ANA SAYFAKitaplık

Muhammet Erdevir | Sessizliğe Tutunanların Romanı: İnsancıklar

Muhammet Erdevir, Dostoyevski'nin İnsancıklar romanına dair yazdığı "Sessizliğe Tutunanların Romanı: İnsancıklar" başlıklı incelemesiyle Edebiyat Daima'da

Muhammet Erdevir | Söz Verilmiş Üç Dize
Muhammet Erdevir | Sonuna Mim Konmuş Masallardan
Muhammet Erdevir yazdı: Bir Yaşam Övgüsü Olarak Mitat Enç’in Bitmeyen Gece’si

Muhammet Erdevir | Sessizliğe Tutunanların Romanı: İnsancıklar

[sharethis-inline-buttons]

Bir milletin edebiyatını tek bir yazarın ismiyle ifade etmek mümkün olsaydı hiç şüphesiz Rus edebiyatını Dostoyevski ile tanımlardık. Ruslar, modern edebiyata Puşkin’den Gogol’e, Tolstoy’dan Gorki’ye çok büyük isimler kazandırmışlardır. Öyle ki dünya edebiyat tarihini yazarken bu isimleri atlamak mümkün değildir. Edebiyata, sanata, insanlığa katkısı çok büyüktür Rus edebiyatının. Onların içinde de Dostoyevski bana bambaşka görünür. Dostoyevski’de insanlık durumlarına dair girift meselelerin, sırların, problemlerin tekmilini birden görmek ve okumak mümkündür.

İnsancıklar, Dostoyevski’nin ilk romanı. Henüz 23 yaşında, 1846’da yazıyor bu romanı. Romanın ismi aslında “Zavallı/Acınası İnsanlar” anlamına geliyor ancak Türkçede “İnsancıklar” adıyla kabul görmüş. İsmi gibi Rus toplumunun alt tabakasında yer alan küçük, sıradan insanları konu ediyor bu roman. Kiralık bir odada sığıntı gibi yaşayan, yeri geldiğinde bir ceket düğmesi alacak parayı bulamayan kişilerdir bahse konu roman kişileri. Öylesi bir yoksulluk sinmiştir ki bu insanlara, ölüm karşısında her insanın duyacağı dehşetten bile yoksundurlar. Ağlayıp sızlayarak seslerini duyurmak istemezler. Sessizce yaşayıp gitmek, görünmemek, yokmuş gibi bir hayat sürmek ve sonunda yok olup gitmek… Müthiş bir trajedidir bu elbette. Çünkü dinler, felsefeler, ideolojiler ve nihayetinde modernizm düşüncesi insanın değerli olduğunu söylemiştir tekrar tekrar. Buna karşın İnsancıklar’daki kişiler toplumun hali vakti yerinde olan kesimlerince pek de “insan” olarak görülmez. Bu zavallılar manzara resimlerindeki önemsiz fırça darbeleri gibidir. Dikkatle bakılmadığı müddetçe görülmeleri mümkün değildir.

Varvara Alekseyevna ile uzaktan akrabası yaşlı memur Makar Devuşkin arasındaki dostluk ve mektuplaşma üzerine kurulu bir romandır İnsancıklar. İkisi arasındaki ilişkinin boyutu roman boyunca tam olarak anlaşılamaz. Yazar, birtakım imalarda bulunsa da bu ilişkiyi belki de bilinçli bir biçimde bir sis perdesinin ardında tutar. Varvara, genç ve güzel bir kadındır. Makar ise kendini ona adamış yaşlı, gerçek dostluk ve arkadaşlıktan mahrum, yapayalnız bir uzak akrabadır. Babacan bir şekilde muhabbet kurmaya, sohbet etmeye çalışır Markar Devuşkin. Makar, Varvara’yı bulup tanıdıktan sonra hayatının da amacını keşfetmiş olur: Kendini Varvara’nın mutluluğuna adayacak, onun iyi olması için gerektiğinde kursağına girecek birkaç lokmadan bile fedakârlık edecektir. Buna karşın Varvara da ona dostça yaklaşır. Ancak aralarındaki ilişkiye kesinlikle gönül ilişkisi gözüyle bakmaz. Makar’ın tutkulu mektuplarına verdiği cevaplar ciddi ve ağırbaşlıdır. Hatta ona acımakta, bunca fedakârlığa gerek olmadığını söylemektedir. Makar, duygularının açığa çıkabileceği durumlarda işi şakaya vurur. Gönül ilişkileri için yaşlı olduğunu söyler. Bu gelgitli ilişki romanın sonuna kadar sürecektir. Varvara’nın zengin bir adamla evlenme ihtimali belirince Makar, mutsuz olacağı gerekçesiyle Varvara’yı nafile yere engellemeye çalışır. Ancak başarılı olamaz. Romanın en trajik sahnelerinden biri buradadır. Varvara, Makar’ın mektuplarını almadan şehirden ayrılmıştır. Onun evlenmesinden sonra o çok önem verdiği mektupların geride kalmış olması Makar için gerçekten çok yıkıcıdır.

