Muhammet Erdevir | Bir Acı Taarruz

ANA SAYFAÖykü

Muhammet Erdevir | Bir Acı Taarruz

Muhammet Erdevir "Bir Acı Taarruz" adlı öyküsüyle Edebiyat Daima'da

Muhammet Erdevir | Şiirli, Şarkılı, Çiçekli Yazı
Muhammet Erdevir | Günden Kalanlar’da Sadakat ve Sınıfların Dönüşümü
YALOVA ÖYKÜ GÜNLERİ’NDE KÜÇÜREK ÖYKÜ VE ÖYKÜCÜLÜK KONUŞULDU

Muhammet Erdevir | Bir Acı Taarruz

Dışarıda yağmur. Neden çatıyı böyle delirmişçesine kamçılıyor damlalar? Bulutlar çıldırmış gibi. Bu yağmur, bu kargaşa, bu birbirine karışmış manzara… Tabiatın kızgın telaşı. Her şey iç içe. Saatler öğlene doğru koşarken bu küçücük evde, küçücük odada. Huzurun huzurunda. Pencerenin aydınlığında oturmuşuz, durgunuz. Durgunluk canı tez bir misafi. Fincanlarımız sıcak henüz.

– Kahve içer misin?

– İçerim. İçelim. Bir acı kahve iyi gelir mi bekleyişin sancısına?

– Neye, beklemeyi bilmeyen aceleci haline mi, beklemekten vazgeçmiş ruhunun dinginliğine mi? Söyle neye?

– Her şeye, her şeyime.

Ruhum buruk bir yalnızlıkla kavruluyor. Kahvenin acısından ne olacak? Hem… Bırak sözcüklerin peşini, onlar senin kölen değil. Sen zaten özgür değilsin. Esir ruhlar, esir alamazlar mı başka ruhları? Mahkûmlar hüküm verebilir mi? Neden vermesin can verenler, canını verecekler için canlarını? Yoruyorsun beni böyle konuştuğunda. Tırnaklarımla kazıyarak ilerlemek zorunda kalıyorum yazarken. Yorgunluğum menkul: kendimden.

– Bir kahveden nerelere geldik?

– Sen hatır güdüyorsun ya, ondan.

Çok değer verdiğini söylüyorsun. Ve veriyorsun, evet. Adamışsın kendini, evet. Vazgeçmişsin maddi ve manevi ne varsa. Madde ve masivası. Ruhunu bedeninden söküp onun kapısına asmak istiyorsun, bir tül perdenin rüzgârda savruluşu gibi savrulsun diye, evet. Ne çok evet var hayatımda ve ne kadar az hayır. Hayır! Hayır demeyi bilmeyenlere hayırsız desek çok mu tevriyeli olur? Bilmem! En azından kendine karşı. Kendimi hiç bilmem. Sen değil o bilmeli kendini. Ben, ben değilken var mı ki o? Sus. Artık sus, uzatma. Uzuyor zaten her şey.

Sen ıstırap denizinde bir tutam başak. Tut elini kalbimin. Som ıstıraptan ellerimden tut.

– Yağmur ne kadar da gürültülü.

– Sis çökmüş, yağmurun hıncı sise.

– Belki de size…

– Kıskanıyor mu sence?

– Kıskanmamalı mı?

Gereklilik kipini sevmiyorsun, sevme. Emir kipinden nefret ediyorsun, et. Herkeste bir cevher buluyorsun, bul. Peki ya sen? Ben diye bir şey yok, “sen” diye seslendiğinde de “sen”sin. Kanlı canlı duruyorsun karşımda, nasıl “yok”um diyorsun? Tüm sorularının cevabı kendi içinde. Burada değil. Acıların ilacı da öyle. Zehirlerin dermanı da mı? Zehri bulan neden derman arasın? Sen olsan aramaz mısın? Zehir, zehr’ün âlâ zehr, panzehir. Korku, katmerli korku. Hiçbir şey gidişinden daha acı değil. Elması elmastan anlayana ver. Halden bilmeze açma sırrını.

– Sade bir Türk kahvesi, benim zehrim olsun.

– Peki.

– Sevmiyorsun güzel şeyleri.

– En çok güzel şeyleri, çok çok güzel şeyleri.

– İncitmekten mi korkuyorsun, incinmekten mi? Neden kaçıyorsun?

