ANA SAYFAKitaplık

Yunus Çinçin | Yabancılaştığımız Gerçeklerin Öyküleri

Yunus Çinçin, Feryal Tilmaç'ın "Sen Yabancı Değilsin" adlı öykü kitabına dair yazdı: Yabancılaştığımız Gerçeklerin Öyküleri

Yunus Çinçin | Taşrada Tek Kanatlı Bir Kuş
Yunus Çinçin | Meskeni Dağlar Olan Şair: Sabahattin Ali
Yunus Çinçin | “Nazım Hikmet’le 3,5 Yıl”a Dair Yazdı
[sharethis-inline-buttons]

Yunus Çinçin | Yabancılaştığımız Gerçeklerin Öyküleri

 “Sen Yabancı Değilsin”, “Aradım Yaz Dediniz” adlı eseri 2009 Sait Faik Hikâye Armağanı’ na değer görülen Feryal Tilmaç’ın dördüncü öykü kitabı.

Terentius’ un , “ İnsanım, insana dair hiçbir şey bana yabancı değil.” sözü ile başlayan kitapta, yazar bizi insana dair öykülerle buluşturuyor.

Anne ve babasını kaybettikten sonra, on altı yaşında, akrabalarının dayatmalarıyla, istemediği biriyle evlendirilen bir kadının öyküsü “ Kan Tutar ”. Öyküde, evliliğini bir zorunluluk olarak yaşayan, kocasıyla iletişimi olmayan bir genç kadın,  başından geçenleri  avukatına anlatıyor .

“… Zehra Teyze yatıp kalkıp intizar ederdi bunlara. Çağlayken çarpılmışsın sen kızım , derdi. Tazecik yavruymuşsun, ne aceleleri varmış, sana koca mı bulunmazdı da verdiler bu sümsüğe derdi…” ( s.15 )

Bir gece eve erkek arkadaşıyla gelip kendisini arkadaşına peşkeş çekmek isteyen kocasıyla arkadaşını öldüren kadının yaşadıklarına ve dramına şahit oluyoruz öyküyü okurken.

“… Bir de sorardı yaparken afedersin, iyi yapıyor muyum diye. Bu da söylenmez artık ama ne bileyim. Sen yabancı değilsin…” (s.16 )

Sen Yabancı Değilsin , Feryal Tilmaç - Fiyatı & Satın Al | idefix
Feryal Tilmaç, Sen Yabancı Değilsin, Öykü.

“Sadece”, kendi  türünden olmayan Prenses Sofya’ ya duyduğu aşktan dolayı sonsuz yaşamla cezalandırılan kedi Teo’ nun öyküsü. Bu öyküyü okurken aklıma Onat Kutlar’ın “Ne Kalacak Bizden Geriye (Bir Soru )” şiiri geldi. İnsanlara ve insanlığa dair yüzyılları bulan izlenimlerini, düşüncelerini kedi duyarlılığıyla ve kara mizahla anlatan Teo, bir kedi olarak, sinsanlara insan olmanın ne demek olduğunu yeniden öğretiyor.

“… Savaşlar, ayaklanmalar, yangınlar ve kutlamalar ve karnavallar gördüm. Tutulduğunda aya tabanca ile ateş eden insanlar. Salgın hastalıklar gördüm, irin, kan, kılıç yarası, göz yaşı, gürz, çekiç, altıpatlar, barut, is, ateş, isyan.Ve haykırışlar ve sessiz hıçkırıklar ve yakarışlar duydum, zafer çığlıkları, içten ağıtlar. Nika ayaklanması sırasında da buradaydım, Osmanlı kuşatmasında da…” (s. 21)

Kurduğumuz hayallerle gerçekler arasındaki farkı,  ileri yaştaki insanların yaşadıkları hayatları  anlatıyor Feryal “ Tilmaç Kulis” adlı öyküsünde.

Öykünün  gazeteci kahramanı, yaşı ilerlemiş, eski parlak günlerinin anılarıyla yaşayan sanatçılara bir vefa borcu gibi düşündüğü röportajlardan  birini, asıl adı Avram Papadopulos olan Kalsik Türk Müziği Sanatçısı Ayhan  Akın’ la yapmak ister.

