Şükran Varol Kır | Akılsız Sokrates Üzerine

ANA SAYFAKitaplık

Şükran Varol Kır | Akılsız Sokrates Üzerine

Şükran Varol Kır, Edebiyat Daima için Mehmet Fırat Pürselim'in Akılsız Sokrates adlı öykü kitabını inceledi.

Merve Yurtsever Yazdı: Türkü ve Şiirlerle Örülü Öyküler
RUHUN AĞRISI VE AĞIRLIKLARI: “BÜTÜN AĞIRLIKLARIM”
“TÜRKÇÜ DERGİLER” KİTABI ÇIKTI

OKUYUCUNUN ZİHİN ATLASINDA YİRMİ ÖYKÜYLE YİRMİ BİN FERSAH YOL ALDIRMAYI BAŞARAN KİTAP: AKILSIZ SOKRATES

Şükran Varol Kır

Yazar Mehmet Fırat Pürselim, bir söyleşisinde ‘uzak ve uzun yolculuklara çıkmanın hayalini kuruyorum’ demiştir okurlarının da Akılsız Sokrates kitabıyla ona, bu serüveninde eşlik edeceğinden habersiz.

Mehmet Fırat Pürselim’in ikinci öykü kitabı Akılsız Sokrates görünürde yirmi hikâye olsa da okuyucunun zihin atlasında yirmi bin fersah yol aldığı bir hemhal olmanın adıdır. Bu yolculukta kadın olduğumuz için toplumun sırtımıza bindirdiği yükleri, nüfus cüzdanımızın rengini değiştirmek istediğimizde karşımıza çıkan homofobik dayatmaları, namusu sadece kadınların koruması gerektiğine inanan erkek hegemonyasını ve pedofili mağduru çocukların vücutlarından daha çok kanayan, acıyan ruhlarını görürüz.

Mehmet Fırat Pürselim, Akılsız Sokrates.

Yazar, Akılsız Sokrates öyküsüyle ünlü Yunan felsefecisi Sokratesi’in adının önüne “akılsız” sıfatını getirip güzel bir ironi ortaya çıkarmıştır. Sokrates, Antik Yunan felsefesinin diyalektik ve sorgulayıcı kökenlerinin olduğunu söyler ancak bunu yaparken ne bir ekole ne de bir akıma bağlı kalmıştır. Hikâyedeki genç erkek kahramanın lakabının Sokrates olması, okurda kahraman adına akıllı adımlar atarak kariyerine büyük futbol kulüplerinde devam edeceği beklentisi uyandırır. Ama yazar, kahramanın geçirdiği trafik kazasıyla okuru ters köşeye yatırır ve topunu taca çıkarır. Artık genç futbolcunun hayatı başka yöne savrulmuştur, gelecek hayalinde sadece Ahu gerçektir ve âşık olduğu kızla evlenmiştir. Sakatlıkla sonuçlanan futbol hayatı, onu taksi şoförü olmaya zorlamıştır. Yaşadığı orta halli hayatın faturasını karısına kesen eski futbolcu, ondan esirgediği güzel sözleri çalıştığı taksinin arka koltuğunda bir müşteriden daha fazlasını vermeye razı kadınların kulağına fısıldar. Ahu, hamile olduğunu bir zarfın içine koyduğu ultrason fotoğrafı ile kocasına müjdelemek ister ancak Sokrates zarfı açma zahmetinde bile bulunmaz. Her zaman karısından çıkardığı hıncını bu kez gıyabında kahvaltı masasındaki zarftan çıkarır, üzerinde sigara söndürür, zarfı yırtıp atar. İkinci gün aynı masanın üzerindeki zarfta bu kez Akılsız Sokrates’e yazılmış bir veda mektubu vardır. “Bir çocuğumuzun olacağını bilmek, seni mutlu eder, beni gene eskisi gibi seversin sanmıştım. Yanılmışım…”Ahu önce doktora sonra da avukata gideceğini yazmıştır. Sokrates’in aile hayatındaki dibe vuruşu, karısının onu terk etmesiyle son bulur mu bilinmez ama çöpteki ultrason fotoğrafından hastanenin adını okuyup evden koşarak çıkmasına bakılırsa okur onun adına iyi bir baba olmasını temenni edecek kadar kendisini ona yakın hissetmesi kuvvetle muhtemeldir…

Mehmet Fırat Pürselim; Balık Atlası’ nda yirmi yıllık bir muhasebecinin yazarlığa doğru evrilen hayatını, mevsimine göre değişen balık isimleriyle takvimleştirir ve atlası da Karacaahmet Mezarlığı’ndaki çöp toplayan yaşlı adamın eline tutuşturur. ’Çöp atmaya gittiğimde kendimi bir evin mahremine izinsizce dalmış gibi hissederdim. ’derken ilerleyen zamanlarda barakanın müdavimi olacağından habersizdir muhasebeci. Yazar, farklı dünyalara ait bu iki insanı Çocuk ve Allah, Alemdağ’da Var Bir Yılan gibi kitaplara selam vererek birleştirmiş, kurmacanın en çok da gerçek hayattan beslendiği gerçeğine işaret etmiştir. Çöp toplayan adam, hikâyenin sonunda çiçeği burnunda yazara çocukları için iş bulmasını telkin edip atlastaki yeni rotasını belirleyecek kadar dost olduğunu okura hissettirir. Okuyucunun zihninde ise yaşlı adamın bunu neden kendisi için yapmadığının muallaklığı kalır.

