Öğrenci Öyküleri: Elif Sarı | Yalnız Bırakıldık

ANA SAYFAÖykü

Öğrenci Öyküleri: Elif Sarı | Yalnız Bırakıldık

Yazar adaylarının öyküleri, Edebiyat Daima'da ilk kez okurlarıyla buluşuyor. Öğrenci Öyküleri'nde Elif Sarı "Yalnız Bırakıldık" öyküsüyle...

ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: İKİ ÖMÜRLÜK PUSULA
ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: KAÇAK HAYATI
ÖĞRENCİ ÖYKÜLERİ: ADALETSİZ İNSANLIK

Öğrenci Öyküleri: Elif Sarı | Yalnız Bırakıldık

Şafağın sökmesini yorgun gözlerle izledi pencereden. Sessizlik… Dışarıda herhangi bir durumda sivilleri tahliye etmek için nöbetleşen askerler, nöbetleri değiştirdiler. Yorgundu. Geceden beri ya pencerenin önünde beklemişti ya da evin içinde delirmişcesine voltalar atmıştı. Uyuyamamıştı. Nasıl uyusundu ki? Kalbinde geçmek bilmeyen bir çarpıntı vardı. O çarpıntı Kiev’di. Doğup büyüdüğü yer, iyi kötü tüm anılarının olduğu evi. Ve şimdi yabancı eller evini paramparça etmek, tüm bu insanları fütursuzca katletmek istiyorlardı. Nefes alıp verişleri bile yavaşlamıştı. Başı ağrıyordu düşünmekten. Belki de düşünmemekten. Çığlıklar bekliyordu bir yerlerden. Sonra savaşın ilk gününde çalan o kulak tırmalayıcı siren sesini, zihninde hâlâ bir yerde uğuldayan o uğursuz sesi, duymayı bekliyordu; herhangi bir şey, yalnızca şu kahrolasıca dört duvar arasından çıkmak için.

Gün ağarıyordu. Acaba gökyüzündeki kuşlar kalmış mıydı? Onları yeniden görebilir miydi? Acaba her şey bittiğinde bir gökyüzü kalır mıydı kendisi için?

Bedenini zapt edemedi. Pencerenin dibindeki küçük koltuğuna attı kendini. Hemen ilerisinde geceden beri onunla ayakta olan nişanlısına baktı.  “Sevgilim” diye mırıldandı, televizyondaki bültende sıcak gelişmeleri sunan nişanlısına bakıp. Sessizlikten korktuğu için gece boyu açık bırakmıştı televizyonu. Nişanlısıyla lisede tanışmışlardı ve ikisi de hayatının aşkını bulduğuna inanmıştı. Yazık ki bu iki aşığın nişanlandığı şubat ayının sonunda bu savaş patlak vermişti. Nişanlısı işi gereğince yoğun oluyordu ve zaten nadiren görüşüyorlardı. Devletler arasındaki bu olaylar iyice kızıştığındaysa artık görüşemez olmuşlardı.

Nişanlısının televizyondaki yüzünü inceledi. Gözaltları uykusuzluktan çökmüştü. Kaşları tümüyle çatık, yüz hatları gergin ve ifadeleri bulanıktı. Duyduğu seste daha önce şahit olmadığı bir sertlik ve ciddiyet vardı. 20 yaşındaki bir gençte beklenildiğinden kat be kat bir ciddiyet hem de. İki genç de savaş başında kaçmayı reddetmiş ve sonuna kadar Ukrayna’da kalmayı seçmişlerdi. İçlerinde ülkelerine öyle bir bağlılık ve teslimiyet vardı ki canlarını ortaya koymaya çekinmemişlerdi bile. Saat yedi sularını buluyordu, silah seslerinin uğultusunu duyduğunda. Yorgun gözlerini araladı. İçi geçmiş olmalıydı. Sonrasında sesleri duymaya devam ettiğini fark etti. Bu sesler zihninin bir oyunu falan değildi, hepsi gerçekti. Hızla kalktı koltuktan, öyle ki başı döner gibi oldu. Sarsak adımlarla telefonuna ulaştığında Vitaly’i aradı. Telefonu açılmadı, ancak haber bülteni canlı yayına geçti.