            “… Yok bir şey istediği, yaşlı işte “ dedi. İstemez olur mu hiç ? İletişim kurmak istiyordu. İnsan son kalan gücüyle bir başkasına dokunma içgüdüsüyle dolu bir varlıktı …” (s. 30 )

  Ayhan Akın’ ı tedavi gördüğü hastanenin geriatri koğuşunda ziyeret eden gazeteci, hayalleri ve beklentileriyle gerçeklerin oldukça farklı olduğunu görüp hayal kırıklığı yaşar. Gazeteci, oldukça yaşlı ve hasta olan Ayhan Akın’ la karşılaşınca, eski Türk filmlerindeki nahiflik  ve doğallıkla hayal ettiği röportaj koşullarından oldukça farklı ve  sert gerçekleri kabullenmekte zorluk çeker.Ünlü insanların, yaşadıkları yalnızlığa şahit olan gazeteci acı da olsa gerçekleri kabullenip hastaneden ayrılır.

  Dişi, siyah bir akreple Jamaikalı öğrenci Jamar’ın öyküsü “ Yuva ”. Öyküde,  iç güdüleriyle hareket edip kendisinin ve yavrularının yaşamını sürdürmeye çabalayan bir akrebin ve üniversite değişim programıyla geldiği İstanbul’ a yerleşip tur rehberliği yapan Jamar’ ın yaşadığı yeri yurt edinme mücadelesi anlatılıyor.Tüm canlıların bir bütünlük içinde yaşam döngülerini tamamlama çabalarını, ortak kaygılarını büyük bir ustalıkla, ilginç bağlantılarla kurgulamış öyküsünde  Feryal Tilmaç . Yoğun baş ağrılarından şikayetçi olan Jamar, iş arkadaşı  İnez’ in tavisyesi ile gittiği hastanede, muayene için saçlarını kestirmek zorunda kalınca sıradışı bir durumla karşılaşır.

Yapacağı çekimler için kiralamayı düşündüğü   evin sahipleriyle görüştükten sonra, hayata  dair  kanıları değişen bir yapımcının düşünsel ve duygusal olgunlaşma öyküsü “ Rüzgar Çanı ”. Otuzlu yaşlarından beri görme engelli olan Servet Hanım’ ın, eşi Ömer Bey’ in ve yirmili yaşlarında onlarla aynı kaderi paylaşacak  çocuklarının yaşamlarına ortak ediyor bizi yazar görülenin ve görünenin ötesindekini anlatan bu öyküsünde.

“… Yirmi yaşına kadar her şey yolunda, normal gidiyormuş. O dönemeçten sonra tıpkı Borges’ in dediği gibi körlük bir sis perdesince ağır ağır, acele etmeden iniyormuş gözlere. Borges örneğini de Servet Hanım verdi. Ben herhangi bir benzetme yapabilecek gibi değildim. Alt üst oldum desem yeridir. O kadar ki üzülmeyeyim diye beni avuttular. Bu kez büsbütün utandım…” (s. 50 )

“ Kanatsız ” ,  yöre halkının  kanatsız adını verdiği kelebekleriyle tanınan bir ildeki kız çocukları Nurgül ve Emeti’ nin öyküsü. İntiharının ardındaki gerçekleri araştırmak için ensest mağduru Nurgül’ ün öldüğü kente gelen avukatın Emeti’ den meselenin iç yüzünü öğrenip tanıklık sözü almasıyla olaylar farklı bir boyut kazanır. Emeti, öyküdeki mücadeleci ve cesur tavrıyla çeşitli nedenlerle mağduriyet yaşayan tüm kadınların sesi olur.

“… Bunca yıldır benzer davalarla uğraşıyordum, bir kere de suç işleyenin utandığını görmemiştim. İtilen, kakılan, zarar gören, hayatı söndürülen  utanırdı hep, bir de olan bitenin gizli şahitleri…” (s. 60 )

 Kilolu oluşu nedeniyle yaşadığı değersizlik duygusunu aşabilmek için geldiği psikoloğa, o güne dair izlenimlerinden, iş yerinde yaşadığı problemlerden ve  İstanbul’ a ilişkin anılarından bahseden bir kadının öyküsü “ Focus ”. Çocukluğunda, kilolarıyla dalga geçildiğinden kendini değersiz gören, yaşadığı yere ait hissetmeyen  kahraman, Rus göçmeni kitap satıcısı Lubya’ dan aldığı kitaplarla ve Lubya’ nın kendisinden daha kilolu oluşuyla avunur.