Roman yazmak sadece iyi kurgu yapmaktan ibaret değildir. Kurgunun anlatımın çok gerisinde kaldığı bazı romanlar, kurgusu çok sağlam kurulmuş nice macera romanından daha büyük bir tat bırakır okurun dimağında. Romanı güçlü kılan unsurların başında mekân gelir. Mekân sayesinde insanların ruh halleri ve davranışlarının ardındaki gerekçeler görünür kılmak mümkündür. İnsancıklar’da Dostoyevski mekânı başarıyla kullanır. Romanda insan mekân ilişkisi çok güçlü kurulmuştur. Yaşlı memur Devuşkin’in kaldığı eski apartman, tıpkı kendisi gibi harap durumdadır. Yaşlıların akrabalarına eşyalara alıştığı gibi alışmasından dem vurur. Markar’ın en büyük özlemi sosyal hayatta insan yerine konabilmektir:

“…bu adamların ayaklarını sildiği paçavradan daha kötü bir durumda değil miyim? Bu beni öldürmez mi Varenka? …Benim altın çağım geçti.”  (s. 98)

Sorun Makar ve onun gibilerin içinde debelendiği kesif yoksulluktur. Dostoyevski İnsancıklar’da yoksulluğun arkeolojisini yapar. Yoksulluğun mutsuzlukla ilişkisini çarpıcı bir biçimde dile getirir:

 “Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır. Mutsuzla yoksulun yan yana gelmemesi gerekir.” (s. 80)

Markar çalıştığı dairede kâtiplik yapmaktadır. Ancak çalışma ortamında görünmez olmaya çalışır. Kimseyle konuşmaz, göz teması kurmamaya özen gösterir. Yok olmak, görünmemek ister. O, yaşamın kendisinden değil kendi yaşamından utanan çaresiz bir ihtiyardır:

 “Yaşamak utanç veriyor.” (s. 99)

Makar’ın çalıştığı devlet dairesi modernleşen Rus toplumuyla birlikte ortaya çıkan yen bir sınıfın kalesi gibidir. Bu sınıf “kâtipler sınıfı”dır. Makar, birçok meslektaşı gibi hayatı yazı yazmak ve yazıları temize çekmekten ibaret olan mekanik bir varlıktır:

“Hep aynı mürekkep lekeleri, hep aynı masa ve evraklar, ben bile aynıydım; nasıl böyle aynı kalabilmişti her şey.” (s. 26)

“Yabancının ekmeğini yedim, kötüdür o.” (s. 73) diyen Makar, her şeye rağmen gururlu bir insandır. İnsanlardan yardım istemeye utanır. Ölümle eş tutar böyle bir aşağılamayı. Ancak Varvara için birçok kişiden borç talep etmekten de çekinmez. Bu girişimleri hep hüsranla sonuçlansa da bulabildiği tefecilerin hepsinin kapısını çalar.

Romanın ilgi çekici yönlerinden biri de Dostoyevski’nin sanat ve edebiyatla ilgili görüşlerini Makar ve Varvara’nın mektuplaşmalarında onlara söyletmesidir. Şiirin bir saçmalık ve okul çocuklarının ilgilendiği bir uğraş olduğunu söyler Makar. Çünkü modernleşmeyle birlikte toplum değişmiştir. Şiirin saltanatı sona ermiş, düz yazının hükümdarlığı başlamıştır. Bir kâtip olan Makar’ın şiire bu şekilde ön yargıyla yaklaşması anlaşılabilir bir durumdur. Buna karşın başka bir mektubunda “Edebiyat çok iyi bir şey Varenka. Derin bir şey. İnsanların kalplerini güçlendiren, eğiten bir şey.” (s. 65) demektedir. Çünkü o, edebiyatla kavgalı değildir. Şiire karşı mesafelidir. Devamında edebiyatın bir tablo hatta ayna olduğunu söyleyerek ifade tutkusu, ince bir eleştiri, edebe yönelik bir eğitim ve belge olduğunu da eklemektedir. Fakat edebiyat sadece güzellikleri taşıyan bir araç değildir. İnsan yaşamının gizlerini açığa vurması Makar’ı rahatsız eder. Bir başka mektupta yoksul insanların edebiyat eserlerine konu olmasından rahatsızlığını dile getirir.

İnsancıklar’da trajik durumlarda ortaya çıkan güçlü bir ironi vardır. Makar, müdürünün önünde kopan düğmesinin peşinde yerlerde yuvarlanır. Onun ilk bakışta komik ve absürt görünen bu hali aslında çok trajiktir. Bu trajedi karşısında duygulanan müdür onu odasına çağırarak bir miktar para verir. Böylece Markar hem kendisinin hem de Varvara’nın borçlarını kapatır.

Romanın içinde Varvara’nın çocukluk anılarının anlatıldığı günlükler romanın en canlı ve heyecanlı kısmı. Betimlemeler ve anlatım oldukça sürükleyicidir bu bölümde. Birçok okur bu bölümün romanın en hareketli kısmı olduğunda hemfikirdir.

Dostoyevski’nin büyük bir romancı olacağının habercisidir İnsancıklar. Yazarın İnsancıklar’da işlediği üniversiteli aydın tipi, aslında Rus toplumunda yeni doğmuş bir tiptir. Rus modernleşmesinin bir sonucudur bu insanlar. Çok okuyan, parasız, edebiyatla uğraşan ve genelde hastalıklı olan bu tipin diğer Rus romanlarında da çok sık işlendiğini görürüz. Bu entelektüel tipinin Suç ve Ceza’da Raskolnikov’a evrileceğini söylemek yanlış olmaz. Yoksulun hikâyesini dile getirmesi bakımından ise evrenselin kapısını aralamıştır Dostoyevski ilk romanında. Çünkü yoksul da yoksulluk da her zaman dünyanın kronik sorunlarından biridir.

Dostoyevski, İnsancıklar, çev. Sabri Gürses, Can Yay. İstanbul 2013.

[sharethis-inline-buttons]

YORUM

WORDPRESS: 0