Muhammet Erdevir “Ölümlünün Yaşam Fragmanları”na Dair Yazdı

ANA SAYFAKitaplık

Muhammet Erdevir “Ölümlünün Yaşam Fragmanları”na Dair Yazdı

Muhammet Erdevir, Asil Çam'ın Ketebe Yayınlarından çıkan ilk öykü kitabı "Ölümlünün Yaşam Fragmanları"na dair yazdı.

KENDİMİZE SÖYLEYEMEYECEĞİMİZ GERÇEKLER: KENDİMİZ HAKKINDA BAZI YALANLAR
RUHUN AĞRISI VE AĞIRLIKLARI: “BÜTÜN AĞIRLIKLARIM”
BİLEMEZSİN AYSEL: KADINI KADIN BİLİR GERİSİ YALAN BİLİR

ASİL ÇAM: GENÇLİK, MAİŞET DERDİ VE DİĞER ŞEYLER

Muhammet Erdevir

Öykü, yaşamın uzun ve karmaşık akışı içindeki anları dondurup kayıt altına alabildiği için özel bir tür. Kısa ve anlık duyuş, farkındalık ve uyanışları ele almasına rağmen anlatımındaki yoğunluk öyküyü kolay ve hızlı tüketilen bir meta olmaktan kurtarıyor. Günümüz öyküsü hem kısa anları dondurma hem de anlatımı yoğunlaştırma bakımından başarılı örneklerle yoluna devam ediyor. Fakat günümüz öyküsünün en büyük zaafı toplumsal yönünün zayıf olması, çoğunlukla bir kaçış ve arayış sarmalına saplanıp kalması. Oysa edebiyatçı, toplumun bir parçası olması bakımından topluma karşı sorumlulukları olan aydın bir kimsedir. Nasıl ki Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal gibi edebiyatçılar kendi dönemlerinin sorunlarına şerh düşmüşlerse bugünün edebiyatçısı da içinden geçtiğimiz dönemin sıkıntılarını dile getirebilmelidir. İlk öykü kitabı “Ölümlünün Yaşam Fragmanları”nda Asil Çam, tam olarak böyle toplumsal bir duruş ve farkındalık sergiliyor. Onun öykülerinde ideolojik olmaktan çok insani yönü öne çıkan toplumsal bir tavır dikkat çekiyor. Asil Çam, kimi zaman babası hapse düşen bir çocuğun hissiyatını kimi zamansa mesleğiyle alakasız bir şekilde market deposunda getir götür işlerine bakan bir mühendis adayının yalnızlığını yansıtıyor okura.

Ölümlünün Yaşam Fragmanları, Asil Çam

Ölümlünün Yaşam Fragmanları’nda yer alan yedi öyküden ilki olan Demir Tozları Depoda öyküsü doğrudan genç işsizliğini, çalışma koşullarının güçlüğünü, yeni mezunlardan talep edilen tecrübe ve askerlik gibi şartların onları ittiği güvencesiz ortamı dile getirir. Demir Tozları Depoda öyküsünde yeni mezun bir mühendis olan öykü kişisi, çeşitli yerlere başvurup iş aramasına karşın mesleğiyle ilgili bir işe giremez. Çünkü henüz askerliğini yapmamıştır, özel sektörde ise hemen tüm işverenler askerlik şartını öne sürmektedir. Ayrıca birçok işletme iş arayanlardan en az iki yıllık deneyim talep eder. Oysa deneyim kazanmak için öncelikle bir işe girmek ve çalışmak lazımdır. Deneyimi olmayanlar ise iş bulamamaktadır. Bu paradoks gençleri ümitsizliğe itmekte, kendi meslekleri dışında vasıfsız işçi olarak çalışmaya zorlamaktadır. Nitekim öykü kişimiz bir marketin deposunda işe girer. “Okumuş adam” olarak oradaki diğer işçilerden farklı olduğu hissettirilir kendisine. Bazı şeyleri zamanın kendi kendine çözeceğine dair inancı deponun kargaşası içinde yerini şartlara teslimiyete bırakır. Her yerde olduğu gibi market deposunda da bir hiyerarşi vardır ve öykü kişimizin tanıyıp çözmesi ve boyun eğmesi gereken bu düzen çalışanlar arasındaki ilişkileri de belirlemektedir.

İnsanların otoriteye itaat etmesinin birçok sebebi olsa da temel motivasyon “çaresizlik”tir denebilir. Demir Tozları Depoda öyküsünde, öykü kişimiz yerini yadırgasa da koşulları kabullenmekten başka bir şey gelmez elinden. Bu, yalnız onun sorunu değildir elbette. Türkiye’nin en büyük potansiyeli genç nüfusu olsa da genç nüfus söz konusu olduğunda ülkelerin belli açmazları olduğu bir gerçek. Bu nüfusun eğitimi ve istihdamı birçok ülke için ciddi bir yükü beraberinde getirmekte. Ülkemiz de bu konuda bir istisna değil maalesef. TÜİK verilerine göre lisans mezunlarının kayıtlı istihdam oranı yüzde 71.1, iş bulma süresi ise 13.6 ay. Haliyle geçimini sağlamak zorunda olan “yeni mezunlar” buldukları ilk işe dört elle sarılmak durumunda kalıyorlar. Toplumsal bir gerçekliği öyküsüne ustalıkla ve canlı bir anlatımla taşıyan Asil Çam, bireyin kendi iç meseleleriyle sosyo-ekonomik bir açmazı aynı metin bağlamında başarıyla dengelemiş görünüyor.