“… Demem o ki insanın kendisine benzemeyene ne denli zalim olabildiğini küçük yaşlarımda öğrendim…” (s. 68 )

Öyküde,  insanların farklı sebeplerle birbirleri üzerinde  kurdukları baskılar, diktatörlerce yönetilen devletlerin halklarına yaşattıkları olumsuzluklar da konu edilir. Bir yandan kilo vermeye çalışırken bir yandan da durumunun yarattığı psikolojik çöküntüyü aşmaya çalışan kahramanın aşamadığı çatışmalarıyla öykü son bulur.

“… Ne ki herkes kendi hikayesiyle yaralıdır…” (s. 69 )

Merhabasını M.Ö.'sinden yapan öyküler: Sen Yabancı Değilsin
Feryal Tilmaç

Münevver Hanım’ ın gelini ,Yusuf Ağa’ nın karısı Sultan’ ın  ve çevresindeki kadınların feodal sistemde yaşadıkları pek çok kaygıyı, sıkıntıyı, zorluğu,mecburiyeti onların gözünden olanca doğallığıyla anlatan bir öykü “ Hacıyatmaz ”. Evindeki konumunu sağlamlaştırmak ve kocasının üzerindeki etkisini arttırmak için çocuk sahibi olmak isteyen Sultan’ın, kocasının kısır olduğunu düşünmesi üzerine çözümü başkasından çocuk sahibi olmakta bulması anlatılıyor Hacıyatmaz’da.

“…Beklemeye niyetim yok, doktor doktor gezmeye de.Bekir’den gebe kalacağım.Doğurup vereceğim Yusuf’un kucağına.Ne fark eder.Elden almayacağım ya, kendim doğuracağım…” (s.80 )

“Ouroboros” öyküsü, kişinin benliğini yıkıp yeniden inşa ettiği sancılı psikoanalitik psikoterapi sürecini, kişinin benliğine yaptığı yolculuğu ve sonrasını anlatıyor.Ouroboros, kendi kuyruğunu yiyen bir yılan ya da ejderha figürüyle sembolize edilen, öz yaratımı temsil eden bir simge ve yazar, öyküsünde bizi de terapi sürecine ortak edip  kahramanın bu süreçte  yaşadığı sancıları onunla birlikte yaşamamızı sağlıyor.

“…İşiniz çok zordu. Bir hayat bilmecesini çözmeye uğraşıyordunuz …” (s. 89 )

İnsanın bir şeyi bilmeden yaşamasıyla bilerek yaşaması arasındaki farkı, bir bilginin doğruluğuna inanmanın insanlarda yaratabileceği değişiklikleri anlatan sürreal bir öykü “Eksik”. Yer yer, yaşananların nedenlerinin bilinmemesi gibi  gerilim unsurları da barındıran öykü, Psikiyatrist Mert Antal, 21 Aralık 2017 tarihinde çektiği bir videoda, bir gece evine gelen  nörolog arkadaşı Lale’ nin  anlattıklarından ve sonrasında yaşananlardan bahseder.

Arkadaşı Lale, çalıştığı kliniğe gelen bir hastanın uykusunun arasında soyulduğunu ve vücudundan bir şey çalındığını iddia ettiğini söyler Mert Antal’a.

“… Sabah müthiş bir eksilmişlik duygusuyla uyanmış. Evi alt üst etmiş ama her şey yerli yerindeymiş, içeri girildiğine dair iz de bulamamış. Çok titiz olduğundan en ufak değişikliği fark edermiş. Dolayısıyla hırsızlığın vücudundan yapıldığına eminmiş …” (s. 96)

Lale, yaptığı kapsamlı muayene sonrası, adamın dediklerinin doğru olduğunu görür ve düşündüğü şeyin doğru olduğunu öğrenen hastanın yaşadıklarını görünce kendisi de kilo kaybetmeye başlar. Arkadaşı Lale, kendisini  ziyaret edip aşırı zayıflamış halde gören Mert Antal’ a  midesinin çalındığını söyler.

Bitkilerle iletişim kurabilen bir kahramanın ütopik ve distopik öğeler içeren öyküsü “ Dünyanın Sesleri ”. Dünyanın seslerini toplayıp farklı bir frekansta sinyal gönderen güçlü vericilerle  dünya dışına kesintisiz yayınla ileten uluslararası bir merkeze kabulünden sonra yaşadıkları,  kahramanın gözünden anlatılıyor öyküde. Kendisiyle görüşen farklı özelliklere sahip dört kişi, merkezin kuruluş amaçları ve çalışma esasları hakkında kahramana bilgi verip kahramanın merkeze neden kabul edildiğini kendisine açıklarlar.