Artık Büyüdüm’de yazar, hikâyeyle masal motiflerini ustaca harmanlamayı başarmıştır. Yapı olarak kurguyu, döşeme bölümü olmaksızın inşa etmiş, cadıyı masalın kahraman kadrosundan çıkarıp öykü kahramanı çocuğun yaşlı ninesinde zuhur ettirmenin haklılığını göstermiştir. “Günler, geceler sonra tavus kuşunun göz alıcı ışığını takip ederek, aslanın kuyruğundan tutarak, filin sırtına binerek yola ulaştım.” cümlesi ile tam da bu anlamda masalın fantastik tadını hisseder okuyucu. Ancak anlatı masaldaki gibi mutlu sonla bitmez, çocuğun ulaştığı yolun sonu, makatından gelen kan pıhtıları ve ruhunda açılan ağır psikolojik yaralar sonucunda akıl hastanesine çıkar. Yazar, büyümek eyleminin sancılarını ve namüsait ortamlardaki sakıncalarını okuyucuya işaret ederken bir çocuğun hastane odasındaki vicdanları sağır eden iç konuşmasını duymazdan gelenlere de sitem eder aynı zamanda.

Barışın Gelini Pippa’nın başından geçenleri bizzat barış gelininin ağzından dinlememiz olayların gerçekçiliğini katbekat artırmaktadır. Milano’dan başlayıp Kudüs’e ulaşma hayali olan kadının yolculuğu, Türkiye’de tecavüze uğrayıp öldürülmesi ile son bulur. Pippa ismini tüm dünya duyarken yazar da olayın faili olan toplumun hastalıklı uzuvlarına utanç vesikasını asmış ve kadına bir türlü verilemeyen değerin altını bir kez daha kalın kırmızıçizgiyle çizer.

Kitabın ilerleyen sayfalarında kadın cinayetleri devam eder. Kurbanlar kimi zaman zifaf gecesi çarşafta görülemeyen kırmızı lekenin kurbanı Mahmutgillerin Gelini, kimi zaman ise Şoroloların Gelini Ahmet’tir. Yazar, olaylar değişse de kadınlara ömür biçen ataerkil zihniyeti ve cinsiyetini değiştirip pembe kimlik sahibi olmak isteyen ‘Ahmet’ lere karşı çıkan homofobik baskıları bireyin gözünden eleştirir.

Kitabın sonundaki hikâyede yer alan Gezi Olayları’ nı, çoğu kez orantısız güç kullandığı iddiasıyla hedef tahtasına oturtulan bir polisin gözünden anlatır yazar. Aynı zamanda polisin iç hesaplaşmasını, sistemin öz eleştirisini yapar. Mehmet Fırat Pürselim, silah sesiyle havaya uçurduğu yedi martıdan ekmek almaya giderken hayatını kaybeden martı kaşlı çocuğa, Berkin Elvan’a, kendince ağıt minvalindeki şiire geçer.

            Martı kaşlı çocuğu,

            Kartal deyip avladınız.

            Oysa o, anasının kuzusuydu.

Kitabı okuyup bitirdiğinizde vicdanınızı sızlatan, yüreğinizi paramparça eden ve aklınızı kurcalayan toplumsal olayların ağırlığıyla baş başa kalırsınız. Mehmet Fırat Pürselim, her anlatısında bu olayların kılcal damarlarına kadar nüfuz etmeyi başarmış, rahatsız olduğu durumları ve eleştirdiği noktaları bir cerrah titizliğiyle ele almıştır. Yaptığı bu ameliyatı yer yer olay yeri inceleme memurunun tutanaklarından okuyor gibi hissetsek de kurgunun okuyucuyu içine çekmesi bunu dengelemiş görünmektedir. Anlatıların dili edebi lezzetten çok olayların ağırlığı altında ezilmiş tekdüze bir iletişimin kanalı durumundadır. Ancak bu durum okuyucunun gözüne batmamaktadır zira okur anlatıların nasıl anlatıldığıyla değil ne anlattığıyla ilgilenmektedir.

YORUM

WORDPRESS: 0