“Sayın Kiev sakinleri, aldığımız habere göre Rus kuvvetleri Kiev’in 20 kilometre kuzeyinde hareketlenmeye başladı. Askeri kuvvetlerimiz karşılık vermek için hazırlanmakta. Sayın başkanımız halkın telaşa kapılmamasını, durumun en kısa sürede kontrol altına alınacağını; herhangi bir kaosta bir iç karışıklığın ülke aleyhine olduğunu duyurdu. Lütfen bulunduğunuz bölgede güvenli bir yere sığının ve sakin kalın. Askerlerimize ve başkanımıza inancımız tam. Tanrı yardımcımız olsun. Ve Nadia , yalvarırım evde kal, sakın delice bir şey yapmaya kalkma.” Vitaly’nin son sözlerinde büyük bir keder vardı. Nadia bunu görmüştü. Vitaly, kendisini iyi tanıyordu. Nadia böyle bir durumda rahat duramazdı. Çaresizce beklemek ve işlerin yoluna girmesi için başkalarını öne sürmek hiç ona göre değildi. Bu nedenle kaçmayı reddetmişti. Vitaly de aynı şekilde düşünüyor olmasına karşın feda edemeyeceği tek şey vardı : Nadia. Nadia da  Vitaly’nin kılına zarar gelse delirirdi biliyordu bunu. Ancak savaş artık kapıya dayanmıştı ve savaş hep bir fedakârlık isterdi. Bu nedenle savaşlarda kazanan taraflar olmaz, sadece daha az kaybeden taraflar olurdu.

Ve şimdi Nadia, Vitaly dahil her şeyini Kiev uğruna feda etmeye hazırdı. Yüzüne su çarptı ve hızla giyinip dışarı çıktı. Silah sesleri artık uzak bir hayal değil, gerçeğin ta kendisiydi. Yerde bitmek bilmeyen bir sarsıntı, boğazlarda feryatlar ve Kiev’in görkemli sokaklarında artık sadece kaos vardı. Devasa Rus tankları utanmadan sokaklara, caddelere giriyorlar, önlerine çıkan her şeyi ve herkesi ezip geçiyorlardı. Binalar, domino taşları gibi tek tek yıkılıyordu. Belediye binasına, o karmaşadan yararlanarak koşturdu. Canını dişine taktı. Silah sesleri kulaklarını delse de kapatmadı kulaklarını. Birileri can veriyordu. Onlarca beden ya tankların altında kalıyor ya binaların yıkıntıları arasında can veriyor ya da Ruslar’ın acımasız kurşunlarına hedef oluyordu. Birileri ölüyor, bir devlet çöküyor, bir vatan hiç ediliyorken nasıl sağır kalabilirdi onca vahşete? Nasıl kör kalabilirdi onca dehşete?

Uzaktan belediye binasının çatısını gördü ilk, sonrasında binanın çevresinin Rus kuvvetleri tarafından sarıldığını. Kendi askerlerini aradı. Sayamadığı çok ceset gördü baktığı yerlerde. “Yalnız Bırakıldık” dedi içinden dışından söylemeye cesareti yoktu. “Yalnız bırakıldık hem düşmana hem de insanlığa karşı.” Rus askerleri belediye binasına girmeye başladı.

O an Nadia her şeyi duymadı. Rus askerleri binaya girerken kalbindeki çarpıntı arttı. Ancak olacakları an be an görmüş ve duymuş gibiydi.

Haber kanalları bas bas bağırıyordu. “Başkan düşürüldü, Başkan düşürüldü!”

Belediye binasının çatısının ardında kalan gökyüzüne baktı. Gökyüzünde uçuşup kaçan kuşlara…Kulağında dinmek bilmeyen bir çınlama kaldı.  Sonra o çınlama da tüm sesler gibi bir an da boğuldu zihninde. Seslerin yerini acı aldı. Nereden geliyordu bilmiyordu ama acıyordu. Şokun etkisinde olmalıydı. Bomba atıldıktan sonra yakıcı bir sıcak onu da bulmuştu. Uçuşan kuşları bulmak umuduyla baktı yeniden ancak göremedi. Gökyüzü artık bomboştu. “Yalnız bırakıldık” dedi içinden. Dışından söylemeye muvaffak olamadı. Dudakları titredi, kelimeleri uyuştu.

YORUM

WORDPRESS: 0