Muhammet Erdevir | Yazarın Kozasından: Büyük Ortaklı Küçük Hikâyeler

ANA SAYFAKitaplık

Muhammet Erdevir | Yazarın Kozasından: Büyük Ortaklı Küçük Hikâyeler

Muhammet Erdevir, Tamer Sağcan'ın Porsuk Kültür'den 2020 Ekim'inde çıkan "Büyük Ortaklı Küçük Hikâyeler" adlı öykü kitabına dair yazdı.

BENİM RÜYALARIM HEP ÇIKAR’IN GİZEMLİ İZLEKLERİ
DENİZİNİ HATIRLATAN BOZKIR: KEREM IŞIK’IN SINIR’I ÜSTÜNE
KUŞLU SÜVETER: SESLER, HATIRALAR VE ÖLÜMLÜNÜN ÇELİŞKİLERİ

Muhammet Erdevir | Yazarın Kozasından: Büyük Ortaklı Küçük Hikâyeler

“Yazar”, yazma eylemine ne zaman başlamış olursa olsun öncelikle bir “okur”dur. Alberto Manguel, Kelimeler Şehri’nde “Okurlar yazarları, yazarlar okurları yaratırlar.” demişti. Onun ne kadar haklı olduğunu yazarların bir kahramana dönüştüğü yoğun anlatımlı metinlerde daha çok anlıyorum. Yazarın, “yazma” merakı ve azminden ötürü metne, muhtemelen diğer okurlardan ayrılan daha nitelikli bir tavırla bakmakta oluşu da muhtemelen bu karşılıklı yaratma eylemiyle ilintili. Okumak, yazma eyleminin doğası gereği yazmanın öncülü konumundadır. Okuma eylemi yazarı besler ve yeni anlatım olanakları bakımından onun ufkunu açar. Fakat bunun yanında insanın empatik tarafını uyararak yaşattığı yepyeni deyimlerle yazarı “yazma”ya teşvik eder. Tırtılın ördüğü kozaya benzer bu durum: Yazar, okudukça kozasını örüp inşa eder ve vakti gelince kelebeğe dönüşerek anlatması gereken hikâyeleri dillendirmeye başlar. Kanat çırpacağı uçsuz bucaksız bir alan vardır önünde.

Bir yazarın anlatım gücü her zaman kendinden önceki metinlerle kurduğu ilişkilerden etkilenir. Bu anlamda ben, yazarın geçmiş metinleri özümsemiş olmasını çok değerli bulurum. Okuduğum kitaplarda beni heyecanlandıran özelliklerin başında metinlerarasılık gelir. Yazarın müktesebatının genişlik ve derinliği bir okur olarak beni her zaman içine çeker. Tamer Sağcan da kitaplarla kurduğu ilişki aracılığıyla tanıdığım kalemlerden. “Kara Kütüphane” bloğunda yazdığı yazılar ve sonrasına Ayarsız dergisinde yazdığı metinlerle o; denemeden anlatıya, anlatıdan öykü ve romana evrilen kabına sığmaz bir dili müjdeliyordu. Bu müjdenin somutlaşmış bir örneği olan ve 2018-2020 yılları arasında Ayarsız’da çıkan metinlerinden derlenen “Büyük Ortaklı Küçük Hikâyeler” kitabı entelektüel birikimin yazarın dil ve anlatımını nasıl besleyeceğine güzel bir örnek.

2020’nin Ekim ayında Porsuk Kültür’den çıkan Büyük Ortaklı Küçük Hikayeler’de 12 öykü bulunmakta. Yazar bu öykülerde ağırlıklı olarak başka metinlere göndermeler yapan entelektüel bir anlatımı benimsemiş. Entelektüel bir anlatım diyorum zira yazarın gönderme yaptığı metinleri okumadan onun niyetini tam olarak anlayabilmek oldukça güç. Kitabın açılış öyküsü olan “Pembe İncilli Kafka” buna güzel bir örnek. Çok açık bir şekilde Ömer Seyfettin’in “Pembe İncili Kaftan”ı yanında Franz Kafka’nın kaleminde vücut bulan “Kafkaesk” metinlere gönderme içeren bu öykü, okurunu ilişki kurduğu bu metinleri okuyup tartışmaya çağırmakta. Öykünün başkişisi olan “Firuz Karga”nın Franz Kafka’yı içselleştirmiş bir okur oluşu ve Kafka’ya olan hayranlığı öykünün omurgasını oluşturuyor. Kafka’dan habersizmiş gibi görünen bir kitapçıda Kafka’nın adını bir türlü hatırlayamadığı bir kitabını arayışı oldukça ilginç bir okuma macerasına işaret eder:

“Firuz, dün gece okuduğu kitabın adını bir türlü getiremiyordu. İyi bir Almancası olsaydı muhtemelen gerçek adını telaffuz ederdi. Değişim miydi? Dönüşüm müydü? Metamorfoz da olabilirdi pek âlâ.

‘Şey, Franz Kafka’nın bir romanı aradığım. Adı Dönüştürüşüm olmalı yanlış hatırlamıyorsam ancak raflarda bulamadım.’

Kitabın adı buydu veya değildi. Kasadaki kız kendisine söylenen isimleri hiç anlamamıştı.”