“…Umudumuz, yapacağınız yayınla sesinizin uzaktakilerin bitki formunda olanlarına ulaşması.Onların tamamının insan ve benzeri olduğunu düşünmek bizim dar görüşlülüğümüz. Hayvan, bitki, bakteri hatta ışık ses ya da hiç bilmediğimiz için adını koyamayacağımız bir formda  olabilirler…” (s.107)

Geldiği  yerleşkenin kapısından girerken gördüğü manzara, kendisine bir Remedios Varo tablosunu hatırlattığı için, dünya yaşamının dışında yeni bir özel isim alması gerektiğinde,  kahraman Rem adını alır. Kendisini merkeze getiren Bay T. İle barınacağı kulübeye giderken merkezde kalmak istemeyenlere ne yapıldığını soran Rem’ e,  Bay T.’ nin verdiği dolaylı ve tedirgin edici yanıtla öykü son bulur.

Kitabın son üç öyküsü,” Salyangoz, Zaman Taşı ve Rit “ ana erkil, animist bir topluluğa ait farklı yaşantıları ve ritülleri anlatan, fantastik ögeler barındıran bir üçleme olarak düşünülebilir.

“Salyangoz” , henüz gençken  el verip yetiştirdikleri, okuma yazma öğrettikleri kızlara başlarından geçen olayları yazdıran anaerkil, animist bir topluluğun kayıtlarından aktarılanlarla oluşan bir öykü.

“Ey analardan gelen el, ey sorumluluk! Ters esen bir rüzgar kapatabilir diken ucuyla kazarak açtığımız yolları. Nefesimizi bildik. Bedenimize döndük. Geldiniz. Sadece etiniz kemiğinizle değil aklınız ve kalbinizle de burada olun. Mevsimleri döndüren, sözü bize bulduran, yerin yüzünde yaşamı sürdüren ulu iradeye şükürlerinizi sunun…” (s. 112 )

Üğrüme yaklaşırken birlikte salyangoz mağarasında toplanıp “Bilgeşan” adlı bilge kadının telkinlerini dinleyen ve sonsuz düzene şükürlerini sunan kadınlar, telkin bittiğinde  mağaradan ayrılırlar. Büyükanne Op ve Bilgeşan, telkin  sırasında, el verecekleri el, bilgi tohumunu ekecekleri toprak parçası olabileceğine karar verdikleri Torunkız’ ı fark etmenin mutluluğunu yaşarlar.

“Zaman Taşı”, animist topluluğun doğurmayan anası Bilgeşan’ın ,topluluğun gençlerine anlattığı,  Zümrütşan ile Aksi Ata’ nın öyküsü.

  “… Her insan hikayesini bir kişiye anlatır ama başkalarının kalplerine de ulaşır…” ( s.118 )    

“ Salyangoz ” öyküsünün devamı gibi düşünülebilecek bu öyküde, animist topluluğun geçmiş ulularından Zümrütşan ve  Asi Ata’nın imkansız aşklarını ve orta alanın ortasındaki zaman taşının bulunduğu yere nasıl getirildiğini Bilgeşan’ın anlattıklarından öğreniriz.

Kutsal  ayin ve dinsel tören anlamına gelen “Rit” te öykünün adıyla da bağlantılı olarak Bilgeşan’ın ölüm töreni anlatılıyor.

Bir gece, devasa, simsiyah solucanlara benzeyen kelöritler yerin altından  çıkıp kasabadaki insanların bir kısmını ve hayvanları öldürürler.Topluluğun uluları, toprağa gömülen cesetlerin kelöritleri alt dünyadan çağıran bir yem olup olmadıklarına emin olamadıkları için Bilgeşan’ın cenazesini evinin arkasındaki kuyuya atmak zorunda kalırlar ve ona şarkılarla veda ederler.

“… Bilgeşan’ ın kayıtlarını okudular. Yine bana bakıyor gibi geldi, bu kez gözlerimi yere indirdim. Okumak insanı sorumlu kılar derdi hep…” (s. 130 )

Her kitabıyla ve her öyküsüyle sınırlarını zorlayıp kendini aşmaya çalışan bir yazar Feryal Tilmaç. Yazarın okuyucuyu da zorlayıp araştırmaya, sorgulamaya yönelten öykülerinden oluşan  bu özgün eserini okumanızı öneririm.

Feryal Tilmaç, Sen Yabancı Değilsin, İthaki Yayınları, 2019, İstanbul.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0