Gayrimeşru Tekrarlar öyküsünde öykü kişisi, babası cezaevinde olan yeni mezun mühendistir. Okulu yeni bitirmiş bir genç olarak eve dönüş sancıları çekmektedir. Yalnızlığa alışmış bünyesi evdeki sesleri kaldıramamaktadır. Bir yandan iş güvenliği uzmanı olarak çalışmaya hazırlanmakta, bir yandan da eski meselelerle uğraşmaktadır. Cezaevindeki babasının eski ahbaplarından birtakım gayrimeşru işler kovalayan Naci’ye uğrar. Ufak tefek gayrimeşru işlerin, para alışverişinin, kavganın, dövüşmelerin içeriden bir şahitlikle anlatıldığı bu öykü, kitabın en canlı ve güçlü öykülerinden biri aynı zamanda. Gayrimeşruluğu zihninde normalleştiren Naci ile “yeğenim” diye hitap ettiği genç mühendisin hikayesi hüzünlü bir noktaya evrilir. Naci, hayatını düzene koymak bir yana gittikçe bir çıkmaza sürüklenirken genç mühendis yavaş yavaş daha iyi bir yaşama ulaşmaktadır. Naci’nin yalnızlığı zaman içinde trajik bir hal alır. Gençlik ve yaşlılık arasındaki bu tezat, iki farklı toplumsal zeminden gelen iki ayrı kuşağın sorun çözme biçimlerine üstü kapalı değinmesi bakımından da önemlidir.

Huzurevi Aylıkları öyküsünde, öykünün başkişisi iş güvenliği uzmanı olarak çalışan genç bir mühendistir. Genç mühendis, her ay rutin olarak huzurevini ziyaret etmekte ve iş güvenliği bakımından huzurevinin eksiklerini denetlemektedir. Huzurevi kendine has kokusu ve atmosferi olan bir yerdir. Başka hiçbir yere benzemez. Burada çalışanlar handiyse ruhlarını ve duygularını kaybetmiş gibidir. Kendi içlerinde yazılı olmayan bir hiyerarşi vardır ki ancak gözlemlerle sezilebilmektedir. Bina içinde kalanlar gibi eskirken odalarda kalanlar sürekli değişmektedir. Bu devinim orada kalan yaşlıların ağırlaşan, yavaşlayan hareketleriyle bir zıtlık oluşturmaktadır. Modern hayatın doğal bir sonucu olan ve bugünkü haliyle tamamen modern bir kurum olan huzurevlerine dair güçlü gözlemler içeren Huzurevi Aylıkları, insan yaşamının son dönemini bir “iş güvenliği uzmanı”nın gözünden değerlendirir. Çekirdek ailenin dağılması yaşlıların bakımları sorununu doğurmuş, bu ihtiyaç sonucunda huzurevleri ve bakımevleri ortaya çıkmıştır. Ortalama yaşam süresinin uzaması ve nüfusun yaşlanmasıyla birlikte huzurevlerine olan talep günden güne artmaktadır. Nitekim öyküde huzurevi müdürü tam kapasiteyle çalıştıklarını ancak işlerinin doğası gereği sürekli vefatlar olduğu için her zaman birkaç boş odalarının bulunabildiğini söylemektedir. Huzurevlerinde bakım ve tedavi imkanları daha iyi olsa da görece “genç” bir toplumsal kurum olan bu kurumlar içten içe yaşlanmakta, yozlaşmakta ve çürümektedir. Söz gelimi “Oraya has bir koku vardır, birikmiş yılların yorgunluğu bu kokuda belli eder kendini.” (s.23) şeklinde ifade edildiği gibi huzurevinin kokusu bile yorgunluğu ve yılgınlığı çağrıştırmaktadır.

Asil Çam

Kurumların donuklaşarak içten içe çürümesi meselesi Penceresiz Evler Mahallesi öyküsünde de karşımıza çıkar. Penceresiz Evler Mahallesi öyküsünde yazar icra dairelerinin işleyişi üzerinden bürokratik bağnazlıkları, memurların küçük ayak oyunlarını, kurum içi hiyerarşileri ortaya koyar. Kurum içinde zaman içinde ve belli şartlar altında oluşan hiyerarşi konusu yazarın ilgisini çeken bir konudur belli ki. Zira Demir Tozları Depoda öyküsünde de bu konuya değinilmişti. İnsan ilişkilerinin yazılı olmayan kuralları bazı insanları öne ve üste çıkarırken diğerlerini onların altında emir alan veya söylenenlere ses çıkarmayan bir pozisyona itmektedir. Toplumsal ilişkilerin doğal bir uzantısı gibi görünen bu hiyerarşi aslında hiç de doğal değildir. Başka bir yönden bakıldığında ilişkilerimizin sağlıksızlığı ve kaypaklığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Asil Çam, yaşamın tam ortasından yer yer rahatsız edici gerçeklerle yüzleştiriyor okurunu. Toplumsal bir bilinç ve tavırla kaleme aldığı öykülerinde ideolojik bir bagaj yok. Bu durum yazarın elini güçlendiriyor. Kimi zaman sen diliyle kimi zamansa kitaba adını veren Ölümlünün Yaşam Fragmanları öyküsünde olduğu gibi serbest çağrışımlarla öyküsünü kurabiliyor. Böylece okuru canlılık ve kıvraklığa davet eden güçlü bir öykü dili ve atmosferi kurulmuş oluyor.  

YORUM

WORDPRESS: 0