Tamer Sağcan

Kayboluş temasını seviyor Tamer Sağcan. “Varlık İçinde Yokluk” öyküsünde de büyük plazalarda sürdürülen iş yaşamının kaotizmi içinde, bir personelin veya bir yöneticinin bir anda ortadan kaybolması durumunda yokluğunun bile hissedilmeyeceği düşüncesini işler. İronik bir şekilde öykü kişisinin adı Rahim’dir. “Rahim” doğrudan doğuma gönderme olduğu için yeniden doğuşu temsil eder. İlk Türk destanlarından bu yana, zor zamanlarda yeniden doğuş mitinin devreye girdiğini görürüz. Ergenekon Destanı’nda düşmandan kurtulanlar bir mağaraya sığınırlar ve sonrasında yeniden çoğalır ve güçlenirler. Rahim de belki buradan ilham alarak şöyle der arkadaşlarına:

“Peki, gerçekten yarın ofise geldiğinizde odamın bomboş olduğunu ve benim aslında hiç var olmadığımı fark etseydiniz nasıl hissederdiniz?”

Arkadaşları bu soruya cevap vermez, bir cevap da “yok”tur yani. Bunun üzerine:

“Yok olduğuna inanan adam, var olduğu belirsiz asansöre binerek gözlerden kayboldu.”

Rahim’in kayboluşu şirket içinde büyük bir boşluğa sebep olmasa da onun için yepyeni bir yaşamın kapısını aralar.

Tamer Sağcan, öykülerinde diğer metinlerle bağlantı kurarken geleneksel anlatının olanaklarından yararlanmayı ihmal etmez. Öyle ki uzun hikâyeler anlatmayı seven bir meddah edasına bürünür yer yer. Elbette uzamaya eğilimli anlatılarının konuları da geleneksel anlatının beslendiği konulara yakındır. Tam da meddahların yaptığı gibi “iğnelemeyi” ihmal etmeyerek üstelik. “Öte Dünya Hizmetleri A.Ş.” ve “Hepimiz Mesuduz” öykülerinde “ölüm” teması etrafında geleneksel anlatının atmosferi açıkça hissedilir. Bununla birlikte özellikle “Hepimiz Mesuduz” Türk edebiyatının en nevişahsınamünhasır edebiyatçılarından Ziya Osman Saba’nın “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi”ne bir gönderme içerir. Tıpkı Ziya Osman’daki gibi ince bir lirizm, ironi, insan sıcaklığı ve teslimiyet içeren bu öykülerde okur dar alanda kendini sorgulamaya davet edilir.

Büyük Ortaklı Küçük Hikayeler , Tamer Sağcan - Fiyatı & Satın Al | idefix
Büyük Ortaklı Küçük Hikayeler

“Yedinci Günün Sonu” öyküsünde farklı bir kurgu çıkar okurun karşısına. Öykü kişisi Tankut, kum tanelerini sayar. Tankut’un bitmek tükenmek bilmeyen bu eylemini “saf merak”ını yenemeyen bir çocuk sorgular. Tankut’un cevabı çok basittir:

“Çünkü birinin sayması gerekiyor.”

Bu basit cevabı çok önemsiyorum. Yaşadığımız dünya, “birilerinin yapması gereken işler”le kuşatılmış kocaman bir plaza. Yaşamımız sayılara bağlı şekilde, çıldırtıcı bir düzenin içinde ilerliyor. Adımımızı attığımız her yerde sayılara, numaralara, rakamlara muhatap oluyoruz. Hatta bu sayı ve numaralarla tanımlanıyor ve tanımlıyoruz. Yaşamın anlamı sayılardan ibaretmiş gibi bir algı var üzerimizde. Ayrıca bu öyküde yazar, Kitab-ı Mukaddes’te anlatılan yaratılış anlatısına da göndermede bulunur. Kız çocuğu sayma eyleminin sonunda ne olacağını sorduğunda Tankut şöyle der:

“Altı gün zamanın çökmesi, bir an yaratılması, bir günde sayılması sürer. Saymayı bitirdiğinde ne olacağını kendin sayıp bitirdiğinde öğrenirsin.”

Tankut’un kum tanelerini saymaya koyulması ve sonunda 3.141.592.653.589 sayısına ulaşması biraz da düzen içinde doğmuş bir “çıldırış” adeta. Düzenin nereye evrileceğine dair merak bir fedakârlık ister. Tankut, zamanını bu sayıp dökmeye ayırarak en kıymetli sermayesi olan “zaman”ından bir kurban yaratır ve düzene sunar onu. Zaten bu sayı da Pi sayısını temsil ediyor.  3,14… Diğer sayı ve oranların tersine oldukça düzensizmiş gibi görünen bu sayı, modern bilim ve teknoloji için vazgeçilmez bir sayı olmasına karşın sonsuza dek uzayan virgülden sonraki basamaklarıyla bizim düzen algımıza da meydan okumakta.

William Blake, Cennet ile Cehennemin Evliliği adlı ikonik kitabında “Zıtlıklar olmasa gelişme de olmaz.” der ve devam eder: “Çekicilik ve iticilik, akıl ve enerji, sevgi ve nefret gereklidir insanın varlığı için.” Tamer Sağcan da bir öykücü olarak yaşamın zıtlıklarından devşiriyor yazma enerjisini. Böylece sağlam öyküler kuruyor ve kadim anlatı geleneğine eklemlenen güçlü bir anlatıma ulaşıyor. Fantastiğe, büyülü gerçekçiliğe, olağanüstünün cazibesine kapılarını kapatmayan bu kalemden öykü okumak yaşamın zıtlıkları arasında bitmek bilmeyen bir dansa dönüşüyor.

YORUM

WORDPRESS: 1
  • comment-avatar
    BEDİA SAĞCAN 3 yıl ago

    Hikayeleri olan üstü güzel bir dile anlatmışsınız