Soru kendi cevabını omuzlarında taşıyor. Bana gerek var mı? Yaralarımın dermanı derinlerde, inemiyorum o derinliğe. Gözlerin çakmak çakmak, derinlerin derinine inmek için birer basamak bakışların. Gamzelerin bir merdiven olup iniyor ruhunun derinliğine. İn derinine in. İnebildiğin ölçüde derinleştiğini göreceksin. Ölçü? Öl, çünkü… Ölçüsüz bir adam ve kafesinden kurtulmak isteyen bir kuşun öyküsü değil miydi bütün mesele? “Mesele” değil “mesel”. Sükûttan doğan avaz. Çığlık çığlığa ama sessiz. Bir “mesel”in kısa ve mahzun hikâyesi.

Yol uzuyor, yağmur uzuyor. Damlalar iplik iplik. Biriken sular yumak yumak. Dalgalanan yeşil bir göl gibi uzanıyor ova tepelere kadar. Hepsi kıskançlığından, abartmandan kendi konumunu. Yerin çok daha değerli. Hayır, senin parmak uçların kadar olamaz. Peki ya Türk kahvesi? Telvesini sevmiyorum sadece. Filtre olsun, orta boy, az sütlü, az şekerli. Yağmur dinerse belki. O sulu kahvede kaybol. Dalgalanmakta büyük bir su birikintisi. Bulanık, çamursu. Çamurlu su. Kahveme laf ettirmem! Laf etme, etmem.

– Kalbindeki yağmur hiç dinmezse ne olacak? Azıcık olsun düşündün mü?

– Düşünmekten başka bir şey bilmeyen bir biçare için cevabı çok ağır sorular bunlar.

– Cevabı sende.

– Sen, beni, bende…

İnsan acıyı bir öğretmen olarak görmek istiyor. Buna canı gönülden inanıyor çünkü başka türlüsü gerçekten çok yakıcı. Yıkılmış bir taş duvar olmamak için duvarın üzerine çıkmaya çalışıyor herkes. Acısından kaçamayacağı için acının kendisine sığınıyor ve onun bir muallim olmasını istiyor mustaripler. Bazı geceler sabaha ermez biliyorsun, hayallerin çoğu gerçekleşmez. Duvarın üzerine çıkamayanlara ne olacak? Duvarın altında kalmaktan başka ne yapabilirler? Etraflarına surlar inşa edip onları yükseltmekten başka çıkar yol var mı? Kendimi sana anlatmak istiyorum ama içten içe anlamamanı diliyorum. Beni anlama, anlarsan yargılarsın. Anlamak ölmektir, ölmeden anlaşılmaz bazı kapıların neden kilitli olduğu. Sen sabahı bekle, ben geceyi arayacağım saklandığı kovukta. Onu güneşin kızdırdığı demir çubuklarla dağlayıp işaretleyeceğim. Gittiği her yerde benimle karşılaştığını anlayacaklar. Gece bile kaçamayacak gerçeklerden. Karanlık kendi boğazına sarılan bir el olup varlığını boğacak. Varlık, anlamın kalmadığı bir noktada kararacak. Görülmez bir mezar taşı lügatlerden örülmüş. Bir duvar, işçi sözcüklerin ördüğü. Bir perde, ruh kumaşından dikilmiş. Var olan her şey karışsın birbirine.

– Ruhum kavruluyor. Ateşi yoklukta nasıl boğacaksın?

– Yolculukta belki. Benden sana gelirken uzayan yolların kıyısında.

– Yokluğum yolculuğa.

– Yolculuğun yokluğa değil mi yani?

Gerçekleri saklıyorsun benden. Hislerini, kalbinde duyduğun huzursuzluğu. Anlatmak istemedikçe çoğalıyor anlatamayacakların. Bir rüyanın kendi içinde kendini var etmesi gibi bir şey. Bir şeyin hayalini bilinçli kurarsın ama rüyadayken rüyanın bilincine varmak… Hayaller sınırlıdır, ufkun kadardır. Rüya sınırsız bir uçuş. Uç, kelebeğim uç. Çok derine dalıyorsun, çıkamayacaksın bir gün o yalnızlıktan. Kendini kurtaramayacaksın. Kendimi ben kurtarmayacağım ki. Düştüğümde beni sen tutacaksın, nefes almamı sen sağlayacaksın, zorda kaldığımda işimi sen kolaylaştıracaksın.

– Bir kahve mi içsek?

– Yağmur dinince, belki.  

– Peki.

Daha Eski Gönderiler

YORUM

WORDPRESS: 0