iklimde geçen ve yaşlılığın farklı evrelerine bir bilinç havuzundan diğerine sıçramalar yapan bu hikâyeye yakışan bir renk.

Kar tipisinin olduğu bir gece kasabaya evlerine yetişmeye çalışan iki kişinin dondurma almak için yol kenarında durması gibi tuhaflıkların olması, kadın karakterin hikâye boyunca üç farklı isimle zikredilmesi, kadın ve erkeğin meslek isimlerinin değişmesi tüm bunların yaşanmadığını, zihinde kurgulandığını faş ediyor.

“eve dönmek feci bir yalnızlık / ve başka bir gezegendesin / bir yabancısın / içinde bir boşlukla eve dönersin…”

Araba sekansında genç kadının okuduğu bu şiirden anlıyoruz ki eve dönmek kendine dönmektir ve kendine dönmenin baş edilmez yalnızlığı ile bu yalnızlığın götürdüğü anılar çukuruna gömülme hali karakteri heder ediyor.

Kelimelerin gücü mü, görüntünün büyüsü mü?

Kitap ile filmi mukayese edersek Jack karakterinin fiziksel portresi kitaptakinden çok başka. Hayal ile gerçek arasındaki bu hikâyenin önce romanını okuyup sonra filmini seyretmek parçadan bütüne vararak olmuşa ve hiç olmayacağa daha iyi intibak etmeyi sağlayabilir. Kelimelerle karakterin zihninden taşan bellek parçalarının gelgitlerini ve ailesinin nevrotik iç dünyalarına dair çokça done veren tutarsız diyalogları satırlarda kovaladıktan sonra filmini izlerken görüntünün, ışığın, hareketin ve sesin sunduğu imkanlarla hayal ile gerçek arasındaki yaşanmışlığa ait bu kesit zihnimizde daha çok netleşiyor. Parçalı birkaç hikâye iç içe girince zaman akışının tuhaf ilerlemesi ve mekânın da çoğu kez birbirine girmesi kaçınılmaz olan Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’un kitabı okurdan çaba beklediği gibi filmi de efektif bir seyir talep ediyor izleyenden. Filmin finalitesi bana kalırsa kitaptaki sondan daha çarpıcıydı. Müzikal sahnesinde hademeye ödül verilmesi, zihindeki gerçeküstücülüğün zirve noktasıydı. Bu sekansta seyircilerin abartılı makyaj ve gülüşleri, alkış ve tebriklerinin sahteliğine vurgu gibiydi. Yaşlı hademe hızlıca donmak için kıyafetlerini soyup arabaya bindikten bir müddet sonra kamera uzak çekim yapınca kar altında kalan arabayla beraber hüzünlü bir manzara resmine dönüştü görüntü. Ama bir dakika, Jack’in babası soyut resimler seviyordu ve Jack’in yaptığı manzara resimlerini hiç de hüzünlü bulmuyordu değil mi!

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0